Şeş beş olmuş bir dünyada düşeş bekliyoruz. Kadim bir söz vardı, yeryüzünden itildi, yankısı da duyulmadı. Dünya o günden beri insana sağır. Öyle diyorlar, öyleymiş. Dünya ve hayat o zamandan bu yana hep bir düelloda. Dünya döner, hayat boşluğunu döver.
Issız bir kaybolmuşluk hissi çölde veya bir şehrin en işlek caddesinde, fark etmez, ve gelir vurmak için bulur. Böyledir bazı karşılaşmalar, karşı karşıya gelmeler ve karışmalar. Issızlık birkaç sır getirir ve bir ömür sürer, sürdürür. Her zaman böyleydi; her yerden gelirlerdi ve bir yerlere giderlerdi.
Uzun sürmüş bir yasın ardından geçmiş bulanıklaşır. Mezar bırakmıştır ve vakitler birbirini terk etmiştir. Mekanların anısı, zamanların ritmi yavaş yavaş eskirken, dünya gittikçe renk kaybeder. Gökkuşağı soluklaşır. Çünkü bazı acılar şahitsiz yaşanır.
Başkası var, hep başkaları var. Sonra öteki var, şah damarı kadar insana yakın. Bazen bir tümsektir, bazen bir ayna. Hesap, kitap, menfaat, plan ve taklit bir kapı arıyor aralamak için. Dehşet bir oyun bu, herkes işin içinde. Neler neler olmuyor ki başkası var ve öteki, herkes yan yana yine ve yeniden.
Başlamak deniliyor, teşvikler, tahrikler, tehditler gırla. Her yer teşebbüs alanı, herkes nişangâh. Bir günün hengamesi, cenderesi, dikkati, kazası ve belası, bir sürü günün heder olması. Denklem bir kördüğümde sallanıyor. Bir anda biri bağırıyor; felek, bana fiyaskolar getirdin, çarkın kırılsın.
İnsan yerleşik bir vakadır, gücün ve vazgeçmenin hükmünde bir sarkaç. Görünmez yaralar, anlaşılmaz tasalar birbirini kovalar. Dünyadır bu; herkes bir gün yoruluyor ve cevaplarını artık bulamadığı sorularla baş başa kalıyor. Kaçmak diye bir pencere var, kırıp geçmek ve kırılıp geçememek için.
İnsan kendi duvarıyla yalnız kalıyor. Yerleşik haysiyetler, yetersiz yollar hep bir çıkmaz sokağa denk getiriyor. Umutların tuzağı var, yükleri var, yüzleri var, ağırlığı var ve kuyuları var. Sersem bir ihtimal, serbest bir düşüş, sessiz bir tonganın getirdiği yerdir burası, kimse yabancı değil, buradan.
Hayata hata ve imla karışıyor. Doğrular yanlış yöne koşarken, yanlışlar kaçışlara alkış buluyor ve gürültü gerçekleri yitiriyor. İnsan zaten bir tesadüftür, çağın zamanı ve mekanı. Her çağın bir yangını vardır, bir de yalanları ve yanılgıları. Saat ve sarkaç, akreple yelkovan, beklemek ve zamanda yaşamak. Her şey ya çok yavaş ya da hayata panik karışmış.
Dolaşıp dönmek, dönerken dolaşmak, gitmenin anahtarıdır. Merak ve kuşku kulvarı, götürüp bir labirente bırakıyor. Yara neredeydi ve kimdendi? Bu soru bu cevabı bulabilir mi? Sorular sonsuzluğu ve sonrayı hesaba katar. Geçmişin ve geleceğin sıkıntısı, bir manzaraya hapsolur, sonrası bir ve son bakıştır.
Gemiler batıyor, denizler çekiliyor ve kıyılar üşüyor. Bir şelale tüm görkemiyle akmaya devam ediyor bir yerde. Tesellilerin kurbanları, nedenlerin mağdurları ve sonuçların şahitleri. Uzay çağı, matematik ve siyaset ve savaş. Dağlar yerin altındadır artık, sınırlar ve endişeler birer mayın tarlası. Su lazım, dünyayı sulandırmak da lazım.
Sonrası var, sonralar hep olacaktır. Zaten biz hep sonradan, her şeyi sonradan, her şey için sonradan. Vakitler bir keşmekeş, bize cereyan eden ne kaldıysa birilerinden bize, bizden bir başkasına. Her şey bir zar atımı uzaklıkta, beraberiz.
Haftanın kitap önerisi: Andrea Abreu, Yaz Köpekleri / Çeviren: Seda Ersavcı, Siren Yayınları