Mesleki faaliyetleri nedeniyle yargılandığı davada tahliye edilen MA editörü Abdurrahman Gök: Kemal’in 40’ında annesi ben görmek istemişti ve Malatya’ya gittim. Anne benim gözlerimi öperek, ‘Bu gözler benim Kemal’imin hakikatini ortaya çıkardı. Bu gözler Kemal’imi gören son gözlerdir’ dedi. Temel motivasyon biraz bu oluyor
Amed’de 2017 Newrozu’nda üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un polis tarafından katledilmesini fotoğraflayan Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Abdurrahman Gök, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 25 Nisan’da gözaltına alındı. 4 gün sonra Diyarbakır Adliyesi’ne sevk edilen Gök,“örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Gazeteci Gök, Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 5 Aralık’ta görülen ikinci duruşmasında tahliye edildi. Tutuklandığında “Faşizm yenilecek” diyen Gök’ün, tahliye edildiğinde de ilk sözü “Hakikatler sonlarını getirecek” oldu. Gök, MA’nın sorularını sorularını yanıtladı.
- 2017’de Kemal Kurkut’un katledilmesi anına dair fotoğrafları çekmenizin ardından sistematik bir şekilde hedef alındınız. Devleti rahatsız eden neydi?
21 Mart 2017 Newrozunu kutlamak için bölgenin birçok kentinden gençler, insanlar Diyarbakır’a geliyorlardı, Kemal Kurkut da o gençlerden birisiydi. Malatya’dan gelmişti ve Newroz alanına girmeden önce üstü çıplak bir şekildeyken, polis kurşunuyla yaşamını yitirmişti. Ancak polis kurşunuyla üstü çıplak bir şekilde yaşamını yitirmesine rağmen kamuoyuna sanki ‘canlı bombaymış’ gibi bir açıklama yapıldı. Böyle yansıtılmak istendi, ismi de açıklanmadı. ‘Newroz alanını kana bulamak isteyen bir canlı bomba etkisiz hale getirildi’ diye bir açıklama yapıldı. Bir gazeteci olarak oradaydım ve saniye saniye o vurulma anına ilişkin fotoğraflar çekmiştim ve daha oradayken o fotoğraflara polis el koymak istedi. Ama saklamayı başardım. Benim fotoğraf çekmediğimden emin olduktan sonra valilik o açıklamayı yapabilmişti. Ancak Dihaber’de o fotoğrafları yayınlayınca, durum netleşmiş oldu. Devletin güdümünde olan gazete ve televizyonlar dahi o fotoğrafları yayınlamak zorunda kaldı. Valilik polisleri açığa aldı. Aslında o fotoğraf devletin bugüne kadar bu tür suçlarda olayın üstünü örtmek için yaptığı açıklamaların doğru olmayabileceğini sorgulatmaya başlayan bir fotoğraftı. Bu nedenle çok önemliydi.
- O günden sonra nasıl bir süreç geçirdiniz?
O fotoğrafları ben çektiğim, koruduğum ve yayınladığım için doğrudan şimşeklerin üzerime çekilmesine neden oldu. Daha bir ay geçmeden evim basıldı. Soruşturma açıldı, daha sonra tekrar evim basıldı. Niçin basıldığını bile hala bilemiyoruz. Bir sene geçtikten sonra yeniden gözaltına alındım, hakkımda ‘örgüt üyesi olmak’ ve ‘örgüt propagandası yapmak’tan soruşturma başlatıldı. Tam da Kemal Kurkut’un faillerinin beraat ettiği davadan birkaç gün sonra o soruşturma davaya dönüştürüldü ve 22 yıla kadar hapsim istendi. Bir gizli tanık üretildi ve o gizli tanık, o dönem Kemal Kurkut için ‘örgüt üyesiydi’, ‘Abdurrahman Gök de örgüt talimatıyla Kemal Kurkut’un fotoğraflarını çekti’ gibi yalan, gerçeğe, akla ve mantığa aykırı bir beyanda bulundu. Buna rağmen o dosyadan hakkımda ‘örgüt üyeliği’nden beraat, ‘örgüt propagandası’ndan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verildi ve şu an Yargıtay’da.
