Selman Çiçek
8 Haziran 1992 yılında henüz 27 yaşında, belki de bir ömrün en güzel zamanlarında bir gazeteci, karanlık güçler tarafından Diyarbakır’da evinin yakınlarında katlediliyor. O gazeteci Hafız Akdemir. Özgür basın geleneğinin kurucularından, ilk fenerlerinden… Onun ışık tuttuğu yoldan binlerce gazeteci yetişerek onun öğrettiği şekilde hakikati her daim yazdılar. Bombalandı gazete büroları, katledilmeye devam edildiler, çoğu zaman tutuklandılar ama hiç vazgeçmediler. Özgür basın geleneği hakikati yazmaktan asla vazgeçmedi.
Belki kimilerine göre tesadüf ama bizler için asla tesadüf değil. Kürtlerin hayatlarında dönüm noktası olan tarihlerin bilinçli şekilde seçilerek yaşanan travmaları daha da derinleştirmek istiyorlar. 8 Haziran 2022 de bu tarihlerden biri.
Sabahın beşinde, gün daha aymadan telefonlarımız çalmaya başladı. Bir gazeteci için şaşırmayacağımız bir olay. Yine bir operasyon yapıldığını ve masum insanların alındığını düşündük. Haber kaynaklarımızdan gelen telefonlar olduğunu başta düşündük. Ama isimler tek tek gelmeye başlayınca, operasyonun esas konusunun bu sefer biz olduğunun farkına vardık. Gazetecilik böyle bir şey. Olay sensin, bunu yine haberleştiren de sensin. Evet belki ilk başta üzüldük, ama onlardan öğrendiğimiz şekilde bu hakikati de insanlara ulaştırmak için bilgisayarların başına geçtik.
Arkadaşlarımız için alanlardaydık
Gün aydınlığa kavuştuğunda günün özeti: 20’si gazeteci, bir basın emekçisi gözaltına alınmıştı. İşte neden özgür basın olduğumuzu bize idrak edecek süreç de böyle başladı. Tam sekiz gün boyunca hem hakikati insanlara taşıdık hem de gazeteciliğin aynı zamanda hakikat için direnme olduğunu gösterdik.
Her gün arkadaşlarımız için alanlardaydık. Her gün biraz daha sayımız artıyordu. Her yeni gün de yeni yüzler katıldı açıklamalarımıza. Belki de Diyarbakır’daki son günlerdeki en kitlesel eylemsellikler oldu. İlk gün etrafımızı saran yüzlerce polis bile, diğer günlerde halkın sahiplenişini gördükçe birer adım geri çekildiler. Son dönemde özellikle eylemlerde uyguladıkları polis kuşatmasını biz kırdık. Kuşatma ile eylemcilerin halk ile temasını engellemeyi amaçlıyorlardı. Ama halkın gazetecileri sahiplenmesi onlarda büyük bir kırılma oldu.
Bilgisayarlara el koydular ama gazete çıktı
Baskın düzenledikleri bütün kurumların önüne giderek “Susmayacağız” dedik. Ve öyle de oldu. Baskın düzenledikleri Xwebûn bürosunda tüm bilgisayarlara el koymuşlardı. Ama orada çalışan arkadaşlarımız büyük bir özveri ile sabahlara kadar çalışarak o gazeteyi yine çıkardılar. Baskın düzenlenen ilk kadın ajans olma özelliği taşıyan JinNews, yayın akışını hiç aksatmadan haberlerini girmeye devam ettiler. Gazetenin çıkması, haberlerin girmesi, programların yapılması operasyondaki ikinci kırılma oldu.
40 derece sıcakta 24 saat bekleyiş
Sekiz gün boyunca hiç susmadık, pes etmedik. Gazetecilik için söylenecek ne varsa söyledik. 15 Haziran’da sabah saatlerinde arkadaşlarımızın adliye getirildiğini duyduk. Hemen işlerimizi hal ederek dayanışma için adliyenin önüne gittik. Adliyeye vardığımızda yüzlerce insanın toplandığını gördük. Adliyenin önü belki hiç bu kadar kalabalık olmamıştı. Aşırı bir sıcağa rağmen insanlar, dayanışmak için gelmişlerdi ve diğer günün sabahına kadar kimse o alanı bırakmadı. Bu sahipleniş operasyonun üçüncü kırılması oldu.
Roger Baz’ın bitmeyen enerjisi
Özellikle gözaltındaki arkadaşların ailelerinin kararlı duruşu hepimize umut oldu. Hiçbirinin gözlerinde bir endişe yok, hepsinin tek bir derdi var, kalemleri yerde kalmayacak. Hele Ramazan Geciken’in 3 yaşındaki oğlu Roger Baz’ın enerjisi hepimize büyük moral oldu. Hepimizde 8 günün yorgunluğu olsa da Baz’ın enerjisi hepimize güç verdi. Bir dakika bile oturmayarak herkese moral saçtı.
16 Haziran’da sabaha doğru 03.13 sularında delilsiz, hiçbir kanıta dayanmadan sadece yaptıkları haberlerden dolayı 16 arkadaşımız tutuklandı. Bu sefer sabahın ilk ışığını bizim sloganlarımızla aydınlattık. “Özgür Basın Susturulamaz” sloganları ile gecenin karanlığını yırttık. Hiç susmadık, sesimiz tüm Diyarbakır’da yankılandı. Polisler bile yaklaşık 24 saat bekleyenlerin bu enerjisine şaşırmışlardı. Biz tutuklanan arkadaşlarımızı görmek için adliyenin arka kapısına sloganlarla yürüyüşe geçtiğimizde, onlar o kadar yorulmuş ve bitkin düşmüşlerdi ki bize yetişemediler. Yürümekte bile zorluk çeken polisler koordine bile olamadılar. Bu da onlardaki dördüncü kırılma olmuştu.
‘Aziz’in kalemini yerde bırakmayın’
Bu tutuklamalara şaşırdık mı? Hayır. Çünkü hakikati haykırmanın her zaman bir bedeli olduğunu biliyorduk. Ve bizler bu bedeli seve seve yıllardır ödüyoruz. Ve ödemeye de devam edeceğiz hakikati yazmak için. Biz yazmaya devam edeceğiz, susmayacağız. Geceye en güzel sözü Aziz Oruç’un eşi Hülya Oruç söylüyor. Önce bize dönerek ‘Aziz’in kalemini asla yerde bırakmayın’, sonra da polislere dönerek, “O kalemi ben taşıyacağım, iki küçük çocuğu taşıyacak” diye haykırıyor. Aynı tepkiyi diğer aileler de veriyor. Bu tepkiler, tutuklamaları verenlerdeki beşinci kırılma oluyor.
Tutuklanmaların ardından yine alanlara çıktık. Arkadaşlarımız için haykırmaya devam ettik. Köşelerimize çekilmedik. Yarın da haykıracağız. Bu kararı verenleri kırmaya devam edeceğiz. Arkadaşlarımız serbest bırakılıncaya kadar gazeteciliğin direngenliğini defalarca göstereceğiz.
10 günlük sürecin özeti ise: Gazetecilik direndi, onlar kırıldı…