İktidar, Türkiye Yüzyılı vizyonunu bugün açıklıyor. Hepimiz için muhteşem bir ülke, muhteşem yüzyıl tahayyül ediyorlar. Bundan iyisi Şam’da kayısı! Bizi nelerin beklediğini nasıl bir yüzyıl ve ülkeyi, nasıl bir yönetim ve yaşam biçimini bu topluma reva gördüklerini yakın zamanda yapıp ettiklerinden yani amellerinden biliyoruz. Bu “Muhteşem Yüzyılı” adım adım ördüler, neyi hayal ettilerse bir bir hayata geçirdiler. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır! Ekonomiyi uçuracağız dediler, gerçekten uçurdular, TÜİK verileri bile ekonominin nasıl tepetaklak uçtuğunu gösteriyor. Hızlı karar alıp uygulayacağız dediler. Kimin gözaltına alınıp tutuklanacağını saniyeler içerisinde iktidar yetkililerinden öğreniyoruz. Şebnem Korur Fincancı suçlu diyorlar ertesi gün gözaltına alınıyor, HDP kapatılsın diyorlar, ertesi gün dava açılıyor. Bundan daha hızlı siyaset, yargı entegrasyonu mu olur? Dezenformasyon diye ortalığa düştüler, şak diye yasasını bile çıkardılar. Hakikatleri yasaklayarak, iktidar adına yapılan her türlü dezenformasyonu, algı operasyonunu yasal hale getirdiler.
Daha ne olsun diyenleri duyar gibiyim ama dahası da var. Bu vizyonun temel ilkesi şeffaflık. Yok yok şaka değil, gerçekten şeffaflar. Tamam akçeli işlerde, demokratik teamüllerde şeffaf olmayabilirler ama onun dışında önceki iktidarların gizlemeye çalıştığı pek çok şeyi bu iktidar ayan beyan, göstere göstere yapıyor. İşkence mi yapılacak, gizleme gereği bile duymuyorlar. O kadar şeffaflar ki uyguladıkları işkenceyi bütün topluma göstermek için özel çaba sarf ediyorlar, hepsi birer senarist ve yönetmen olup çıktı maşallah! O sahneyi kurguluyorlar, senaryosunu oluşturuyorlar, çekimini yapıyorlar, montajlayıp anında servis ediyorlar. Hani “Komünizm gerekliyse onu da biz getiririz” diyenlere rahmet okutarak “Gazetecilik yapılacaksa onu da biz yaparız”ın ötesine geçtiler. Aynı zamanda gazeteciliğin ölçülerini kendilerince belirliyorlar, hangi olayın nasıl ne kadar ve hangi amaçla kullanılacağını da belirleyip “gereğini yapacak” gazetecilerin önüne koyuyorlar.
En son gazeteci meslektaşlarımız gözaltına alındığında da tam olarak bunu yaptılar. Berivan’ı, Diren’i, Habibe’yi, Deniz’i, Öznur’u, Selman’ı, Emrullah’ı, Hakan’ı, Zemo’yu işkence ederek gözaltına aldılar. Bu arkadaşların hepsini bire bir tanıyorum, tamamının yaptığı gazeteciliğe, meslek aşkına, gerçeklere bağlılıklarına şahidim, Ankara’da onların emeklerine ve çalışmalarına şahit olan yüzlerce kişi gibi. Tamamının iyi birer gazeteci olduğunu bizzat onları işkence ile gözaltına alanlar da biliyor. Bu gazetecilerin suçlama gerekçelerini öğrenme imkanım oldu. Hepsi doğrudan yaptıkları haberlerden dolayı suçlanıyorlar, çalıştıkları basın kurumları kriminalize ediliyor. Haber kaynakları ile ilişkileri, haber materyalleri hatta kullandıkları kamera ve fotoğraf makinesi gibi araçlar bile suç. Kürd’e dair ne varsa tamamı suçlama gerekçesi yapılıyor. Haber ve habercilik bu operasyonda suç olarak kodlanmış. Öfkeleri yapılan habere karşı. IŞİD katillerini gözaltına aldıklarında gösterdikleri hoşgörü ve müsamahanın yüzde birini bile gazetecilere göstermediler. Çünkü bu yeni yüzyıl vizyonunda kalem tutan eli, silah tutan ve insan öldüren elden daha tehlikeli görüyorlar. O yüzden kalem tutan o ele karşı inanılmaz bir hınç besliyorlar. O yüzden gerçekleri yazdığı için bükemedikleri o eli ters kelepçe ile kırmaya çalışıyorlar. Elbette bu görüntülerle murat ettikleri var. Verdikleri mesaj açık. Ters kelepçe ve kötü muamele ile alınan Kürt gazeteciler ama mesaj bütün topluma. Gazetecilik yapma niyetinde olan herkese “Aman ha belirlediğimiz sınırlar dışına çıkmayın, çıkarsanız sonunuz bunlardan beter olur” diyorlar. Sansür Yasası’yla birlikte artık Türkiye’de gazeteciliğin fiilen suç haline getirildiğini ilan ediyorlar. Önce Kürt gazetecileri hedef almaları da tesadüf değil. Çünkü biliyorlar ki “terör” diyerek, “şiddet” diyerek Kürt gazetecileri daha rahat kriminalize edebiliyorlar, biliyorlar ki Kürt gazetecilere yöneldiklerinde toplumun geri kalanı sessiz kalıyor, hatta yarın aynı sopayı yiyecek olan bazı kesimler bu saldırılara destek veriyor. Böylece zehri şerbet haline getiriyorlar, yarın herkesin yiyeceği sopayı meşrulaştırıyorlar.
Geçmişte de hep böyle oldu, bütün saldırılar önce Kürtlere ve ezilenlere karşı başladı, bazıları sadece onlarla sınırlı kaldı ama pek çok saldırı daha sonra genelleşti. Kayyım politikalarını böyle geliştirdiler, cezaevlerini böyle doldurdular, milletvekillerine artık bu nedenle daha pervasız dokunabiliyorlar, düşüncesini açıkladığı için Şebnem Korur Fincancı’yı o yüzden bu kadar rahat alabiliyorlar. Muhalefetten ses çıkmıyor, işkenceye karşı tek bir sözleri yok. Hatta birçoğu Kürtlere yapılanları doğru buluyor, iktidarın bu konuda yaptıklarını amentü kabul edip, kutsallaştırıp tek kelime etmiyor. Daha sonra bu saldırılar bir yönetim biçimine dönüştüğünde vaveyla koparacaklar ama iş işten geçmiş olacak. Ne diyelim gazeteciliğin yasak olduğu “Muhteşem Yüzyıl” olarak kodladıkları yeni ‘Türkiye Vizyonu’ senaristleri, yönetmenleri, yapımcıları ve hatta muhalefet görünümlü figüranlarına hayırlı olsun.