19’u çocuk 34 Kürt köylüsünün TSK’ye ait uçaklarca bombalandığı Roboski Katliamı’nın 9’uncu yılında Encu ailesiyle konuştuk
Hüseyin Kalkan
Şırnak Uludere’ye bağlı Roboski’de sınır ticareti için gittikleri Federe Kürdistan Bölgesi’nden dönen bir grup insan 28 Aralık 2012 tarihinde TSK’ye ait savaş uçaklarınca bombalandı. 19’u çocuk 34 Kürt köylüsü yaşamını yitirdi. Televizyon kanalları olayı görmezden geldi. Katliamın üzerinden 12 saat geçtikten sonra Genelkurmay’dan yapılan açıklamanın ardından haberi verebildiler. Genelkurmay, “Bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması ve geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirilmiş ve saat 21.37-22.24 arasında hedef ateş altına alınmıştır” açıklaması yaptı. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, bu açıklamadan sonra Genelkurmay’a teşekkür eden bir açıklama yaptı. Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı’nca, askeri mahkemeye sevk edilen dava soruşturmaya yer olmadığı gerekçesi ile kapatıldı. 34 yurttaşın öldürülmesi ile ilgili kimse yargılanmadı ama mağdurların yakınları hakkında onlarca dava açıldı. Para ve hapis cezalarına çarptırıldılar.
Kıyamet manzarası
İnsan Hakları Derneği (İHD) ile İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği’nin (MAZLUMDER) ortak heyetinin yaptıkları incelemeler sonrası ‘katliam’ olarak nitelendirdikleri olayla ilgili olarak o tarihten bu yana çeşitli soruşturmalar açıldı ancak yargı önüne çıkarılan kimse olmadı. Olayda ailesinden 27 kişiyi yitiren eski HDP Milletvekili ve şu an HDP MYK üyesi olan Ferhat Encu o günlerle ilgili gazetemize şunları anlattı: “Dönüş yolunda 34 kişi bombalandı. Tabii giderken bunlar gündüz gittiler, askerler tarafından heronlarla izleniyor. Sınırın öbür tarafına geçişleri görüntü altına alınıyor, gelişleri görüntü altına alınıyor. Sivil oldukları biliniyor. Dönüşler iki grup halinde gerçekleşiyor. Bir grup tam sınırın sıfır noktasındayken bir grup 500 metre kadar geride takip ediyor. O sırada onlara haber gidiyor askerlerin yolu kestiğine dair. Gelenler, askerlerin getirdikleri mallara el koyacağı korkusu ile orada beklemeye başlıyorlar. Bombardıman bu sırada başlıyor. Tam 45 dakika insanlar bombalanıyor. Haber köye ulaştığında bütün köy yola düşüyor. Orada kıyamet manzarası ile karşılaşıyorlar. Halk kendi imkânlarıyla traktör kasasında ya da katır sırtında cenazeleri köye getiriyor. Ne ambulans ne de başka bir destek görüyorlar, yetkililerden.”
Kimse soruşturulmadı
Ferhat Encu bu gelişmelerden sonra başlatılan hukuki sürecin nasıl devletin duvarlarına çarptığını şöyle anlatıyor: “O süreçte bir mücadele başladı, vicdan mücadelesi, adalet mücadelesi. Suçluların yakalanıp yargılanması için bir mücadele başladı. Bir de bir daha böyle bir olayın yaşanmaması için bir toplumsal barışı sağlamak, sınırları sorgulamak için bir mücadele yürütüldü. Aydınların ve halkın duyarlılığı bu katliamın gündem olmasını sağladı. Ama AKP daha ilk günden beri bunun bir kaza olduğunu öne sürdü. PKK’liler geçecekti diye bahaneler üretmeye çalıştılar. Komisyonlar kuruldu, raporlar hazırlandı. Ancak tek bir kişi hakkında dava açılmadı.”
Karanlık dehlizler
Tek kişi hakkında soruşturma yapılmaz, askeri savcılığa sevk edilen dosya hakkında soruşturmaya yer yok kararı verilir. Bununla kalınsa iyi. Yakınlarını kaybedenler hakkında attıkları her adımda dava açılır. Para cezası verilir. Ferhat Encu, bu süreçle ilgili olarak da şunları anlatıyor: “Yakınlarını, çocuklarını kaybeden aileler çok yoğun bedeller ödediler. Haklarında birçok dava açıldı, para cezalarına çarptırıldılar. Yani adalet mücadelesi yürütülenler yargılandı fakat katliamı planlayanlar, bu katliamdan sorumlu olanlar maalesef aklandı. Zamanın başbakanı ‘Bu olayın Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğim’ dedi. 9 yıl sonra Erdoğan’ın söylediğinin tam tersine bu olayın Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolduğunu görüyoruz. 34 kişinin yaşamını yitirdiği bir katliamdan dolayı bir kişinin bile yargılanmaması, davaya bile dönüştürülmeyen bir süreci kabul etmek mümkün değil.”