- Duruşmada da, tahliye olunca da Kemal Kurkut fotoğraflarının intikamının alındığını söylediniz…
Ben de o fotoğrafların hakikatini her defasında yansıtabilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Böylece bir tutukluyorlar, bırakıyorlar, bir tanık üretiyorlar, gizli tanık üretiyorlar. Açık tanık diye kadrolu itirafçılar devreye konuluyor. Ve böylece yargı baskısı 2017’den beri artarak devam ediyor. 20 yılı aşkındır gazetecilik yapıyorum. Defalarca gözaltına alındım. Bu mesleğin doğasında olan bir şeydir. Ancak Kemal Kurkut fotoğrafları sonrası bu sistematik bir hal almaya başladı. Bu iddialarla beni tutuklayamayacaklarını biliyorlar ama tutabilecekleri kadar tutmak, uzaklaştırabilecekleri kadar gazetecilikten uzaklaştırabilmek temel amaçları.
Benimle birlikte gözaltına alınanlar içinde gazeteciler, tutuklu yakınları, siyasetçiler, avukatlar, gençler, yaşlı insanlar vardı. Toplumun her kesiminden kişileri gözaltına almışlar ve sonradan öğrendik ki gözaltına alınmasına gerekçe konulan bir tanık var. Ümit Akbıyık diye bir tanık, açık tanık diye vermişler. O günden bugüne kadar yüzlerce kişi hakkında daha ifade vermiş. Yaklaşık 800 kişi hakkında ifadesinin olduğu söyleniyor. Benim için de bu tanığın ifadesi gerekçe kılındı. Ben emniyette polisin avukatıma yönelik tavrı nedeniyle ifade vermedim. Sonrasında savcılığa çıktığımda direk ‘susma hakkınızı kullanmışsınız’ dedi. Susma hakkını kullanmadığımı belirttim.
İtirafçı, “sormuş olduğunuz Abdurrahman Gök” diye cümleyle başlıyor. Kendi iradesiyle kurmuş olduğu bir beyanı yok. ‘Sormuş olduğunuz’ diye başlıyor ve buradan savcının yönlendirmesi ortaya çıkmış oluyor. Bütün bunlar tanığın beyanlarının gerçek dışı olduğunu, benim tutukluluğuma gerekçe yapılmak için oluşturulmuş bir senaryo olduğunu açığa çıkardı.
- “Sormuş olduğunuz Abdurrahman Gök” cümlesi dikkat çekiyor…
Evet, aslında bu bir yöntem haline dönüştürüldü. Bir insanı suçlayıp, en azından bir süreliğine bile olsa cezaevinde tutmanın yegâne yoludur. Fiili bir cezalandırma yöntemine dönüşüyor. Bunu bir aparat olarak kullanıyorlar. Bu aslında yargının da içerisine düşmüş olduğu durumu da gösteriyor.
Evet ben bırakıldım, birçok insan geçmiş olsun mesajı gönderiyor ama daha kendilerine yanıt vermeden gözaltına alınıyorlar. Mesela İrfan Uçar… Antep’te bir köyde yaşlı anası ve babasına bakabilmek için gazeteciliğe bir süre ara vermek zorunda kalmış bir gazeteci gözaltına alınıyor. Ben tutuklandıktan hemen iki gün sonrasında gazeteci arkadaşlarım Dicle Müftüoğlu ve Sedat Yılmaz tutuklandılar. Onların dosyası da neredeyse benimkinin aynısıdır. Matbu ifadelere dönüşmüş artık.
- Özgür Basın geleneğin bir sürdürücüsü olarak, devleti, iktidarları rahatsız eden hakikat gazeteciliği neden önemli?
Kürt gazeteciliği gerçekten hakikate ulaşabilmek, hakikati halka ulaştırabilmek için bedelleri göze alabilen bir gelenekten geliyor. Hakikatin ne kadar kıymetli olduğunun farkında, bunun içinde bedel ödemekten geri durmayan bir noktada duruyor. Bu nedenle Kürt gazetecilere yöneliyorlar. Beni, Sedat Yılmaz’ı, Dicle Müftüoğlu’nu gözaltına almakla aslında susturamayacağını anlıyor ancak bunları takip edebilecek olan bir gazeteci varsa, ‘bunu takip edemesin, aynı yolu denemesin’ diye bir korku yaymaya çalışıyor. Yol temizliği yapabileceğini düşünüyor. Bu nedenle bizler çok hedefteyiz. Şunu da düşünüyor, şimdi siz birisini toplumda ‘öcü’ diye göstermeye başladığınız anda, umutlarını da kırmaya çalışırsınız, umutsuz bırakırsınız, dayanışmadan yoksun bırakırsınız. Kürt gazeteciliğine bu kadar yönelmesinin nedeni de bu.
