Kürt gazeteciler yönelik operasyonu değerlendiren Mezopotamya Ajansı editörü Sedat Yılmaz: Gerçeği boğmak istiyorlar
Hüseyin Kalkan
Polisin yandaş medyaya servis ettiği fotoğraflar nasıl bir operasyon yaptıklarını da gösteriyordu. Kameralar, fotoğraf makinaları, gazeteler, dergiler, kitaplar suç delili olarak masaların üzerine dizildi. Bunlar ‘PKK’nin Basın Komitesi’ne Operasyon’ diye servis edildi. Mezopotamya Ajansı’nın (MA) editörlerinden Sedat Yılmaz, “Dünyanını her tarafında bunlar gazetecilerin mesleklerini icra etmek için kullandığı araçlardır. Böylece bütün dünya nasıl bir operasyonla karşı karşıya olduğumuzu onların servisi ettiği fotoğraflarda görmüş oldu” diyor. MA editörü Sedat Yılmaz’la Kürt gazetecilerin neden tutuklandığını, zamanlamasını ve arka planını konuştuk.
Operasyonun 3 nedeni
Yılmaz, olayın zamanlamasına dair şunları belirtiyor: “Zamanlamasına dair birkaç gelişmeyi sıralayabiliriz. Bunların en önemlisi Türkiye’nin Irak Kürdistan Federe Bölgesi’nde sürdürdüğü operasyon. Türkiye burada ciddi anlamda tıkanıklık yaşıyor. Bütün askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik gücünü harekete geçirmesine rağmen istediği psikolojik üstünlüğü sağlayamıyor. Hem Türkiye kamuoyunda sağlayamıyor, hem Kürt kamuoyu üzerinde korku, endişe, yılgınlık yaratamıyor. Bu bir, ikincisi yine hükümetin açıklamalarına göre Kurban Bayramı’ndan sonra Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik yeni bir askeri operasyonun hazırlıkları yapılıyor. Ve bu operasyon icra edilirken Kürtlerin sesinin kısılması isteniyor. Hem Kürt kamuoyuna hem dünya kamuoyuna gerçeklerin aktarılması, gerçek haberin dolaşıma sokulmasını engellemek, Kürtleri sessizliğe boğmak ve Kürtlerle dayanışmanın önüne engel koymak istiyorlar. Bir sessizlik içinde Kürtlerin kazanımlarını boğmak istiyorlar. Yine bu operasyonlardan bir sonuç elde ederse bunun üzerinden hamaset yaratarak baskın bir seçime gitmek istiyorlar. Hem Millet İttifakı hem Cumhur İttifakı dışında önemli bir potansiyele sahip ve önü açık olan Türkiye demokrasi hareketinin birlikte mücadele zeminini bertaraf etmek istiyorlar. Bu üç nedeni sayabiliriz.”
Gazetecilik yapma araçları
Yılmaz, operasyonun geniş kapsamlı bir operasyon olduğunu ve gazetecilik yapmayı engellemeye yönelik olduğunu söylüyor. Geçmiş yıllarda yapılan benzeri operasyonlardan örnekler veren Yılmaz, susturma çabalarının beyhude olduğunu belirtiyor. Yılmaz, şunları ekliyor: “Kapsamına gelince kapsamı çok ciddi bir kapsam. Toplu gözaltı ve tutuklamaları geçmiş yıllarda da yaşamıştık. KCK Basın Komitesi adı altın 2011 yılında benzer operasyonlar yaşadık. KHK’lerle Kürtlerin birçok radyo, televizyon ve gazetesi kapatıldı, mallarına el konuldu. Bu defa sadece gazetecileri tutuklamakla kalmadılar, bu kurumları çalışamaz hale getirmek için adımlar attılar. Araç ve gereçlerin tamamına el koydular. Gazetecilik yapmak için gerekli olan ne varsa götürdüler. Bu hukuk dışı bir şey, anayasaya aykırı bir şey. Çünkü varsa aradığınız bir şeyin imajını alırsınız. Bunun yerine kabloya kadar, prizlere kadar, kitap ve dergilere kadar bütün materyallere el konuldu. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nün yandaş basına sızdırdığı fotoğraftan da anlaşılıyor ki el konulan ‘suç’ malzemeleri gazetecilik yapmak için gerekli olan materyallerdir. Kameralarımız, fotoğraf makinalarımız, yayınladığımız ürünler (Dergi, gazete, kitap), bunlar birer suç delili olarak sergilendi. Böylece bütün dünya bu operasyonun gazeteciliğe yönelik bir operasyon olduğunu onların sızdırdığı fotoğraftan öğrenmiş oldu.”