Aslında ne oldu?
Roboski’nin ortasında bir tugay var. Köyden bir grubun sınırı geçtiği, büyük ihtimalle sayı ve isim isim biliyorlardı. Köylülerin sınır ticareti için Federe Kürdistan topraklarına geçmesi bölgedeki askeri yetkililer tarafından bilinen bir şeydi. Üstelik bazı karakol komutanlarının, köylüler aracılığı ile bu ticarete katıldığı basına yansımıştı. Bu nedenle gelenlerin kimliği hakkında bilgilerinin bulunmaması mümkün değildi. Encu, bu konu ile ilgili şunları anlatıyor: “OHAL sürecinde sınır ticareti için gelişler-gidişler çok az oluyordu. Fakat OHAL’in kalkması ile birlikte 2003’ten sonra çok yoğun geçişler başladı. Hatta onlarca insan sınır geçip şeker, çay, benzin gibi maddeleri satmak için getiriyorlardı. Burada da bazı maddeler satılmak üzere öbür tarafa götürülüyordu. Bu ticaret gündüz gözü ile yapılan bir ticaretti. Askerin bilgisi dahilinde oluyordu her şey. Kimi zaman onlar da bu ticarete katılıyor ve ticaret yapıyorlardı. Bu katliamın yaşandığı döneme kadar sürdü bu. Zaman zaman duraklamalar oluyor. Gerginlikler oluyordu. Hatta tugay komutanı köye gelmiş ‘Siz gündüz gözü ile gidiyorsunuz, ama Ankara bizi çok sıkıştırıyor. Biraz daha dikkatli olun’ telkininde bulunmuştu. Tam katliamın gerçekleştiği bölgede Beyaz Tepe diye bir yer var. Yaz döneminde asker orada üstlenirdi. Kış döneminde boşaltırlardı. Katliamdan 20 gün önce üs bölgesi boşaltıldı. Dolayısı ile insanlar daha rahat gidip gelmeye başladı. İşte sivil oldukları bilinmiyordu gibi argümanlar geçerli değil.”
Neden Roboski?
Neden Roboski sorusuna o zaman devlet yetkilileri ‘hata’ diyorlardı. Genelkurmay açıklamasından sonra olayla ilgili haber yapan gazeteler, ‘kahredici hata’ diye manşet yaptılar. Şimdi ne diyorlar bilmiyoruz. Ferhat Encu, bu katliamın nedenlerini şöyle sıralıyor: “Bu köyler koruculuğu kabul etmedikleri için boşaltılmak isteniyordu. Bunun için bu katliam büyük bir gözdağı olarak planlanmış olabilir. Buradaki halkın politikleşmesi Kürt Özgürlük Hareketi çevresinde toplanması, HDP’ye yönelmesi ve destek vermesi de bir etken. Fakat çok daha değişik bir etkenin olduğunu düşünüyorum. Van’dan tutun Urfa’ya kadar sınır hattında insanlar geçimlerini sağlamak için sınır ticareti yapıyorlardı. Bir nedeni budur. Bu katliamla bu sınır yolunu kapatmak ve sınır ticaretine son vermeyi amaçladılar.”
Hukuki süreç
Bazı eksik belgeler nedeni ile daha AİHM’den geri döndü. Ancak Roboskililer süreci yeniden başlatmak için girişimde bulundular. Davanın yeniden görülmesi için ailelerle birlikte savcılığa dilekçe verdiklerini hatırlatan Encu, “Şikâyet dilekçelerini Diyarbakır Savcılığı’na verdik, o Şırnak Savcılığı’na sevk etti. Şu anda dosyanın üzerine gizlilik kararı konmuş durumda. Bu bir ayak. İkinci ayak da avukatların eksikliğinden dolayı idari yargı yolu kullanılmadığı ortaya çıktı. İdari yargı yolunu canlandırmaya çalışıyoruz. Birleşmiş Milletler’e bir başvurumuz olacak, onun hazırlıkları şu anda yapılıyor” dedi.