- Ancak baskılara, katliamlara, bombalamalara rağmen bir ısrar da var.
Tutuklanan her bir arkadaştan sonra geride kalan arkadaşların daha yoğun bir çalışmayla gazeteciliği sürdürdüğünü biliyoruz. Ben buna tanık oldum, meslektaşlarım gönderdikleri mektuplarda bunları anlatıyordu ve bu bana güç veriyordu. Evet, yalnız kaldığınız için, yükünüz ağırlaştığı için orada üzülüyordum ama bu çalışmanın devam ettiğini bilmek de iktidarın tutuklamalarla amacına ulaşamayacağını bilmek de daha büyük bir umut yaratıyordu. O yüzden nafile. Hakikat en büyük korkusudur faşizmin ve faşizmin sonunu getirecek olan da bu hakikattir.
Hiç tanımadığınız insanların hayatlarına yaptığınız haberlerle eğer temas etmişseniz ve bu insanların hayatlarında küçük dokunuş da olsa bir değişiklik yaratmışsanız temel motivasyonuz o oluyor. Kemal Kurkut vuruluyor, ben ismini, cismini bilmediğim halde bu insanın haksız, hukuksuz bir şekilde öldürüldüğünü o fotoğraflarla belgeledikten sonra hayat hikâyesini, ismini öğrenmeye başladım. Öğrendikten sonra da gazeteciliğin ne kadar elzem, ne kadar kutsal bir meslek olduğuna olan inancım daha fazla arttı. Düşünün Kemal Kurkut; eğer o fotoğraflar olmasaydı hala bütün kamuoyu onu canlı bomba olarak bilecekti ve maalesef ama maalesef lanetle anacaktı. Kemal’in 40’ında annesi ben görmek istemişti ve Malatya’ya gittim. Anne benim gözlerimi öperek, ‘Bu gözler benim Kemal’imin hakikatini ortaya çıkardı. Bu gözler Kemal’imi gören son gözlerdir’ dedi. Temel motivasyon biraz bu oluyor. Kobanê’de siz o savaşın içerisinde o insanları kendi topraklarını savunmak için nasıl çıplak elleriyle mücadele ettiğine en yakından tanıklık ediyorsunuz ve bunu yansıtıyorsunuz. Deprem bölgesinde bacağını yitirmiş, kız kardeşini enkaz altında bırakmış, Suriye’deki evinden göçmüş gelmiş, burada da yalnızlığa terk edilmiş birisinin hikayesine temas ettiğinizde ve onun hayatını bir nebze de olsa yaptığınız haberlerle kolaylaştırmaya başladığınızda, onun size olan inancı temel motivasyon noktanız oluyor. Ya da Pazarcık’ta Fidan ablanın ‘güneş ne zaman doğacak’ cümlesini dahi verdiğinizde ve insanlarda bir umut yarattığınızda, o hakikatin ne kadar değerli olduğunu görüyorsunuz.
Yaptığım her haber nedeniyle de insanların hayatına bir nebzede olsa dokunmuşsam, o hikayenin içerisine girmişsem, o hikayede bir parça acı alabilmişsem, hafifletebilmişsem ve bunun sonucunu görebiliyorsam, işte benim hakikate olan inancımı arttıran temel motivasyon bu oluyor.
- Gazetecilik mesleği de bugün tartışılır hale geldi. Bir yandan iktidarın yarattığı ‘gazetecilik’, diğer yandan hakikatte ısrar eden gazeteciler….
İran’dayken Jîna Emînî haberleri için gittiğimde tutuklanmış olsaydım casus olarak yargılanıp idam da edilebilirdim, bunu bilemezsiniz. Irak’tayken Şengal’de çatışmaları takip ederken, gelen bir kurşunla hedef te olabilirsiniz ama gazeteci yaptığı filmle, çektiği belgeselle, yaptığı haberle aslında var olan yargıyı değiştirebileceğini biliyor. Bu nedenle risk almayı göze alıyor. Bugüne kadar 60’ın üzerinde gazeteci Gazze’de yaşamını yitirdi. Sderot’tan da yayın yapmak önemli ama Sderot’tan İsrail’in tarafından bir habercilik yaptığınız zaman hakikate yakın değilsiniz. Gazeteci dil kurarken iktidarın diline göre bir dil kurmaz.
