Gazeteci Ali Ergin Demirhan ile mevcut rejimin karakteri ve buna karşı mücadelenin esaslarını konuştuk: Bu rejime faşizm demek gerekir. Bu nasıl bir faşizmdir; bir kontr-gerilla koalisyonudur
Yadigar Aygün/Hüseyin Kalkan
Son günlerde siyasi gelişmeler hızlandı. Sadece halka yönelik saldırılar değil, iktidar blokunun kendi içindeki çatışmalar da arttı. Seçim yaklaşırken, iktidar İstanbul Belediyesi’nin imkanlarını seçimlerde kullanmak için belediyeye kayyum atamanın yollarını ararken, bir yandan da Erdoğan seçimlerde kuvvetli bir rakip olarak gördüğü Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye etmek için hamle üzerine hamle yapıyor. Dönemin en önemli gelişmesi ise Halkların Demokrat Partisi (HDP)’ne verilen hazine yardımının kesilmesi oldu. Anayasa Mahkemesi (AYM), karar vermeden, kararını açıklamış oldu. Bu gelişmelerin ne anlama geldiğini ve bizi nelerin beklediğini Sendika.Org’un editörlerinden Ali Ergin Demirhan ile konuştuk. Demirhan, konuşmasına rejimin ismi koyarak başladı: “Bu rejime faşizm demek gerekir. Devletin kurumsal yapısındaki faşizm özelliklerini taşıdığı gibi aynı zamanda son dönemde tüm dünya çapında izlenen neo-faşist hareketlerde gericiliğin çeşitli formlarıyla bir sivil aşağıdan yukarı niteliği olan özelliklerini de birleştirmiş bir rejim; devlet krizine bir tek adam rejimiyle, tek adam yönetimiyle yanıt vermeye çalıştılar. Kriz içerisinde bir faşizmin kendini sürdürebilmesi için de yeni nitelikler kazanarak devam etmesinden bahsediyoruz. Yoksa Türkiye’ye faşizm AKP ile geldi, son referandum ile geldi değil. AKP’de başka bir nitelik kazandı. Şu an var olan iktidarı bir kontr-gerilla koalisyonu olarak tanımlamak gerekir. Bu nasıl bir faşizmdir; bir kontr-gerilla koalisyonudur. Bir partinin iktidarda olduğu basitçe tek adam diktatörlüğü deyip geçemeyiz. Kabaca böyle tanımlayabiliriz bu rejimi.”
Seçim ve demokratik mücadele
Yaklaşan seçim sürecini demokratik mücadele açısından değerlendiren Ali E. Demirhan, Erdoğan’ın yeniden onay almak istediğini söylüyor. Demirhan, şöyle devam ediyor: “Bu seçim sürecinde bir kez daha Erdoğan da onay almak istiyor. Ama kitleler bu iktidardan kurtulmak istiyor. Türkiye’nin çoğunluğu her yönüyle bu iktidardan kurtulmak istiyor. İstediğimiz toplumun kurulması için değil, Erdoğan’ın gitmesi için oy verecek kitleler. Kitleler de bunun bilincinde. 6 Masa dediğimiz şey -ya da aslında restorasyon masası mı diyelim, onarım mı masası mı diyelim?- sistemi değiştirmek değil onarmak istiyor. Kitleler orada nasıl bir ülke istediklerini oylamayacaklar. Bir kişiden kurtulduğunuzda bu durumdan kurtulmuş olacak mısınız? Maalesef kurtulmuş olmayacağız. Türkiye şu an bir ekonomik, sosyal ve siyasal kriz içerisinde. Ama Erdoğan iktidarından kurtularak bir demokratikleşmenin geleceğini beklemek de bir tür bir hayaldir. Aslında faşizmin sınırlandırılması ve krizin derinleştirilmesi olabilir Erdoğan’dan kurtulma süreci.”
