Hrant Dink Türkiye’de faili karanlıkta kalarak öldürülen ilk gazeteci değildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bu anlamda oldukça kapsamlı bir listeye sahip. Listeleme 6 Nisan 1909’da Hasan Fehmi’nin öldürülmesi ile başlayınca, cumhuriyet öncesinde, 1915 yılında ‘tehcir’ esnasında infaz edilen iki Ermeni gazeteci, Diran Kelegyan ve Krikor Zohrab da son yıllarda bu utanç listesine eklendi.
Eğer bu listeyi ‘utanç listesi’ olarak tanımlıyorsak, bu utançtan payımıza düşenle de yüzleşmek zorundayız. 81 milyonu aşkın nüfusu olan bir ülkede, siyasi görüşü her ne olursa olsun, her yurttaşın bu cinayetlerde sorumluluk payı vardır. Salt vatandaşlık bağından doğan bir sorumluluk bu. Neticede bu cinayetlerin büyük çoğunluğu doğrudan devlet tarafından, bir kısmı ise devletin uygun iklimi oluşturması ve yol vermesi ile işlendi.
Geleneksel bir kaypaklıkla, çoğu kez başka türlüsünü taşıyamayacağımız için, toplumu devletin suçlarından ayrıştırma yoluna gideriz. Pratik bir kaçış yoludur bu. Öbür türlü bakıldığında, ortada o kadar ağır bir vebal var ki, doğal olarak kimse altına girmek istemeyecektir. Bu konularda devletin ve toplumun çıkar birliği çerçevesinde içselleştirdikleri ‘Türklük sözleşmesi’ yeni yeni konu edinmeye başlandı.
Neyse ki hükümet son yıllarda hepimizi gazeteci cinayetlerinin vebalinden kurtaracak bir çözüm buldu. Bu etkin yol daha önce akıl edilmiş olsa, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin sitesindeki o utanç listesi de olmazdı. Her neyse, olan olmuş diyerek geleceğe bakmakta fayda var.
Artık Türkiye’de gazeteci öldürmeye ihtiyaç yok, zira hükümet işi baştan sıkı tutarak gazeteleri öldürdü. Bu sonuç çok da kolay elde edilmedi. Maddi-manevi bir hayli bedeli oldu, ama değdi. Başarıldı sonuçta. Gazetecinin hedef olmasında, iktidarın benimsemediği haberler ve yorumlarla kamuoyu oluşturması riski vardı. Ülkede gerçek anlamda gazeteler yayınlanırken, o gazetelerdeki haber ve yorumlar toplumun eğilimlerinde etkili olur, köşe yazarlarının fikirleri insanlar arasında tartışılırdı. Gazetelerin öldürülmesi ile tüm bunlar geçmişte kaldı. Günümüzde yine bir dizi gazete basılıyor, ama okunduklarını söylemek oldukça zor. Öncelikle basın, yanı basılı medya artık bir haber alma mecrası değil. Hiç kimse olan bitenden haberdar olmak için gazete alma ihtiyacı duymuyor. Giderek azalan okur kitlesi ise, halen eski bir alışkanlığı sürdürmeye çalıştığı için gazete almakta. Nitekim, bol miktarda haber değeri taşımayan haber üreten popüler gazeteler, bu okur kitlesinin dikkatini canlı tutmak adına, her gün emeklilerle ilgili beklenti yaratacak bir başlık bulmaya, bunu manşetten veya sür manşetten vermeye özel bir çaba harcarlar.
Gazetelerin büyük çoğunluğu iktidar odaklarının servis ettiği haberlerle yetinmek zorunda. Servis edilenlerin dışında bir konuya değinmenin bedeli çok ağır olabilir.
Gazeteler medyanın sadece bir ayağı. Diğer yandan televizyon yayınları da habercilik anlamında çoktan hizaya getirilmiş halde. Gezi olaylarında memlekette yer yerinden oynarken, haber kanalları penguen belgeselleri yayınlamıştı, unutmayalım. Roboski’de 34 insan savaş uçakları ile katledilirken, haberi vermek için Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasını bekleyen, olayı uluslararası haber ajanslarından saatler sonra, ancak resmî açıklamadaki bilgilerle sınırlayarak veren bir habercilik anlayışı sistematik olarak yerleşti ülkeye.
İşin ilginç yanı, son 200 yıldır ülkeye gelen birçok melanet gibi, basının tekelleşerek işlevsizleşmesi de batı kaynaklı. Bu konuda Birleşik Krallık’ta Murdoch gibi büyük sermaye gruplarının gazete satın almalarının olası sonuçları hem dünyada hem de ülkemizde bir hayli işlenen konulardandı. Aslında yaşanan ‘Yeni Dünya Düzeni’ diye sunulan globalizmin, yani neoliberal küresel kapitalizmin son derece işlevsel bir operasyonuydu. O dönemlerde ülkede ‘naylon basın’, ‘boyalı basın’ salvoları içinde gözlerden kaçan, devletle iş gören sermaye gruplarının medyadaki etkinliğinin olası sonuçlarıydı. Şimdi ise o sonuçların acı girdabında, gazetelerin ölmesine tanıklık ediyoruz.
Hrant Dink’in 12. ölüm yıldönümü bu sonuca hizmet edenlere kutlu olsun.