Özellikle Trakya’da yoğun olarak üretilen ayçiçeği tarlalarının yerini kanolanın almaya başlaması dikkat çekiyor. Kanola’nın GDO’lu tohumlardan elde ediliyor olması ve ayçiçeği yerine önerilmesi tehlikeli bir süreç
Yusuf Gürsucu
Ekonomik getirisi ve yüksek yağ kapasitesiyle ithalatı azaltabilecek alternatif bir ürün olarak çiftçilere önerilmeye başlanan kanola tarlaları Edirne’de 11 bin dekar olan ekim alanı 90 bin dekara çıkmış olması gıda egemenliğini ortadan kaldıran özellik taşıyor. Çiftçi için daha karlı olarak nitelenen kanolanın kış ayında ekilip erken hasat edilmesi nedeniyle ayçiçeğine alternatif olarak sunulması çiftçi için kısa vadede ilgisini çekiyor. Bu durumu tarım tekellerinin ve onlara hizmet eden iktidarın tarım politikalarıyla destekleniyor olması ise ciddi bir sorunu ortaya çıkarıyor.
TÜİK verileri artışı gösteriyor
Ayçiçek yağına alternatif olarak sunulan ve yüzde 50’si yağ olduğu iddia edilen kanolaya ilginin arttığı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine yansıdı. TÜİK Edirne Bölge Müdürlüğü verilerine göre, Edirne’de 2017 yılında 11 bin dekar kanola ekilirken bu rakam 2021 yılında 70 bin dekara ulaştı. Bu yıl ise 90 bin dekar alanda üretim yapılması öngörülüyor. Edirne Ziraat Odası Başkanı Hüseyin Arabacı, kanola ekiminde geçen yıllara oranla artış yaşandığını ve kanolanın ayçiçeğine göre daha az riskli bir ürün olduğunu belirtererek, Trakya’da buğday ekiminin de giderek azaldığını söyledi.
Geniyle oynanmış Kolza!
Soya ve ayçiçeğinden sonra dünyanın en fazla üretilen üçüncü yağı olarak öne çıkan kanola, aslında Anadolu kökenli bir yağlı tohum bitkisi Kolza’nın ıslah edilmiş yani genetiği değiştirilmiş bir bitki. İki Kanadalı tarım genetiği üzerine çalışan kişiler tarafından 1978’de geliştirilen bitkiye, az asitli Kanada Yağı’nın kısaltması olarak “Kanola” adı verilmiş. Türkiye’de kanola ekimleri ilk olarak 1980’lerde başlarken, 90’larda ise çiftçiye kanola tohumlaı dağıtılmış ancak çiftçi geneleksel ürünü Ayçiçeği’nden vazgeçmemişti. Son yıllardaki kuraklıkla birlikte çiftçinin tercihi de değişmeye başladı. Kış yağmurlarından faydalanan kanola, yaz başında hasat edildiğinden yaz yağmurlarına ihtiyaç duymuyor olması çiftçiyi kanolaya yönlendiren bir durum.
Kanola bir felaket
Kanola’nın hibrit tohum denilen ve genetiğiyle oynanmış tohumlardan elde edilmesi ve çiftçi hibrit tohum yerine, yetiştirdiği bitkinin tohumundan ekim yapması haline asit oranın artarak kansere neden olduğu biliniyor. Bu durum çiftçinin her yıl tohum şirketinin kapısına giderek yeni tohumlar almaya iterken kazanan tohum tekelleri oluyor. Kanola 2000’li yıllardan itibaren bir süre piyasada zeytin yağı olarak ta satıldığı ortaya çıkmıştı. Kanola üretimi dünya da artarken bu ürün biyoyakıt olarak değerlendirilmesinin amaçlandığı ve bu nedenle de GDO’nun yasak olduğu ülkelerde bile ekimine izin verilmişti.
GDO her yanımızda
Diğer yandan endüstriyel gıda ürünlerinde kullanımı yoğunlaşan konala yağının bugün yeniden ayçiçeği yerine önerilmeye başlanması büyük bir halk sağlığı sorunu haline dönüşüyor. GDO’lu mısır çocuk maması için nişasta ve nişasta bazlı şeker yapımında kullanılıyor. GDO’lu soyadan ise pek çok süt ve ürünü üretilirken kanola yağı ise alternatif gıda olarak sunuluyor. Marketlerin etiketlerinde ‘GDO’lu değildir’ ibaresi yer tutarken, etikette aksi belirtilmeyen mısır, soya yağı, pamuk tohumu ve kanola yağının GDO’lu olması halk sağlığını tehdit eden bir başka nokta.
Yağ piyasası 5 şirketin elinde
Satışı yapılan tohumların tamamı genleriyle oynanarak elde edilmiş hibrit tohumlardan oluşuyor. Türkiye’de son aylarda Ayçiçeği yağı fiyatında görülen inanılmaz artışların nedeni dünya ayçiçeği tohumunu ve yağını kontrol eden bir avuç şirketin yaratmış olduğu bir durumdur. Türkiye’deki bitkisel yağ sektörünü kontrol eden yabancı ve yerli ortaklı dünya tekelleri olan Unilever, Henkel, ADM Doysan, Marsa Kraft Jacobs Suchard-Sabancı ve Soros Investmend Capital iktidarın tarım politikalarıyla bütünleşerek büyük bir yağ krizi yaratıldı. Türkiye’de yerel tohumların yasaklanıp patentlenerek şirketlere devredilmesiyle birlikte tarımsal her ürünün her aşaması dünya tekellerinin kontrolüne ve hizmetine verildi. Ayçiçeğin de yaşanan sorunda bu politikalar nedeniyle ortaya çıkarken, çiçekyağı da ithalata bağlandı.
