Yaşamanın zarafeti kalmadı; öyle bir efkardayız. Himaye edilemeyen mutluluklar, özürler dileyen aşklar pervane misali dönüyor insanın üstünde. Bakan döner, görmeyen düşer diye bir tehdit dolanıyor aklımızın ve kalbimizin içinde. Elbette sırayla her şey yerini ve zamanını terk ediyor. İnsanın arkasında rüzgâr esiyor, tepesinde güneş duruyor, karanlıkta ise hiç görülmüyor. Bir şeyler kaybedilince birçok şey beraberinde yitiyor.
İnsan kalamadığı yeri özler, vardığı yeri de inkar eder. Bazı hikayelerin meşhur olması yarım kaldığı içindir. Durmadan sonları özleyenlere bir müjde misali yüreklerde. Anların heyecanı, zamanın harcanmasına evirildi. Kaybetmek bir yansıma, kazanmak bir rüya. Hayatlarımıza uyduruk tarihsel göndermeler, iç burkan ezberler, daha neler neler ve cehennemler ile cennetler.
Kaldırım taşlarının altında umutlar ve dünyalar varken artık ölüler var. Kime vaat, ne bu nasihat? Nedenler nereden geldiyse orada duruyoruz. Tesadüfen olan ve teessüf eden aynı yolda bir iz peşinde, biz de onların peşinde. İşte insan böyle de efsanesinden kovulur, yerinde bir başkasını bulur.
Bazen umudun ellerini ve ayaklarını bağlamak lazım. Sonra da öfkeyi salmak lazım. Paklanacaksa dünya, bağlananların yerlerini de değiştirmek lazım. Ne tuhaf, insan ihtiyaçlarının peşinden giderken ihtiyaçlarının hamalı oluyor. Sonra da aynalarda kendine bir daha denk gelemiyor.
Günden güne değişen ve dönüşen yerlerimiz, bizi eski ama eskimemiş bir yaraya götürüyor. Halbuki zamanın sayfaları arasında kalmalı bazı şeyler, kendi kendini infilak etmeli bazı yaşananlar ve kimseler. Olmadı ve olmuyor. Giden hep bir şeylerini geride bırakıyor, kalan da bir şeyleri geri istiyor. İnsan bir yoldur kimi zaman, başkasını yola koyar ya da onu yol yapar.
Hayıflandığımız gerçeklere bir mekân ve bir de zaman bulmak için tüm haritaları yakmalıyız. Hayran kaldığımız yalanlar, hayıflandığımız nedenler, savunamadığımız ihtimaller art arda gelip bizi kuşatıyor. Oyalanmanın cazibesi, olasılıkların kederi insanı yerinden ediyor ve artık hiçbir yere sığamıyor. Kahrolmak ile kaybolmanın aynı kefede tartılıyor olması çok sıradan, herkesin alıştığı bir kader.
Bekleme çağı deniliyor bu yıllara, denilsin. Yenilgi zamanları deniliyor, o da denilsin. Her güne bir adres tayin ediliyor, edilsin. Her aya bir yol çiziliyor, çizilsin. Her yıla bir iftira atılıyor, atılsın. Hatırlıyorum, zafer yılları da deniliyordu, o da denilsin. Yakışmayan ama yakıştırılan her türlü eder ve kedere şahit olduk, yine oluruz. Zaten biz beklenen ama beklediğimiz gibi olmayan her şeyin enkazı gibi duruyoruz burada.
Makul yalanlar ve meşhur inkârlar yayıldıkça yayılmış, herkesi de tanık yapmış. Hayatın olağan seyri olağan dışı her şeye meraklı. Gelmesine ramak kalmış, gitmeyi ıskalamış ne çok şeyimiz var. Hepsine tedbirler ısmarlanmış, her yeri tehdit edilmiş. Kıstırılan beklentiler anında kendini zamanın çemberine hapsediyor. Kim kendini nerede bulur ve yakalarsa oralı kalır. Tahammül edilemeyen birer ziyan her yerde kendini duyuruyor.
Yaşamanın haysiyeti bir köşede kıvrılıp yatıyor diye bir rivayet dolaşıyor yürekten yüreğe. Gerçeklerin külleri, yalanların ateşinde saklanıyor. İnsan kayıp olmuş, karıştığı her şeye de tebelleş olmuş. Gidecek yön, gösterilecek yer bırakılmamış. İnsan her şeyini kaybettiği bir dünyada, dünya da insanlarını yitirmiş bir çağda. Hadi bize iyi gelecek bir gelecek, bizim olan bir geçmiş bulalım. Yaşamak ve dünya aynı cümlede yazılmaktan utanmasın.
Haftanın kitap önerisi: Ayşegül Devecioğlu, Kış Uykusu / Metis Yayınları