Bir annenin oğluna ağıdıdır
Felek Encu, Erkan Encu’nun annesi. Daha 13 yaşındaymış bombalara hedef olduğunda. Her söylediği cümle bu yazıya ve daha birçok yazıya başlık olur. Ama tamamı bana bir annenin oğluna ağıdı gibi geldi. Erkan Encu annesine ‘Gideyim de bilgisayarın borcunu kapatayım’ demiş. Annesi istememiş, aklına ölüm geldiğinden değil, çocuğunun üşütmesinden korkmuş, katırdan düşmesinden korkmuş. Orada uçakların ateşi ile can veren 19 çocuk ya kendisine bilgisayar almak için ya da dershane parasını ödemek için gitmiş. Ama Ahmed Arif’in şiirinde olduğu gibi:
“Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…”
Felek Encu oğlunu şöyle anlatıyor. Aslında bütün diğer çocukları anlatır gibi: “Oğlumun ismi Erkan Encu, 13 yaşındaydı. Burada bir futbol takımı kurmuşlardı. Kendisine forma almıştı Şırnak’ta. Burada halı sahadan başka hiçbir şeyimiz yok. Halı sahada arkadaşları ile maç yaparlardı. Olaydan bir hafta önce almıştı. İstanbul’dan sipariş etmişler. Getirdik, arkadaşları bize geldiler. Herkes bir keyifle formasını giydi. Halı sahaya gittiler. Oğlum bir kere giyebildi formasını, ondan sonra bu olay oldu. Hep diyordu ‘Anne bana bilgisayar al.’ Ben bilgisayar almıştım oğluma. Borcu vardı. O gün dedi ‘Anne ben gideceğim bilgisayarın borcunu kapatmak için.’ Biz istemedik gitmesini. Dedik ‘Bir şekilde kapatırız.’ Korkudan değil, ölüm gibi şeyler aklımıza gelmedi. Havalar soğuktu ondan dolayı gitsin istemedik. Katırdan düşer, bir şey olur. Oğlum gitti bir daha gelmedi. Eşim amcasındaydı. Yemeğe gitmişti. Onlar da dışarı çıkmış. Eşim dedi öbür taraftan bilgi geldi F-16’lar bombalamış. Öbür taraftan akrabalarımız var. Onları aramış. Öyle deyince ‘Havar havar’ diye bağırmaya başladım. Köyün hepsi benim bağrışlarımla caddeye döküldü. Ne üstümde bir şey vardı, ne ayağımda ayakkabı vardı. Öyle yola düştüm. Yukarıda akrabalarımız vardı. Ayakkabı çorap getirdiler, biri bir hırka getirdi. Olay yerine kadar gittim. Bir grup gelmiş. Benim oğlum daha Irak tarafında olan gruptaydı. Ben gittim Ferhat’ın kardeşini getirdiler, yaralıydı. Serhat’ın, dudağında burnunda kan vardı. Biz onu traktöre taşımaya çalışırken can verdi. Üstünü örttük, diğer yaralılara koştuk. Mazot vardı. Orası ateş topuna dönmüştü. İnsanlar yanıyordu, hayvanlar yanıyordu. Oğlumu sordum, dediler oğlun diğer tarafta, ikinci grupta. Onlar sağ, Irak tarafına kaçmışlar dediler. Meğerse amcasının oğlu vardı yanında, el ele tutmuşlar bir kayanın altına girmişler. Oğlum katırın tasmasını böyle eline sarmıştı. Telsiz vardı. Bu sınır ticareti için almışlardı, orada telefon çekmiyor ya. O taraftakilere soruyorlar telsizle ‘İkinci gruba ne oldu?’ diye. Onlar bağırıyorlardı, ‘Dozer getirin kayalar insanların üzerine düştü, çıkaramıyoruz.’ Bizim iki akraba vardı, yaralı. Onları köye getirdik, tedavi edilmeleri için. Çok soğuktu, biraz ısınmak için amcamın evine gittik. O zaman Roj TV vardı. Açmışlardı. Sağ kalanların kayaların altında kaldığını söylüyordu. Kapıya çıktım. Mehmet’in annesi geldi. Dedi ‘Valla senin oğlun, benim oğlum hepsini öldürmüşler.’ Bizim yaylada kömür ocakları var, oraya kadar yürüdüm. Bir araba geldi, bindik gittik, baktım cenazeleri böyle dizmişler. Asla unutmayacağım. Biz zengin değildik, çocuklarımızı zenginlik ve varlık içinde büyütmedik, ama biz de el bebek gül bebek büyüttük. Biz bunu hak etmedik. Çocuklarımız bunu hak etmedi. Benim oğlum öğrenciydi, 7. sınıfa gidiyordu. Bizim acımız hep taze, biz hep böyleyiz. Şunu da söylemek istiyorum. 9 yıl değil, bin 9 yıl geçse biz asla unutmayacağız, asla davamızdan vazgeçmeyeceğiz. Çocuklarımızı unutmayacağız, unutturmayacağız. Kimse demesin bunlar unutmuşlar.”