HDP’nin dayanılmaz ağırlığı
Türkiye’nin girdiği seçim sürecinde ekonomik ve siyasi krizin derinleştiğini belirten Ali E. Demirhan, demokrasi güçlerinin kendi tutumları ve mücadelelerinde net olmaların gerektiğini ekliyor: “Krizin derinleşeceği bir süreç ama şu aday olursa buna bir şans verelim, buna bir şans vermeyelimden çok, kendi programını işletmeli demokrasi güçleri. Gerçek bir dönüşümden yana olan demokrasi güçleri kendi konularını işletmeli ama seçimin sınırlarını da görmelidir. Millet İttifakı veya Altılı Masa Erdoğan’ı göndermenin anahtarını elinde tutuyor. Burada HDP’nin bir pozisyonu var. Gerçek bir oy gücü sebebiyle HDP’yi görmeme gibi bir ihtimalleri yok. Bu nesnel bir gerçeklik. Arka kapı diplomasisi ile varılacak herhangi bir anlaşmanın da bir hükmü yok. Çünkü bu partiler dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay veren, savaş politikalarına ve savaş tezkerelerine onay veren, HDP’nin dışında bırakıldığı platformlara ulusal çıkarlar doğrultusunda dahil olan ve bunu da kimilerinin söylediği gibi basiretsizlik veya aptallıktan değil gayet bilinçli bir şekilde yapan düzen partileri. Düzenin değişmesi gibi bir dertleri olmayan, o yüzden eskiye dönmekten, restorasyondan, onarımdan söz ediyor. Burada devrimci demokratik güçler, Erdoğan’ın gitmesi için bir taktik geliştirebilir. Yeni gelecek olası iktidarın programının esnetilmesi için, bir takım nefes aralıklarının bırakılması için müdahalede bulunma şansı vardır. Ama kesinlikle eklenilmemeli. Bu süreçteki mücadele de seçim alanıyla sınırlandırılmamalıdır. Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının direniş potansiyeli seçmenlikle sınırlı değil. Çok ciddi bir direniş geleneği var. Yorgun, yorulmuş, baskılanmış, çok kayıp vermiş olmasına rağmen siyasete katılımının tek aracı seçmenlik değil. Türkiye halklarını seçmenliğe indirgerseniz iktidar da çıkar karşınıza kapınızı kapatır, adayınızı yasaklar. Bu koşullardaki bir iktidarla mücadelede salt seçmen muamelesi yaparak bir çağrıda bulunamayız. O yüzden de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da dahil olduğu düzen karşıtı güçlerin toplamının burada seçimlere sırtını dönmeyen ama seçime endeksli olmayan, bu krizin her durumda, her senaryoda sürecek olan bir kriz içinde olduğumuzu bilerek, halkın bağımsız örgütlenmeleri ve eylemiyle müdahaleyi önüne koyan bir strateji izlemesi gerekir.”
HDP’nin toplumsal kökleri
HDP’nin toplumsal kökenlerine ve legal mücadele geleneğine işaret eden Ali E. Demirhan, hazine yardımının kesilmesi ile HDP ile başa çıkılamayacağını vurguluyor. Demirhan, bu konu ile ilgil şöyle bir analiz yapıyor: “Herhangi bir devrimci yapıyı, küçük bir organizasyonu yok edebilecek saldırılar düzenleyebilirsiniz ama Kürt Hareketi’nin böyle bastırılarak yok edilemeyeceği artık toplumsal bir gerçeklik Türkiye’de. Milyonlara yaslanan bir toplumsal gerçeklik. Yasal demokratik alandaki mücadele araçlarının da bir kökü var. Toplumsal kökü var. Türküne de Kürdüne de kabul ettirdi kendini. Yeniden doğmama ihtimali yok. Budarsın yeşerir. Yok edemeyeceğini biliyorsan sınırlandırmayı tercih edersin. Hazine yardımının kesilmesi sınırlandırma, boğma girişimidir. 2015’ten beri biz sürekli yeni hamlelerle ilerleyen bir darbe süreci, darbeler zinciri yaşıyoruz. Mesela bütünüyle parlamentoyu kapatmak gibi bir şeyi tercih etmiyor bu iktidar. Parlamento var. Boğmayı tercih ediyor. Biliyor ki kılıç attığında yenisi çıkacak, belki bir alanı sınırladığında çok daha şiddetli bir şey karşısına çıkacak. O yüzden bu toplumsal gerçeklikle baş edebilmesinin yolu sadece imha değil, pasifikasyon, sınırlandırma, boğma, kolunu bacağını budama. HDP’nin hazine yardımını kestiğinde sadece parasını almış olmuyor. Umut kırma hamlesidir aynı zamanda. Çalışma yapamayacaksın demektir. Kitle bağlarını zayıflatma çabalarıdır hep. HDP bürosunu bastığında öbür gün öldürebileceğini bilse dahi o büroyu açacak birilerinin olduğunu biliyor. İstiyor ki kitle ile bağları kopsun. O polis kalkanı neden HDP milletvekillerini çembere alıyor? Açıklama yaptırmaması, hazine yardımının kesilmesi de bu yüzden. Başka planları var mıdır öyle bir bilgim yok. Kobanê Davası, İBB davası. HDP dışındakiler düşünsün. Diyarbakır Belediyesi’ni verdiğin için şimdi İstanbul Belediyesi’ne konabiliyor. Bugün HDP’nin hazine yardımı kesildiği için yarın CHP’nin de hazine yardımı kesilebilir. HDP aç kalır ama gene yapar çalışmasını, öbür partileri bilemiyorum.”
