Salih Yılmaz
İnsanın hata yapmakla malul olduğu söylenir. Bu insan olmanın temel bir özelliğidir. Hiçbir insan bunun dışında değildir. Bundan dolayı kusursuz bir insan olmadığı gibi kusursuz bir insan pratiği de yoktur. Bu durum sadece tek tek insanlar için değil, toplum için de geçerlidir. Zaten insanın varoluşu toplumsaldır. Dolayısıyla insanın tüm yapıp ettikleri toplumsaldır. Bireyler olarak yaptığımız bir şey yoktur. Yaptıklarımızın tümü toplumsaldır. Gelişmelerin de yanlışların da kaynağı toplumdur. Toplumsa tarihsel bir oluşumdur. Toplum söz konusu olduğunda bunu göz önünde bulundurmak gerekir. Tarihselliği dikkate almadan toplum hakkında doğru sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Olumlu olumsuz tüm eylemlerimizin tarihsel bir geçmişi vardır. Sadece eylemlerin değil, fikirlerin de tarihsel bir özelliği vardır. Fikirler bir anda oluşuvermezler. Belirli şartlarda ve zaman içerisinde fikirler oluşur ve benimsenirler. Felsefe, sanat, bilim; tüm zihinsel faaliyetler böyledir.
Toplumu tarihsellik içerisinde ele almak insan gerçeğini doğru anlamamızı sağlar. İnsanın olumlu şeyler yapabiliyorken neden olumsuz edimlerde bulunduğunu açıklayan toplumun bu özelliğidir. Gerçekten de insanlar iyi şeyler yapabiliyorken kötülükler yapıyor olması ciddi bir meseledir. Bu durumun yanlış ele alınmasının yanında bunun anlaşılması çabaları da tarih boyunca var olagelmiştir. Yanlış ele alındığında insanın kötü olduğu, doğasında kötülük olduğu sonucuna varılmaktadır. Fakat bu yanlış olduğu kadar yetersiz bir tanımlamadır. Bir kere insan iyi şeyler de yapabilmektedir. Bu durumda insan hem iyi hem kötüdür denebilir. Kuşkusuz iyi ve kötüyü yaratan insandır. Bundan ötürü insanın iyi ve kötü olduğunu söylemek tümden yanlış olmaz. Fakat insanın toplumsal gerçeği ve toplumun da tarihsel olma özelliği göz önüne alındığında bu tanımlamalar yetersiz kalmaktadır. Toplumsal doğanın bunları aşan bir gerçeği vardır. İnsanın ne zaman kötülük yapmaya başladığının tarihi yoktur. Ama bunu tarihlendirme ve somutlaştırma çabaları olmuştur. Mitoloji bir nevi bu çabanın bir sonucu olarak gelişmiştir. Bilmemiz gereken şu ki, tıpkı olumluluklar gibi insanın olumsuzlukları da bir anda ortaya çıkmamıştır. Daha da önemlisi kötülük olarak nitelendirdiğimiz eylem ve davranışlar ideolojik bir dürtü olarak savunuluyor ve sürdürülüyor. İyilik gibi kötülük de ortaya çıktığında ve oluşumunu gerçekleştirdiğinde toplum içerisinde benimseniyor. Tabi bu tüm toplum tarafından değil, toplumun bazı kesimlerince öyle görünüyor. Dahası, kötülük dediğimiz şeyler çok az insanın yararını gözetirken toplumun büyük çoğunluğunun aleyhine olmaktadır. İşte sınıflı uygarlık süreci böyledir. Her türden kötülüğü ifade eden sömürü kadının aleyhinedir. Kadın toplumun yarısını oluşturur. Kadınınsa sayısal olmanın çok ötesinde bir işlevi ve anlamı vardır. Fakat böyle bile ele alındığında bu durumun mahiyeti anlaşılmaktadır. Bunun yanında sömürü toplumun çoğunluğunu oluşturan alt ve ezilen sınıfların aleyhinedir.
Belki de en önemlisi ve ilginci, iyilik ile kötülük arasında yakın bir ilişki ve bağın olduğunu bilmemizdir. Yanlışlıklar çoğunlukla kötülük olarak ortaya çıkmazlar. Özellikle toplumun şekil aldığı tarihsel süreçte böyle olmuştur. Kötülükler başlangıçta olumlu olarak görülmüş ve böyle bir işlevleri de olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde değişim geçirerek olumsuz bir nitelik ve işlev kazanmışlardır. Tabi bu olumsuz bir dönüşüm olmuştur. Bu geçeklikten hareketle kötülüklerin iyilerden çıktığı ve ikisinin aynı oluğu sonucuna varmamak gerekir. Dedik ya her şeyi tarihsel gerçeklik içerisinde ele almak gerekiyor. Devlet olgusunu buna örnek olarak gösterebiliriz. Devlet bugünkü bilinen haliyle ortaya çıkmamıştır. İlkin birçok etkenin bileşik sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Güvenlik, yönetme vb. ihtiyaçların devletin çıkışında rol oynadığı bilinmektedir. Başta böyle bir işlev oynadığına dair tarihsel belgeler vardır. Fakat daha sonra niteliği değişmiştir. Olumsuz bir işlevi olmuştur. Devlet hiyerarşik mantıktan doğarken, ondan da sınıfsallık ve her türden sömürü çıkmıştır. Devletin oluşum ve gelişimi insan gerçeğini anlamamız için önemli bir örnektir. Bir şey olumsuz bir işleve büründüğünde toplumda da temellerini oluşturmakta, bir zihniyet ve sistem yaratmaktadır. Bu gerçekliğinden dolayı bu durumu ortadan kaldırmak veya değiştirmek toplumsal bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bu sadece devlet olgusu için değil, tüm olgular için böyledir.
Kötülük dediğimiz olgular bu anlamda bir zihniyet, gelenek ve alışkanlıktır. Buna karşı hem doğru hem de etkili bir mücadele gerekiyor. Bu sağlandıkça gelişme yaratmak, kötülüğü ortadan kaldırmak mümkün olacaktır. Zaten bu şekilde yapılmaktadır. İnsanlık binlerce yıldır devletçi zihniyete, onun yarattığı sisteme karşı mücadele içerisinde olmuştur. Bu mücadele bugün de devam etmektedir. Bizler de bu mücadeleyi, Ortadoğu’da, Türkiye’de, Kürdistan’da veriyoruz. Kürt halkını özgürleştirmek, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratikleştirmek istiyoruz. Bizlerin de etkili ve doğru bir mücadele vermemiz gerekir. Etkili ve doğru mücadele konusunda yaşadığımız yetersizleri görmemiz, kendimizi düzeltmemiz gerekir. Her şey iyidir, bu şekilde devam edersek sonuca ulaşırız dememeliyiz. Eğer hala hedeflere ulaşılamamışsa, AKP-MHP iktidarı varlığını sürdürüyor, İmralı tecridi devam ediyor, zindanlarda baskılar sürüyorsa mücadele tarzımızı gözden geçirmemiz, kendimizi eleştirmemiz ve doğru mücadele çizgisi karşısında ele alıp değiştirmemiz gerektiği sonucuna ulaşmalı ve bunu gerçekleştirmeliyiz. AKP-MHP zayıflamış, bu doğrudur. Kuşkusuz bu kendiliğinden olmadı. Ortaya konulan mücadele sonucunda bu duruma gelindi. Daha etkili bir mücadele verildiğinde yıkılışı da gerçekleşecektir ve bu şekilde bir kötülük daha ortadan kaldırılmış olacaktır.