Haber dilini sorgulamak
Kürt gazeteciler emniyette susma haklarını kullandılar. Çünkü gazetecilik polislik bir iş değildi ve polislerle konuşulmazdı. Ancak savcılıkta onları başka bir sürpriz bekliyordu. Savcı haber diline ve yayın politikasına dair sorular sordu. Hatta sözcük sözcük haberleri tartışmak ve orada bir suç üretmek istedi. Sedat Yılmaz savcıların bu çabalarını şöyle değerlendiriyor: “Ötekileştirdiği Kürt basınının kullandığı haber dilini kendince kriminalize eden bir şablon çizilerek ve bunun üzerinden uydurulmuş mantıksız ve anlamsız sorularla suçlamalar yöneltildi.”
‘Evet biz farklıyız’
Gazeteci olarak devletten farklı bir noktada baktıklarını, bunu inkar etmediklerini vurgulayan Yılmaz, “Bu bizim varlık nedenimizdir” diyor. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tüm bu suçlamalara karşı hem meslektaşlarımız, hem de avukatlarımız bunlarını suç delili olmayacağını, bunların cevabı verilmiş, tüketilmiş sorular olduğunu (Bir yaklaşım olduğunu) tüm detayları ile ortaya koydular. Burada sahiplenmeyecek hiçbir şey yok. Evet bizim dilimiz farklı, evet bizim yaklaşımımız farklı, evet bizim yayın politikamız farklı, çünkü zaten biz farklı bir yerden bakıyoruz. Onların sorduğu sorular üzerinden gazeteciliğe bakılmaz. Ordan bakıldığında bu gazetecilik olmaz, devlet memurluğu olur. Basın-Yayın Enformasyon Müdürlüğü’nün bir çalışanı olur. İktidarın basın danışmanı olur ama gazeteci olmaz. Dolayısıyla beğenmediğiniz, hoşunuza gitmeyen, sizi rahatsız eden bir dil, bir yayın politikası, bir habercilik anlayışı, tam da gazeteciliktir. Dünyanın her tarafında gazetecilik böyle yapılır. Gazetecilik rahatsız eder, gazetecilik halk adına denetleyendir, halk adına soru sorandır, halk adına hareket edendir, gazetecilik demokrasiyi, hak ve hukuku koruyandır. Gazeteciliğin doğaya, ötekine, ezilene karşı sorumluluğu vardır. Güçlüye karşı güçsüzün sesini duyurmak zorunluğu vardır. Bu hem vicdani, hem ahlaki hem de mesleki bir zorunluluktur. Dolayısıyla sordukları sorular, ortaya koydukları suçlamalar devletin kendi paranoyasıdır, kendi korkularıdır, kendi yaklaşımlarıdır. Bir dayatmadır. Bu dayatmaya boyun eğmeyeceğiz. Biz bunun dışında bir habercilik yapacağız. Zaten varlık gerekçemiz budur. Varlık gerekçemiz hak ihlali yapanların, işkence yapanların, yolsuzluk yapanların, hırsızlık yapanların, doğa katliamı yapanların, kadını, çocuğu katledenlerin, emeği sömürenlerin karşısında olmaktır. Ezilenlerin sesi olmak, onların dünyasını, yaşamını, isteklerini, taleplerini kamuoyu ile paylaşmak bizim yayın politikamızdır. Bizi bunu reddetmiyoruz zaten. Ve bu dili, bu yaklaşımı sürdüreceğiz.”
Büyük dayanışma
Kürt gazetecilere yönelik bu tutuklama kampanyası aynı zamanda bir dayanışma kampanyasına yol açtı. Bazı çevreler sessiz kalsa bile başta gazeteci örgütleri olmak üzere bir tepki dalga dalga yayıldı. Devlet eleştirileri bertaraf etmek için yukarıda sözünü ettiğimiz fotoğrafı yayınladı. Yılmaz, dayanışma dalgası ile ilgili şunları söylüyor: “Çok samimi, çok içten dayanışama örnekleri var. Örneğin operasyon olduktan sonra DİSK Basın-İş’in sorumluluk yüklenmesi. ‘Ne yapılabilir?’ üzerinde bizimle irtibata geçmiş olması, harekete geçip buraya kendi yönetici ve üyelerini göndermiş olması, 800 gazetecinin imza attığı bir metne öncülük etmesi. (Ki bunların arasında 62 basın yayın kuruluşu var.) Buna öncülük etmiş olması, bununla bağlantılı birçok duyarlı gazeteci arkadaşımızın buraya gelip bizimle dayanışma örneği göstermesi. Medya omdusmanı Faruk Bildirici’nin olayın ilk gününden itibaren hem katıldığı programlarda hem sosyal medya hesabında ifade ettiği görüşler kıymetliydi.”
