Dicle Anter
Sene 1920’li yıllar olunca Kürdistan’da eğitim, okuma hakkında fazla konuşmaya gerek yok sanırım. Dili yasaklanmış bir halk. Yalnız dili mi, varlığı dahi kabul edilmeyen milyonlar. Durum böyle olunca kamu alanında yaşanan zorlukların getirdiği anlaşmazlıklar ve bir de buna dil sorunu eklenince suçlu Kürtler oluyor ve işkence görüyorlar.
Fesla anne yaşadıklarından edindiği tecrübelerden tedbirli olmak durumunda. Kocası Anter ağır bir hastalık sonucu yatağa düşünce evi ve çevresini çevirmek onun omuzlarında kalıyor. Ülkenin ilk kadın muhtarı olarak mührü eline aldığında karşısındaki en büyük sorun ”dil sorunu” olarak karşısına çıkıyor. Onun içindir ki Hanse kızından sonra dünyaya gelen oğlu Şeyhmus için planlar yapmaya başlıyor. Oğlu okula gidecek Türkçe öğrenecek ve kamudan gelen kişilerle konuşmalarda tercüman olacak. Böylece köye gelip eziyet ve işkence eden memurların ne istediğini öğrenmiş olacaklar.
Şeyhmus ilkokulu bitirir. Her şey güzel giderken okuma duygusunu iliklerine kadar hisseden oğlu Şeyhmus, ilkokulu bitirdikten sonra evden habersiz yatılı imtihanlarına girer. Bazen “hayat tesadüflerle doludur” denir ya işte size en büyük tesadüf.
Nusaybin ile Zivînge arası 20 km’den uzak bir yoldur. Köyden oraya gitmek o zaman şartlarında oldukça zordur. Köyden biri Nusaybin’den dönüşte helva alır ve aldığı helva bir gazete kâğıdına sarılarak kendisine verilir. Köye gelen helva yenir ama sarıldığı gazete bir insanın hayatını değiştirecek kadar önem taşır. Şeyhmus okumaya meraklı olduğu için o gazete parçasını okur ve bir ay evvel girdiği imtihan listesinde ilk sırada kendi ismini görür.
O Şeyhmus sonradan hepimizin tanıdığı Musa ANTER, Apê Musa, babam, kalplerimizden çıkmamacasına yer alır.
Babam okuma-yazma sevdasını erken yaşlarında yaşamış biri olarak hem gençliğinde, hem de yaşlılığında kalemini elinden düşürmemiş, devamlı olarak kullanmıştır. Kalemini kullanırken haksızlık ve inkârcılığın düşmanı olmuştur. Dünyaya bir Kürt çocuğu olarak gelmenin bir suç olmadığını, her halkın kendi olma gururuyla yaşamaya hakkı olduğunu belirtmiş ve öyle yaşamıştır. Mahkeme salonlarında “Gücünüz yetiyorsa beni Kürt olarak yaratanı sorgulayın” demiştir.
Yaşamı sürgün, cezaevi ve işkenceler içinde geçmesine rağmen hiçbir zaman kalemini elinden düşürmemiştir.
Helva gazeteye sarıldı. Yaşam, dünyamıza helva tadında bir gazeteci, barış insanı, özgürlük savaşçısı, demokrasi savunucusu, hukuk mücadelecisi çıkardı. Ama kalemi helva tadında değil, Urfa biberi acısıyla yoğruldu.