Hazar Aksoy/İstanbul
Son birkaç gün içinde sırayla Tufan Türenç’in “Babıali’nin Öteki Yüzü”, Tuğrul Eryılmaz’ın “68’li ve Gazeteci” ve Kadri Gürsel’in “Ben de Sizin İçin Üzgünüm” isimli üç kitabını okudum. Hepsini bitirmek bir haftamı almadı. Oysa biz gazetecilerin günlerinin oldukça yoğun geçtiği ve yapmamız gereken pek çok işimizin olduğu tahmin edilebilir. Ben kendi adıma anı kitaplarını severim.
Bir de bunlar benim yakından tanıdığımız gazeteciler, yakın tarihe en yakınından tanıklık etmiş kişiler olunca, kitapları elimden bırakamadım. Kendi adıma, her üç kitapta da, neredeyse tanımadığım her hangi bir kişi yoktu. Yaşananlar, yaşanmışlıklardan ilk defa duyduğum şeyler o kadar az ki! Ama yine de bildiklerimin ayrıntılarını okumuş oldum. Henüz bilmediğim bazı konular ise, belleğime yerleşmiş oldu. Bu durumda, son 40-50 yılı, şöylesine bir gözden geçirmiş ve olup bitenler hakkında bir muhasebe yapmış oluyorsunuz.
Ben her üçünü de zaman buldukça okumanızı tavsiye ederim ama özellikle Tuğrul Eryılmaz’ınkini (Aslında kitap, Asu Maro’nun yaptığı bir nehir röportaj ama anlaşıldığı kadarıyla Eryılmaz, dümeni hiç bırakmamış) çok daha fazla seveceğinizi sanıyorum. Özellikle ilkokulu Diyarbakır-Sur’da, orta-liseyi İzmir’de okumuş ve bir nevi üniversiteyi ise Londra’da tamamlamış birinin edinmiş olduğu dünya görüşü gerçekten de önemli. Yıllarca Hürriyet gazetesinin mutfağında bulunmuş olan Tufan Türenç’in anı kitabından başladım ben okumaya. Biraz da tarih sırasına koymuş oldum kitapları yani. Türkiye’deki sağ politikayı belirleyen ve dahası yöneten (Nitekim onlar, hep kendilerine, “Basının Amiral Gemisi”, dediler) bir gazete durumundaki Hürriyet’e yakından bakma fırsatı bulmuş oldum. İktidara hangi parti gelmiş olursa olsun, devleti onlardan daha iyi bilen, iktidara rağmen, devleti koruyan yazı işleri müdürlerinin kafa yapısını anlamaya çalıştım bu kitapta. İkinci sırada Tuğrul Eryılmaz’ı okudum ve onun kitabı hakkında ne düşündüğümü yukarıda belirtmiştim. Kadri Gürsel’in kitabına gelince, orada son 10-15 yılda yaşananların nedenine yakından bakma şansımız oluyor.
Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonda, kendisine düşen payı anlatan Kadri Gürsel’in gençlik yıllarına da uzanıyoruz. Patronların gazetecilikten başka bir iş yapmadığı dönemlerdeki ana akım medyayı özleyen ve ana akım medya üzerine bir tartışmanın başlamasına neden olan Kadri Gürsel’e birçok gazeteci cevap vermişti. Ana akım denilen ve esasen gerektiğinde hükümeti bile aşarak devlete çok daha akıllıca sahip çıkan medya anlayışına, en güzel cevapları aslında Özgür Basın Geleneği’nin duayenleri verebilirdi. Ama onlar, böylesi bir ortamda “gazetecilik nasıl yapılmalı” tartışmasına pek girmek istemediler her nedense. Sonuç olarak, sözünü ettiğim üç kitap, başta gazeteci arkadaşlarımız olmak üzere, hepimizin okuyacağı, okumasında yarar olan kitaplar…