Herkes için demokrasi
Gazetecilerin tutuklanması sadece Türkiye’de değil dünyada da tepki ile karşılandı. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Dünya Gazeteciler Sendikası, Alman Gazeteciler Sendikası başta olmak birçok uluslararası basın kuruluşu açıklama yaptı. Devlet yetkililerine ulaşıp bilgi almak istediler. Sedat Yılmaz uluslararası çaptaki dayanışmalarla ilgili şunları söylüyor: “Dünyanın birçok ülkesinde destek ve dayanışma mesajları aldık. Endonezya’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) kadar onlarca ülkede onlarca basın organı, binlerce gazeteci bizimle dayanışma mesajı paylaştı. Haberimizi iyi gördüler. Bunlar çok kıymetli şeylerdi. Türkiye’de bazı emek ve meslek örgütleri sosyal medya hesapları üzerinden paylaşımlarda bulundular. Ama bunun yanı sıra bizim gazeteci olup olmadığımız tartışan, düşünen, hala tavır almak için savcılık iddialarının ortaya çıkmasını bekleyen, hükümetin ne söyleyeceğini bekleyen çok geniş bir çevre var. Üstelik bunlarını için de bizleri çok yakından tanıyan insanlar da var. Bir tartışmaya mahal vermemek için isim belirtmek istemem, ama acaba bunlar gazeteci midir diye düşünen birçok çevre var. Bu inciticiydi bizim açımızdan. Geçmişte bu nedenle özeleştiri yapanlar oldu. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın buna dair birkaç yazısı var. Bugün de aynı noktada olanlar var. En önemlisi geleceğin Türkiye’sini tasarlayan, bugünkü Türkiye’den kurtulmak isteyen birçok çevre Kürtler söz konusu olduğunda sessizliği sürdürüyorlar. Kürtlerle ilgili bir şey söylememek için kırk dereden su getiriyorlar. Muhalefette olduğunu söyleyen partiler, yapılar, sivil toplum örgütleri var. Bu aslında Türkiye’nin içinde olduğu cehennemi sürdürme anlayışıdır. Sadece demokrasiyi kendisine istemek, sadece basın ve ifade özgürlüğünü kendisine istemek, sadece kendi gazetecisinini hürriyetini, özgürlüğünü istemek zaten yaşadığımız Türkiye’nin şablonudur. İktidar aynı şeyi yapıyor. Yarının Türkiye’sini tasavvur edenler ne derlerse desinler, Kürtlerin yaşadığı bu baskılara, bu şiddete karşı çıkmazlarsa bir sonuca alamayacaklardır.”
Kayıp olan demokrasi
Sedat Yılmaz, Kürtlerle dayanışmanın zorunluluğunu şu sözlerle anlatıyor: “Türkiye kendi demokrasisini Kürt coğrafyasında kaybetti. Türkiye kendi ekonomisini Kürt coğrafyasında batırdı. Türkiye kendi sosyal-kültürel gelişmesini Kürt coğrafyasındaki asimilasyon politikaları nedeni ile kaybetti. Türkiye’nin agresif, savaşçı dış politikası Kürt sorunundan kaynaklı. Dolayısıyla biz diyoruz ki kaybettiğiniz demokrasiyi, kaybettiğiniz ekonomiyi, kaybettiğiniz ahlak ve vicdanı kaybettiğiniz yerde aramak zorundasınız. Yani Kürt coğrafyasında aramak zorundasınız. Burda kaybedileni burada bulmak zorundasınız. Bu da bize yapılanı reva görmekle olmaz. Tek başına bu durumdan çıkış olmayacağını kendileri de görüyor, kamuoyu araştırmaları da gösteriyor. Kürtsüz hiçbir adım atamazsınız. Atarsanız da elinizde kalacak olan AKP iktidarı olur.”
Bize yapılana halk kayıtsız değil
Sadece gazetecilik örgütleri değil, Diyarbakır halkı da gazetecilere kol-kanat gerdi. Dolmuşçular, halk otobüsü sürücüleri tanıdıkları gazetecilerden para almak istemediler, cafelerde oturdukları zaman esnaf çay parası almak istemedi. Yılmaz, halkın sahiplenmesini şöyle anlatıyor: “Halk neler olduğunun farkında. Müthiş bir reaksiyon var. Türkiye’nin medyasına, kamuoyuna yansımasa da biz bunu içsel olarak, ruhsal olarak ve fiziksel olarak hissediyoruz. Halk bizimle yan yana çok büyük bir dayanışma içerisinde, çok büyük bir sahiplenme var. Mahallede, sokakta gözünün bizde olduğunu, bizi izlediğini biliyoruz. Bütün iletişim araçlarını kullanarak bizimle iletişime geçen bir halktan söz ediyoruz. Kürt halkı politize olmuş bir halktır. Biz olmasak bile yolunu bulacak bir halk gerçekliğinden bahsediyoruz Bizim moral ve motivasyonumuzda gerileme olmamasının kaynağı da burasıdır.”