Kendini savunan demokrasi
“Sen kendini savunma yeteceğine sahip değilsen bu iktidar yasa dışı şiddeti de kullanarak seni siyasetin dışına itebilir” diyen Demirhan, “Bir dönem Peker’in yönettiği esnaf ağlarına dayalı sokak çetesi şimdi Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz’ın önünde olduğu ya da büyük uyuşturucu mafyasına bağlı sokak çetelerinin, Gülsuyu’ndaki Hasan Fırat Gedik’i öldüren katillerin devlet korumasında tutulup yeni bir başka suikastte kullanıldığını görüyoruz. Yeni ağlar var ve bu ağlar içinde cihatçı ağlar da var. Suriye savaşında kullanılmış, eğitilmiş, kimisi dolaylı olarak, kimisi doğrudan yönlendirilen cihatçı ağları var. Kendisini bu şiddete karşı savunmasını bilmeyen demokrasi güçleri, devletin saldırısı karşısında bu şiddetle sınırlanacaktır. O yüzden ikili bir görevimizin olması gerekiyor. Bu iktidardan hoşnutsuz olan kitleleri seferber edebilme yeteneğimizi geliştirmemiz gerekiyor. Diğer yanıyla da faşist şiddete, faşist teröre yanıt verebilecek özsavunma araçlarının geliştirilmesi gerekiyor. Mükemmel senaryolar kuralım demiyorum. Bir mitinge bir intihar bombacısı gelse yapacaklarınız sınırlı. Silahlı bir saldırgan parti büronuza girip sizi tehdit edebilir, ama siz parti bürolarınızın açılmasını sağlıyorsanız, derneklerinizi, sendikalarınızı, eylemlerinizi güven altına alabiliyorsanız, sorun yok. Halkın gündelik hayat içinde geliştirdiği direnişi koruyacak bir öz savunma anlayışının olması gerekiyor. Bu halkın, kadınların, işçilerin, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin bir direnme eylemi mi var, o eylemin, o zaman örgütlenmesi ve donatılması gerekiyor. Korktuğumuzun başımıza geleceği bir süreçteyiz. O zaman korkmak yerine tedbir almakla yükümlüyüz” diyor.
Zor ama…
Demirhan, iktidarın demokrasi güçlerine saldırısının bir sapma değil, asıl doğrultusunun bu olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Şu an yaşadığımız sorunlar bu devletin yapısında bir takım sapmalardan kaynaklanmıyor. Bu devletin yapısı bu. Halklara, işçi sınıfına, ezilenlere verebileceği daha ileri bir şey yok. Bu devletin sınıfsal yapısı itibariyle, onun egemenlik yapısı, rejimi, kurumsallığı nedeni ile faşizmi bir yapıya indirgemeyelim diyorum. Devlet faşizmi AKP’den önce de iktidardaydı. Kökünü 2. Dünya savaşı’nın ardından Amerikan emperyalizmi ile kurulan bağımlılık ilişkisinden alan bir faşizmden, kontr-gerilla oluşumundan bahsediyoruz. Köklü bir değişim olmazsa en fazla makyaj tedbirler olur; en iyi yaşadığınız süreç bir mola süreci olur. Avrupa Birliği süreci ya da Çözüm Süreci’nde olduğu gibi. O kısa soluk araları bile çok katliam getirir. AB süreci aynı zamanda 19 Aralık Katliamı sürecidir. Çözüm Süreci aslında Paris Katliamı sürecidir. Yeni bir savaş, isyan bastırmaya yönelik bir süreçtir. AKP’nin kendisi bir sapma değil, bir mantıksal sonuçtur. Bir yerden saptı da rayına koyacağız değil. Bu devlet bunu doğurdu. Bu devleti yıkmadan demokratik bir devletten söz edemeyiz. Eğer demokratik bir devletten söz edeceksek yıkıp yenisini kurmak lazım. Zor mu? Zor ama olması gereken bu. Ötekisi kolay ama imkansız.”