- 2009 yılında Siirt’te Newroz takibinden sonra tutuklandınız ve cezaevine girdiniz. Dünden bugüne cezaevleri arasında nasıl bir fark oluştu?
Bu sefer tutuklandığımda Yüksek Güvenlikli Cezaeviydi, 3 kişilik odalar, daha ağır koşullar, daha tecrit edilmiş bir cezaevi sistemi. Hem görüşe gelmek isteyen aileler açısından hem de orada bulunan tutuklular açısından daha ağır koşulların olduğu bir cezaevi durumu vardı. Ama 2009’da tutuklandığımda da gördüğüm cezaevlerindeki hem baskılara karşı direniş hem tutum hem de bugün ki tutum neredeyse aynıydı. İnsanlar onurlarından taviz vermiyorlar.
Mesela şu an cezaevlerinde bir açlık grevi var. Özellikle PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki bu ağırlaştırılmış tecrit koşullarına bir çözüm bulunamayacaksa, fiziki özgürlüğü yönünde herhangi bir adım atılamayacaksa, farklı bir boyuta evrileceği yönünde endişeler ve kuşkular var. Toplumun cezaevinde gelişen bu durumu bilmesi önemli.
- İçeride tutsakların yaşadıkları dışarıya ne kadar yansıyor?
Oraya gittiğimde şunu anladım, aslında bizim yaptığımız hak ihlali haberleri devede kulak kalabilecek oranda. Cezaevi aslında bir gazeteci için ülkenin check-up’unı çekebilmek için ciddi bir ortam, 7-8 ay boyunca bu ortama tanıklık etmiş olduk, bu da gazeteciliğin farklı bir boyutuydu. Buna birinci elden siz tanık oluyorsunuz, düşünün infazları yakılan insanlar var. Cezaevi İzlem ve Gözlem Kurulları bu umut hakkını dahi tutuklunun elinden alıyor ve tutuklu o gün geldiğinde tahliye olacağı gün geldiğinde akşama kadar ‘acaba tahliye kararım var mı yok mu’ diye düşünmek zorunda kalıyor.
Mesela Ali Amca vardı, Silopili, 31 yıl 3 aydır tutuklu. 30 yıllık cezasını bitirmiş, bir kaşık hafif deforme olduğu için tornavidaya benzetilerek, delici kesici bir alet statüsünde değerlendiriliyor ve ekstradan 2 yıl daha yatırılıyor. Tahliye tarihleri geldiğinde bile insanlar, tahliye olup, olmayacaklarını bilememenin içerisinde ağır psikolojik bir baskıya maruz kalıyorlar.
- Dayanışmanın önemine sık sık vurgu yapılıyor, sizin meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı?
Hakikat konusunda inatçı olmak lazım, vicdan çok önemli. Gazetecilikte 5N1K yetmiyor. Haberde vicdan unsuru önemli. Hiçbir zaman insan vicdanını, özgürlüğünün arkasına gizlememeli. Yani ‘acaba özgürlüğümden olabilir miyim’ düşüncesine kapıldığınız an, vicdanınızdan ödün vermeye başlarsınız. Vicdanınızdan ödün vermeye başladığınız an, hakikatten uzaklaşırsınız. Hakikate sadık kalmadığınız an insanlığınızdan eksiltmiş olursunuz. İnsan kalabilmek için hakikate sadık olmak gerekiyor. Vicdanını özgürlüğüne yeğlemek gerekiyor. Ben birçok bedel ödeyen meslektaşımda bunu gördüm ve buna tanıklık ettikçe insanın kendi hakikatine olan inancı daha fazla artıyor. Gazeteci arkadaşım Dicle Müftüoğlu aynı gerekçelerle tutuklu. Hakikate bağlı kaldığı için tutuklu. Yıllardır hakikatte direttiği için tutuklu. Sedat Yılmaz da öyle. Meslektaşlarımın birbirleriyle dayanışması çok önemli ve hakikate de güç veriyor.
Haber: Eylem Akdağ / MA