İsrail, geçtiğimiz Perşembe bir haftalık ateşkesi bitirdiğini duyurarak Gazze içindeki kara harekâtını yeniden başlattı. Bombardımanla yerle bir ettiği Gazze kentini tamamen işgal etmiş bulunan IDF (İsrail Ordusu), bu kez gözünü güneydeki Han Yunus kentine çevirdi. İsrail askeri yetkililer, savaşın bu ikinci evresinin aylar süreceğini ve amaçlarının Hamas’ın askeri yapılanmasını çökertmek olduğunu belirtiyorlar. Hamas ise, Gazze içinde bilinmeyen bir konumdan yüzlerce roket ateşleyerek karşılık verdi. IDF en çok da bu roketlerin atış rampalarını imha etme arzusuyla yanıp tutuşuyor. Ama birinci evrede roket rampası, El Kassam karargâhı, silah deposu vb. askeri hedeflerin ele geçirildiğine dair kanıtlar yerine dünya kamuoyu, çocuklar da içinde olmak üzere 15 bin kadar Filistinli sivilin toplu katliamına tanık oldu.
Katliamı ekranlardan gün be gün izleyen ABD ve Avrupa ‘seyircisi’ İsrail’e destekte sabrın sınırlarına dayanmış bulunuyor. Öte yandan her iki kıtada da artık hatırı sayılır bir Müslüman nüfus mevcut. Ukrayna savaşıyla manevrası yapılmış anti-Rus sansür ve kısıtlamalar, kıta Avrupası üzerinde İsrail’e her türlü eleştiriyi fiilen yasaklamak biçiminde yürürlüğe kondu. Bu egemen bakış açısına göre, Gazze’deki toplu katliama itiraz, hatta güncel çatışmayı Filistin sorununun tarihine referansla açıklama çabası bile anti-Semitizm damgası yemek için yeterli. Bu bağlamda ilginç olan, hamurları anti-Semitizmle karılmış olan aşırı sağcı ve milliyetçi parti ve grupların da İsrail’i destekliyor olmaları. Frankfurt fuarında sözü kesilen ünlü düşünür Slovoj Zizek’in dillendiremediği notlarında yazdığı gibi: “Aslında en fanatik Siyonistler, Yahudi nefreti taşıyanlardır. Yahudilere başka bir kıtada yurt oluşturmayı, onları Avrupa’dan uzak tutmanın en geçerli yolu olarak görüyorlardı.” Ayrıca, Neo-Nazilerin bakış açısından artık Almanya, Fransa ve İtalya başta olmak üzere Avrupa “ırkları” için tehdit, Yahudiler değil çeşitli etnisitelerden Müslüman mülteciler olmuştur. Bu durumda Yahudiliğin “beyaz” kimliğin entegre bir bileşeni olarak yeniden tanımı yanında İsrail’i de Batı medeniyetinin Orta Doğu’daki öncü karakolu olarak yeniden düşünülmesi de aşırı sağ beyaz literatürde dile getirilmeye başladı.
Gazze savaşı, Batılılık ve “beyazlık” kimliğinin ve bu kimliği “içeriden” tehdit eden ötekilerin yeniden-tespiti yolunda nihai bir makas değişikliğine yol açma potansiyeli taşıyor. Ruslardan Çinlilere, oradan İran ve Araplara kadar yeni bir Ötekiler bloğu beliriyor. Ama bütün bunlar Avrupalı beyaz kimliğin harcından anti-Semitizmin sökülüp atılmasına yetmeyecektir. Bunun yerine, “faydalı Yahudiler” ve “zararlı Yahudiler” şeklinde bir ayrım üzerinden toplumsal dokunun algılanması daha muhtemel görünüyor.
Batı kamuoyu, İsrail’in yürüttüğü savaş açısından büyük önem taşıyor. ABD’nin koşulsuz desteği, Batılı müttefikleri arasında Ukrayna savaşında olduğu gibi somut destek koşulu olmadıkça uzun sürmeyebilir. İşte bu nedenle, savaşın bittiği anı ima eden “ertesi gün” senaryoları önem kazanıyor. İsrail ve ABD, bunun kalıcı bir işgal olmayacağı konusunda anlaşmış görünüyor. Bu durumda ilk olarak çevredeki Arap ülkelerinin geçici ortak yönetimi ya da Birleşmiş Milletler barış gücü kontrolü gibi seçenekler gündeme geldi. Ama özellikle Arap devletlerinin böyle bir rolü net biçimde reddetmeleri üzerine gözler, Batı Şeria’daki El-Fetih önderliğindeki Filistin Yönetimi’ne çevrildi. Ama Başkan Mahmud Abbas, “bir İsrail tankı üzerinde” Gazze’ye dönmeye hiç niyetli olmadığını açıkça ortaya koydu. 2007’de seçimi kaybeden El Fetih, Gazze’de yönetimi Hamas’a devretmeyi reddetmiş ama iki grup arasındaki silahlı çatışma kısa sürede Hamas’ın galibiyetiyle sonuçlanmıştı. O tarihten beri Gazze, Hamas tarafından yönetiliyordu.
Daha kalıcı bir siyasi çözüm olarak bir Filistin devletinin yeniden kurulması ve İsrail/Filistin coğrafyasının net biçimde iki devletli bir yapıya kavuşturulması üzerine konuşuluyor. Netanyahu, böyle bir şeyin teklif dahi edilemeyeceğini söylese de, İsrail’le yan yana yaşayarak Filistinlileri temsil eden ve uluslararası yapılar tarafından tanınan bir devletin ABD dışişleri tarafından gerçek çözüm olarak görüldüğü konuşuluyor. 1967 sınırları esas alınarak bu güne kadar İsrail ve Filistin Yönetimi arasındaki müzakerelerde varılan aşama çerçevesinde nihai bir barışın tesisinin mümkün olduğu savunuluyor. İsrail içinde bölgenin tamamının “vaat edilmiş” İsrail olduğunu düşünen çoğunluk; öte yanda yalnızca Filistin değil bütün Arap kamuoyunun Filistin topraklarında bir Yahudi devletini kabullenmiyor oluşu en büyük engel. İki devletli çözüm, çok taraflı feda gerektiriyor. Mısır Devlet Başkanı Sisi, bu seçeneğin kendini tüketmiş olduğunu ifade etmekle birlikte, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir Filistin devletinin kurulması fikrine sıcak baktığını ifade ediyor.
İsrail devleti, Batı Şeria ve Gazze’de Filistin Yönetimi’nin kuruluşunu kabullendiğinden beri Gazze’den tamamen çekilmekle birlikte Batı Şeria’da Yahudi yerleşimleri sürekli çoğaltma siyaseti yürütmüştü. Şimdi de Gazze’ye geri dönmüş bulunuyor. Bunun anlamı, Filistin Yönetimi’nin egemenlik hakkını hiçbir zaman kabul etmemiş olmasıdır. Özellikle İsrail tarafının en azından bundan sonraki anlaşmalara uymak konusunda somut güvenceler gerekiyor. Bunun için de birinci koşul Netanyahu önderliğindeki aşırı sağın devrilmesi gibi görünüyor. Dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleştirdiği toplu katliam sonrasında mevcut iktidarın uzun süre ayakta kalması mümkün görünmüyor.
Savaş sırasında barışı düşünmek oldukça zor. Ama hangi saflarda olursa olsun bir çözüm ve barış amacına endekslenmedikçe hiçbir savaşın canavarlıktan ve saf sadizmden hiçbir farkı olmayacaktır.