Ben bu yazıda, Garibe’nin sesi olmak istedim. Bize yazdığı mektuplardan, cezaevlerinden yükselen bir sesi duyurmak istedim. Her satırı Garibe’ye aittir.
Şöyle diyor Garibe;
“Sizinle görüştükten sonra hücreye geldiğimde, öyle bir dalgındım ki yanlış koridora gittim. Gardiyanlar, yanlış gittin geri dön diye defalarca seslenip konuşuyorlardı ama ben ne dediklerini duyamıyordum. Bütün gün size anlattıklarımı düşünüyordum. Sözlü anlatmak ne kadar zormuş. Sanki yaşadıklarımı ben yaşamamışım da içimde ikinci bir kişi ben olmayan birisi yaşamıştı.”
“Yaklaşık bir aydan fazladır, hücreye götürülen arkadaşlarımızın eşyaları verilmiyor. Ağır tecrit koşullarında, hücrelerinde kalıyorlar.”
“Telefona çıktığımızda isim söyleme dayatması yapıyorlar. Ellerindeki telefon evrağında adımızın yazılmasına rağmen, ‘adını söyle’ diye emir veriyorlar. Söylemediğimizde telefon hakkımız engelleniyor.”
Daha birçok itirazını dile getirmiş Garibe…
Yetkili kimse duymamış, avukatlarının suç duyuruları, milletvekillerinin soru önergeleri cevaplanmamış. Garibe de tecritte yaşayan diğer mahpuslar gibi, devlet tarafından “yok sayılmış.”
Garibe artık hayatta değil, böylesine kararlı güçlü bir kadının ölüm nedenini hiç tartışmamak gerekiyor.
Tek suçlu O’nu duymayan, görmeyen, yok sayan “devlet aklı” ve izolasyona tabi tutan cezaevi yönetimi.
Bir hafta içinde 6 mahpusun yaşamını yitirdiği cezaevlerinde, insanlık dışı bir izolasyon uygulanmakta.
GARİBE’yi duyun, ses verin.