AKP’nin seçim sonrası iç ve dış politikalarına ilişkin Sincan Cezaevi’nde bulunan gazeteci Sedat Yılmaz’ın sorularını yanıtlayan gazeteci Hüseyin Aykol, Erdoğan’ın tek derdinin ayakta kalmak olduğunu söyledi
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), seçimlerin ardından yeniden yapılanma şiarıyla gerçekleştirdiği halk toplantılarını sürdürüyor. Yeşil Sol Parti güçlü bir eleştiri ve özeleştiri süreci ile yerel seçimlere giderken, bir kez daha AKP Genel Başkanı Erdoğan seçimlesi ise yeni krizleri birlikte getirdi. Ülke içinde “zam yağmuru” sürerken, AKP’nin dışa yayılmacı politikaları ise sekteye uğruyor.
Sincan Cezaevi’nde bulunan gazeteci Sedat Yılmaz, gazeteci-yazar Hüseyin Aykol’a AKP’nin iç ve dış politikasına dair soru gönderdi. Yılmaz’ın sorularını yanıtlayan Aykol, Edoğan’ın tek derdinin ayakta kalma olduğunu söyledi.
- Türkiye bir seçimi geride bıraktı. Erdoğan ve AKP tartışmalı da olsa az farkla iktidarını sürdürecek gibi. Yeni kabine açıklandı ve göreve başladı. Yorumların çoğu Erdoğan’ın kabineyi Batı politikalarına yakın veya o çizgiye mesaj olduğu şeklinde yapılıyor. Erdoğan’ın ‘seçilmesi’ ve yeni kabinesi Batı merkezlerinde nasıl görüldü veya denildiği gibi karşılık buldu mu?
AKP iktidarının özellikle seçim kampanyalarında belirttiğinin aksine, Batılı liderler Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını sürdürmesinden memnunlar. Seçim sonuçları açıklanınca, sanki Batılı liderler onu aramayacaktı ve sadece Körfez şeyhleri kendisini kutlayacak gibi bir hava estirilmişti. Oysa neredeyse tüm Batılı liderler Erdoğan’ı yeniden seçildiği için onu kutladılar. Erdoğan’ın yeni kabinesi, Batı’ya ‘yeni’ bir şey söylüyor mu pek bilemem ama AKP teşkilatlarına şunu söylüyor: Sıranızı beklerseniz, hepimize bir koltuk verebilirim. Aslında sadece bakanlık değil, bakan yardımcılıkları da dağıtılıyor. Dahası bakan yardımcısı sayısı birdi. Şimdi onu da ikiye çıkarmışlar. 30 bakanlık varsa, 90 kişiye koltuk dağıtılıyor!
- Özellikle kabinede bazı isimler çok öne çıktı. İstihbaratçı birinin hariciyenin başına getirilmesi uluslararası literatürde nasıl yorumlanıyor ve bunun karşılığı nedir?
Aslında devlet geleneğinde pek fazla bilinmeyen bir prosedür var: İstediğiniz kişiyi vali ya da büyükelçi atayabilirsiniz. Yeter ki, 18 yaşını doldurmuş bir Türk vatandaşı olsun ve okur-yazar olsun. Yani Dışişleri Bakanı’nın illaki diplomatik kariyeri olması gerekmiyor. MİT başkanları da MİT’in içinden yetişmiş olması gerekmez. Elbette ‘özel’ bazı nitelikleri olması gerekiyor ya da vardır herhalde! ABD ve İsrail gibi dünyanın başka yerlerinde de istihbarattan gelen kişinin dışişleri bakanı atanması oldu. Ancak ben bu atamayı, daha çok Hakan Fidan’ın Erdoğan’ın yanından ayırmadığı bir kişi olarak, bir yerlere atanması, bir yerlerde tutulması olarak değerlendiriyorum.
- Bir diğer isim ise ekonomiyi yönetecek; daha önce kovulmuş Mehmet Şimşek. Bir kurtarıcı olarak bakılıyor. Uluslararası para fonları, finans çevreleri, para baronları mevcut durumu nasıl analiz ediyor?
Evet! Erdoğan 5-6 yıl önce kovduğu Mehmet Şimşek’i yeniden maliyenin başına getirdi. Onun bulduğu Merkez Bankası Başkanı’na ‘evet’ dedi. Uluslararası finans çevreleri, elbette Mehmet Şimşek’i eski bakan Nebati’den daha fazla ciddiye alacak. Nebati ve eski Merkez Bankası Başkanı, Erdoğan’ın faizleri her ne pahasına olursa olsun indirme politikasına uygun davranırken; Mehmet Şimşek enflasyonu uzun vadede düşürme adına faizleri yükseltmeye başladı. Batı, kapitalizmin ruhuna uygun davranan Mehmet Şimşek’le daha uyumlu çalışabileceğini düşünüyor. Ama bu atamayla ilgili asıl gümbürtü içeride yaşanacak gibi. Yani yerel seçimlere doğru, halkın yeni vergilerden yükselen feryadına cevap olsun diye Mehmet Şimşek görevden alınabilir. Böylece son vergi zamlarının sebebi olarak gösterilen Şimşek, yeniden kovulabilir!
