Azerbaycan-Ermenistan çatışması yeniden alevlendi. Savaşın değişmez yasası hükmünü icra etti ve ilk zayiat verildi: Gerçek öldü. Bir gerçek kabristanı olarak Türk medyası, Genelkurmay’dan naklen yayına başladı: “Ermenistan iki devlet-bir milletimize savaş açtı. Silah başına.” HDP ve TİP dışında, ana muhalefet partisi dahil TBMM’deki bütün partiler Genelkurmay’ın arkasına dizildiler.
Ankara’nın sesi, Erivan ve Bakü’den daha yüksek çıkıyor ama Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının Türkiye Cumhuriyeti’yle dolaysız bir tarihsel ve teritoryal ilişkisi yok. Sovyetler Birliği dağılırken kurulan ve yeniden kurulan “milli-devletler” toprak ve nüfus birliği peşinde koşarlarken dağılışın bedelini eski devletteki eşit haklı statülerini bir çırpıda kaybeden özerk cumhuriyetler ve bölgeler ödüyorlar. Nispeten küçük ve güçsüz, ancak Asya, Avrupa ve Orta-Doğu arasındaki kritik konumları dolayısıyla büyük güçlerin iştahlarını kabartan Kafkas ülkeleri küresel nüfuz ve güç kavgalarında ister istemez taraf olmaya da zorlanıyorlar. Nagorno-Karabağ çatışması bu bağlamda Ermenistan ve Azerbaycan’ın yanı sıra Rusya, Türkiye ve İran’ın ve elbette Avrupa Birliği, NATO ve ABD’nin çıkar ve tehdit algılarını da durmaksızın uyarıyor. Ama bu rekabet ve çatışmanın bedelini sadece Nagorno-Karabağ, Ermenistan ve Azerbaycan’ın halkları ödüyor. Daha şimdiden onlarca insan can verdi.
Ermenistan-Azerbaycan karşıtlığı ekseninde uluslararası güç dizilişi de belli oldu. Türkiye Azerbaycan’a “ateşe devam” derken, bütün AGİT ülkeleri “ateş kes” çağrısında birleşince Kafkasya’da fitili ateşleyenin kim olduğu gün gibi ortaya çıktı. Besbelli “Çatlılar” Bakü’de yeniden at koşturuyor. Ankara, İdlib’deki cihatçı müttefikleri etrafındaki kıskacı daraltan Rusya ve Suriye baskısını gevşetmek için Moskova’yla yakın askeri işbirliği içindeki Ermenistan’ı Azerbaycan üzerinden baskılama peşinde. Erdoğan öte yandan, ABD’nin kaotik iç siyasetinden başını kaldıramaz hale geldiği bir dönemde Rusya’yı Ermenistan ile Rojava arasında bir tercihe de zorluyor.
Ermenistan’ın Azerbaycan’la çatışma körüklemekten hiçbir çıkarı yok. “Global Firepower” küresel güç tablosuna göre 2020 itibarıyla Azerbaycan’ın 10 küsur milyon nüfusuna karşılık Ermenistan’ın nüfusu 3 küsur milyon. Azerbaycan ordusu küresel ateş gücü sıralamasında 138 ülke arasında 64. iken, Ermenistan 111. sırada. Azerbaycan’ın 126 bin aktif askeri personeline karşılık Ermenistan’ın 24 bin 500 askeri personeli var. Nihayet Azerbaycan’ın askeri güç katsayısı 0.9463 iken, Ermenistan’ınki 2.1251 (katsayı 0.0’a ne kadar yakınsa, ülkenin gücü o kadar yüksek oluyor.)
Bu şartlar altında Paşinyan yönetiminin Azerbaycan’la, Türkiye’nin balıklama dalacağı yeni bir çatışma başlatması için aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekirdi. Oysa, Erdoğan rejimi için, kapanan Libya cephesi yerine, Azerbaycan ordusunun askeri personeliyle ve devşirme cihatçı ordusunu kullanarak Ermenistan’a cephe açmak biçilmiş kaftan.
Ancak, Genelkurmay’ın Azerbaycan’la, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan “dayanışması” halkta beklenen heyecanı yaratmayınca, özel harpçiler ırkçı saflara adrenalin pompalamak için gözlerini bir kez daha “içimizdeki Ermeniler”e diktiler.
ASAM denilen iç casusluk teşkilatı, parmağını HDP ve Garo Paylan’a uzatınca demokratik ve toplumsal muhalefet “güvercin tedirginliği”yle tehlikeyi sezdi ve bu kez iş işten geçmeden doğruldu: Kendiliğinden başlayan “HDP’ye üyelik” kampanyasına şimdi “Garo’yla dayanışma” kampanyası eşlik ediyor.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki her çatışma Türkiyeli Ermenileri de Kafkasya’dan Anadolu’ya göçmüş Müslüman toplulukları da bir şekilde sarsıyor. Ayakları Türkiye toprağında, duyarlıkları Kafkasya’da binlerce insanın zihnine bir türlü ödeşilmemiş, yüzleşilmemiş kötülüklerin zehri üşüşüyor. Halının altına süpürülmüş, toprağa gömülmüş, susuş kumkumasında boğulmuş hakikatler geçmişin sisleri arasından bir kez daha beliriyor ama Türk ırkçılığı tarafından özel olarak körüklenmedikçe Türkiye’de yaşayanların aklından Kafkasya’daki çatışmayı İstanbul’a, Kars’a, Iğdır’a, Ardahan’a taşımak geçmiyor. Bunlar halkların değil özel harbin gündemi. Ne var ki, özel harpçilik hiçbir zaman boş durmaz; toplumsal fay hatları ne zaman belirsizleşmeye, devletin kurduğu çatışma zembereği ne zaman gevşemeye yüz tutsa yeniden germek için kollarını sıvar: Hedef gösterir ve vurmak için toplumun, demokratik güçlerin, siyasi hareketlerin gaflet anını kollar.
Bu açıdan Garo Paylan çevresinde örülmeye başlanan koruyucu dayanışma sadece Garo için değil hepimiz için son derece değerli ve önemli. Bununla birlikte, Garo’yu ve barışı etkin bir biçimde savunmak için bir adım daha atmaya ihtiyaç var: Onu sahiden korumak için Garo’nun düşünce ve ifade hakkını savunmayı, onun hayat ve barış çağrısını onu hedefe koyanlara karşı hep bir ağızdan haykırarak tamamlamadan onu sahiden korumuş olamayız. Garo’yu, ancak hiç birimizin tek tek hedef alınamayacağı kadar çoğalarak, herkesin birbirini kolladığı bir etkin çokluğun içinde hakikaten koruyabiliriz.
Su uyur kontra uyumaz.