İnsanın diline dil bulaşıyor, insana insan karışıyor; burası tekrarsız ve hep yeniden dünya. Teyakkuzda yaşamak ve öyle ölmek, burasıda da bir dünya. Evvelden beri dünyalar dünyalara çarpıyor ve bıkmadan yenisini çağırıyor. Dünya dünyalara sığmıyor.
Fiyaskolara doymayan bir hayat, matemi de şenliği de beraber görür. Yer değişen kimdir, nedir, umursanmamış mıdır, umursanması unutulmuş mudur, asla bilinmez. Biz bu bilinmezlikler çemberinde etrafımızda dönüyoruz, dünya bize bakıp duruyor. Asla diye bir kelime, söylendiği gibi yaşanmıyor, yazıldığı gibi de okunmuyor.
İnsan bir yerden sonra kendine dönüyor. Gidecek yer var mıydı, kalmış mıydı, geçiniz ve tabii ki geçebilirseniz. Geçersiz sorular için zaman israfı da yasak. Dünya bir yasakla başladı, sonra yaşamak yasaklandı. Yasalar yaşatmıyor, yas veriyor.
Bazı kelimeler yan yana gelemiyor bu hayatta. Gelse bile birbirini vuruyor. Bir çırpıda değişiyor ve bir daha hatırlanmıyor çoğu şey. Bir girdap bir yerlerde beliriyor ve her şeyi bir anda kendi içine alıp yitiriyor. Hayat kaybetmekle başlamış, kaydetmekten vazgeçmiş.
Bir şarkı, bir şiir, bir resim, bir de heykel lazım bize, her biri için, olduğu ve öldüğü için. Sırayla da olur, sırasız da, yeter ki kazınsın bir yerlere. İnsan kendine rağmen insandır diye başlayan bir küfür, bir yerde başkasına iltifattır ve bu itiraflardır bizden giden, bize gelmeyecek olan.
Bir şeyin adı değişince biçimi de değişiyor. İnsan bir kelimedir ve bir kelime ile özgürleşir de ölür de. Parçalanmış bir hayat, her yere dağılmış. Başkası onu arıyor, bir başkası unutmak için elinden geleni yapıyor. Sıralı sırasız her şey birbirine değiyor ve değişiyor, bazen de değiştiriyor. Sıfıra yakın durmak, sırf her şeyin ederi var diye heder olmak da bir yoldur ve insan yolculuktur.
Yıllardır vahşet vaat, dehşet de serenat yapıyor yanı başımızda. Sesimiz sözümüze yetişmiyor. Bizi çağıran yok, duyan da yok. Hafızamızın çekmeceleri dağılmış, istekler ve beklentiler kısık sesle kendini tekrar ediyor. Sıkıntıların sınırı yok, sırası ve sınıfı var artık.
Sonraların arasında hep sonda kaldık. Ertelenen yaşam yaşamıyor ve yaşatmıyor. Masallar var, destanlar var, düşler var ve hepsinde de hainlerle kahramanlar var. Çırpınıyor yaşam, çarpıtılıyor dünya ve insan, sonra da harcanıyor. Bunları bildik, anlattık ve düştük hepsinden.
Eski ve eksik bir hayat reva görülüyor her birimize. Bu hayatın dönemecinde esrik olma çabası eski bir rivayet. Korkutan gerçekler, üzen yalanlar, kahreden yaşamlar ötemizde değil, yanımızda diye bir imdat. İçimiz dışımıza küstü, dışımız içimizden kaçtı. Budur serencam, yaşanan ve yazılmayan hikâye.
Mağdur edilmiş tarih, mimlenmiş coğrafya, mahvolmuş bilim bizi kaldığımız yerde kuşattı. Gidecek yer de dönülecek yer de silindi yeryüzünden. Bu sayıklamalar, bu ayıklanmalar bizi gördüğü yerde kurşuna diziyor. Oysa çok eski bir uyarıdır: yaşam yanlış ve yaşanmıyor çünkü yanmış.
Artık umutların elleri de ayakları da bağlansın. Bağışladığımız öfkemiz kimseyi bağışlamasın. Bağlandığımız gerçekler gelmeyecek ve gelecek heba olmaktan kurtulamayacak. Kurtardığımızı sandığımız ne varsa kursağımızda kalacak. Bize düşen, bizden düştü ve düşler iflah olmayacak.
Sızılar, acılar, elemler, ezalar, ıstıraplar tek bir kelimeye hapsolmayacak. Üstümüze yağmur gibi yağacak, etrafımızda rüzgar gibi esecek. Zaten bize ıslanmak, üşümek, sonra da isyan etmek kalacak. Kalanlar kaldığı yerde kalmasın yeter ki, yetsin ve yetişsin.
Haftanın kitap önerisi: Monika Helfer, Baba / Çeviren: Arzu Akay, Düşbaz Yayınları