Yerleşik kanunların gölgesinde, insan bir hapishanede. Böyle başlar kendi çemberinin hem içinde yaşamak hem de dışında gözleri kalmak. Tatmin, ceza, arayış ve daha birçok sınır en baştan kendini göstere göstere suçlar üretir ve hep bir sonrası için birçok şeyi erteletir. Var olmak, var sanılmak ile beraber volta atar sadece gördüğü yerlerde, bir de görülmek istediği yerlerde.
Sızı çok ince ama derin bir bıçak yarası gibi bir kelime. İnsan böylesi bir kelime ile kendini deşebilir, izini de bir ömür taşıyabilir. Her ihtimal nihayetinde kol geziyor nefes alınan her yerde. Bir de durakları var böyle kanı akıtmadan, nezaketinden taviz vermeden ve gülerek kendini göstermek. İnsan zaten bir gösteri hengamesinde yaşamayı kendine layık görendir.
Mümkün hataları seyrediyor, bazen cayıyor, bazen de üstüne üstüne gidiliyor. Yaşamak zaten bu kadar önemini bir yerlerde bıraktıysa ya da rehin alındıysa, çok normal ve sıradan. Hırsın cazip, kötülüğün revaçta olduğu bu çağda, her türden dehşet önce rüyalara sızar, kâbus olup uyandırır ve sonra gerçeği ile yüzleştirir. Hayat hep göstermiştir, bilinmeyen ne varsa er ya da geç kendine bir şahit bulur.
Aldanmak ve aldandığına büyük bir şevkle inanmak, artık bir alkış vesilesi. Kurtulmak en vazgeçilmez bir efsane olup çıktığından beri herkes içeride çünkü herkes yakalandı ve içinde. Vazgeçmenin albenisi, gücün zehirlemesi, hepsi de birer kördüğüm atar yetişmek istediğimiz yerlere. Bundandır bu rüyasız telaş, bu sessiz arayış. Herkes tek tek, her yer nedense hep uzak. Yetişmek veya sığınmak kötü bir lakap, hor görülmüş bir hareket gibi yaftalanmış.
Kötümser bir atmosferde, kötücül rüzgârlar esiyor. Tüm bunların ortasında neyse ki güneşin sıcaklığı, göğün maviliği, sevmenin kudreti saklı. Kâh unutulmayan bir ninni, kâh bir aşk şarkısı, bir de asla eksik olmayan yitip gidenlerin hüzünlü ağıtı. İnsan tüm bunların arasında kahkaha da atar, gözyaşı da döker. İşte insan bu kadar kayıp, bu denli yetişip yaşama kavgasının orta yerinde kendine ayna arıyor. Çünkü ayna bir lisan, ayna bir insan, ayna bir manzara ve rüya ile umudun dansı.
Pişmanlığın acı tadı, pişkinliğin soğuk nefesi, kibrin tedavülden kalkmayan ısrarı her şeyin kıyısına getirdi bizi. Aslında bu bir uçurum, yakından bakıldığında bir intihar saldırısı. Adaletin tecellisi geç kalmakla meşhur olduğu sürece, her şey meçhul bir yaşamak kavgası. Böyle bir serencam için bu denli bir gürültü her yerde yankılanıyor ve duymayan kalmıyor.
Herkese bir hatıra değil bir hatırla defteri lazım. Unutmamak için öfke, sürekli hatırlamak için kendine yara ile başkasına ceza, bambaşka bir telaffuz, birdenbire değil süratle müdahale sayıklamak ve sakınmadan orta yere salınmak gerek. Biz ezilenler için çok çok şey gerek ve hafızayı durmadan diri tutmak elzem, aynı derecede şifa. Yok başka bir tedavimiz çünkü biz ezelden beri beklemekten vazgeçmeyenlerin ertesi, düşlerimizin uyutmayan nefesi.
Durup dururken kalkıp uzaklara yetişmeye çalışmak, anın içinde anılar yaratmaya girişmek, çıplak ve özgür, belki de budur her şeyden feragat etme yeteneği ve bilgeliği. Her daim duyulan bir sesin söylediğidir; Devrimciydik ve ne devirdik ne de devrildik, hep bir yol, hep bir yolluk umut ile revan olduk hicretlerde. Dönmeyenlerin sevabı, unutanların günahı, her şeye rağmen dışlananların kapısı kırılacak. Özgürlük bir derttir, devası bekleyenin içinde yaşama heyecanıdır.
Haftanın kitap önerisi: Jack London, Açlar Ordusu / Çeviren: Hasan Beyazıt, Yalçın Yayınları