- Vize sorunu gündemin başlarına tırmanmış durumda. Batılı ülkeler bu bilginin doğru olmadığını söylüyorlar. Dahası sorunun vatandaşlık verilen mültecilerle ilgili olduğu değerlendiriliyor. Erdoğan iktidarına karşı tavır mı konuyor; yoksa mülteci korkusu mu?
Benim pasaportuma el konulduğu için vize konusu beni ilgilendirmiyor(!) Şaka bu yana, her türlü yolu deneyerek ülkelerine ulaşan ve iltica etmeye çalışan göçmenler, Batı’nın en büyük sorunlarından biri. Gerçekten ülkemizden pek çok genç, bir şekilde Avrupa’daki ülkelere sığınma peşinde. Bu yüzden vize taleplerinin reddedilmesi en yüksek orana ulaşmış bulunuyor. Ama özellikle Afganistan, Ortadoğu ve Afrika’da çıkardıkları savaşlarda yaşanan katliamlardan kaçıp Avrupa ülkelerine sığınmak isteyenlere Batı’nın yaklaşımı hiç de insani değil. Kendilerine ulaşanların arasından seçtikleri nitelikli kişilere iltica hakkı verirken; istemedikleri insanların Türkiye’de kalması ya da kimi Afrika ülkelerine gönderilmesi için ellerini cüzdanlarına atmaktan çekinmiyorlar.
- ABD ile ilişkilerde İsveç’in NATO’ya üyeliği konusu ne kadar önemliydi?
NATO’da kararlar oybirliği ile alınıyor. Türkiye ya da daha doğru deyişle AKP-MHP koalisyon hükümeti, kendilerine sığınmış Kürtlere yeterince baskı yapmadığı için İsveç’in NATO’ya üye olmasına karşı çıkıyordu. ABD Başkanı Biden ile kısa bir görüşme, Erdoğan’ın bu konuda ikna edilmesini sağladı! Görünürdeki ‘kazanım’ ABD’nin Türkiye’ye F-16 uçağı satabilme ihtimali. Arka planda başka neler var bilemiyoruz; mesela oğul Erdoğan ile ilgili rüşvet söylentilerinin ciddiyeti olabilir mi? Ancak en ciddiye almamız gereken şey ise, Erdoğan’a Rojava’da Kürtlere yönelik operasyonlarında verilmiş olan tavizlerin uzatılması, hatta genişletilmesi olabilir maalesef.
- Rusya ve İran’ın dahil olduğu Suriye konusunda Astana toplantıları sürüyor. Suriye ile normalleşme ve Esad ile görüşme girişimleri ne aşamada? Sizce normalleşme mümkün mü?
Öncelikle toplantılar artık Astana’da sürmeyecek galiba. Kazak yetkililer, pek ya da hiç işe yaramayan bu toplantılara ev sahipliği yapmaktan sıkıldılar. Erdoğan, özellikle seçimler öncesi Suriye ile ‘normalleşme’ adımları atmak istiyordu. Ancak Beşar Esad, Türk tarafının öncelikle Suriye topraklarından çıkmasını istiyor. Bu yapılmadıkça, masaya oturmayacaklarını belirtiyor. Türk ordusu, girdiği ve kalmakta olduğu Suriye topraklarının kimi başka yerlerinden çekilebilir ama İdlib’in boşaltılması, Türkiye’ye on binlerce cihatçı militanın doldurulması demek olacağından, sorunun çözülmesi için kısa vadede adımlar atılması bence mümkün gözükmüyor.
- Yine Mısır ile görüşmeler var. Sizce Türkiye dış politikada neden bir değişime gitme ihtiyacı duydu? Peki gerçekten böyle bir istek var mı? Bu gelişmeleri Kürt sorunu bağlamında değerlendirir misiniz?
Erdoğan, uyguladığı dış politika ile Türkiye’nin AB üyeliğini hedefleyen yürüyüşünü durdurmakla kalmadı; esasen yönünü döndüğü Ortadoğu’da da yalnız kalmasına neden olmuştu. Daha önce, en ağır hakaretlerle andığı ve uluslararası toplantılarda aynı masaya oturmaktan bile imtina ettiği Sisi ile el sıkıştı ve Mısır ile karşılıklı büyükelçiler atandı. Aslında pek de samimi olmayan bu adımların Türkiye’nin çıkarları açısından kısa sürede bir kazanıma dönüşmesi kolay değil.
- Rusya’da patlak veren paramiliter güçlerin (Wagner) isyanı, bu güçlere sahip olan diğer devletleri de bu konuda düşünmeye sevk edecek mi?
Rusya’daki isyan girişimi, ABD’de Blackwater üzerine bir tartışma yaratmadı. Rusya’da ise, daha isyanın hemen ardından, Wagner’in Afrika’daki ‘operasyonlarına’ devam edileceği açıklanmıştı. Dahası son günlerde Moskova’ya yürüyüşe geçenin Wagner değil, başka bir grup olduğu yönünde dedikodular var. Bu konudaki değerlendirmeler, Türkiye’deki 15 Temmuz’u aslında kim yaptı, tartışmalarına benzemeye başladı. Yani bu isyandan galiba hiç kimse yer almadı!..