Ayçiçeğinde vergi oyunları
Ham ayçiçeği yağında gümrük vergisi 3 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 1 Şubat’tan 30 Haziran 2020’ye kadar yüzde 13 olan gümrük vergisi yüzde 9’a indirilmiş ve GDO’lu üretim yapılan Bosna Hersek ve Kosova’dan gelecek ayçiçeği tohum ithalatında gümrük vergisi sıfırlanmıştı. Geçtiğimiz yıl ise Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla tüm ülkelerden yapılan ayçiçeği tohumu ithalatında uygulanan gümrük vergisi 30 Haziran 2021’e kadar sıfırlanmıştı. Bu kararların alınmasına neden olan şey acil ihtiyaç olarak gösterildi.
Kanola yağına sıfır gümrük
Acil ihtiyaç iddiasının gerçek dışı bir karar iddia olduğu sıfırlanan gümrük vergilerine rağmen fiyatların inanılmaz düzeylerde yükselmiş olmasıyla, iktidarın tekellerin elinde bir oyuncak ya da bir ortak konumunda olduğunu açığa çıkardı. En son yayımlanan kararla kanola yağı, aspir yağı, mısır yağı, soya ve palm yağında gümrük vergisi sıfırlandı ve bu sufur verginin 30 Haziran 2022’ye kadar uyguanacak olması ise halkın ihtiyacına dönük bir karar alındığını asla göstermiyor. Diğer yandan yıllardır uygulanan sıfır gümrük kararlarıyla çiftçiler zorunlu olarak üretimlerden çekilirken, ekim alanlarında GDO’lu olduğu bilinen kanola gibi üretimler giderek genişliyor.
Genlerle neden oynuyorlar!
Türkiye’de Biyogüvenlik kurulu diye bir kurul var. Biyo güvenlik tanımında kısaca insan ve diğer canlı yaşamlarının güvence altına alınması olduğu açıklanır. Ancak kapitalist ülkelerde bu kurullar sermayenin üretimlerinin en yüksek seviyeye çıkarılması ve genleri ile oynanmış canlıların, toprağın, gıdanın ve dolayısıyla insanın sermayenin kölesi haline getirilmesi amacına hizmet etmektedirler. Kapitalizm açlığa çare bulma adına Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (GDO) birçok aldatmaca eşliğinde ‘Dünyada açlığı sona erdirme’ iddiasını tartıştırırken, geliştirilen GDO’lu ürünlerin insan sağlığı ve tarım arazileri ile bu alanlarda yaşayan binlerce tür canlı üzerindeki olumsuz etkileri can yakıcı biçimde büyüyerek sürdüğü açıkça görülebilmektedir.
GDO’lu yem!
Türkiye Biyogüvenlik Kurulu, hayvan yemindeki GDO ile ilgili olarak bugüne kadar 35 soya ve mısır çeşidine izin vermişti. AKP tarım bakanlarının GDO’lu hayvan yemi hakkında “zarar verirse hayvana verir” sözleri hepimizde acı bir tebessüme yol açarken, Türkiye’de GDO’ların gıdada kullanılması yasak olduğu iddialaını yapmakta. Ancak Bakanlığın yaptığı denetimlerde 112 gıda ürününde GDO tespiti yapılmış olması hayvan yemi diye ithal edilen GDO’nun soframıza kadar taşındığını gösteriyor. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner, “Türkiye’nin dört bir köşesinden toplayarak test ettiğimiz 51 yem örneğinin 50 tanesinde GDO içeriği tespit ettik. Kaçınılmaz olarak, çok ufak aile işletmeleri hariç hemen hemen tüm hayvancılık işletmeleri GDO’lardan üretilen yemlerle beslenmektedir” açıklaması GDO’nun giderek Türkiye coğrafyasına yerleşeceğine işaret ediyor.
GDO öldürür!
GDO’nun insan sağlığına ve çevreye büyük zararları olduğu uzun yıllar önce tespit edilmiştir. Öldürücü alerjiden tutun da hamile kadınların kan yolu ile bu zehri bebeğine taşımaları, obezite ve kanser dahil birçok hastalığa zemin hazırlamaktadır. GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratırken, bu türlerin varlığı ekosisteme ve tarıma büyük tehditler oluşturuyor. GDO’lar aynı zamanda tozlaşma yoluyla doğal türlere bulaşarak biyoçeşitliliğe zarar vermektedir. Yukarıda vurgulamaya çalıştığımız gerçekler kapitalizmin yaşamı hızla yok ettiğini göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde Tarım Mahsulleri Ofisi ve Et Kurumuna, et ithalatı yetkisi verildi. İthal edilecek hayvanların ne yediği ne içtiği bir yana Türkiye’de hayvancılığı bitirmeyi hedefleyen ve ithalatın yapıldığı şirketlerle girilen grift ‘al gülüm ver gülüm’ ilişkilerinden de haberimiz yok! Tüm bunlar yapılırken kapitalist dünyanın desteğini almak uğruna ‘sağmal ineğe’ dönen Türkiye’de halk sağlığı kimsenin umurunda bile değil.