Son dönemde futbolun içine zerk edilen milliyetçilik, militarizm, homofobi ve kadın düşmanlığının yeniden kendini gösterdiğine tanıklık ediyoruz. Siyaset gibi stadyumlar da boşluk tanımıyor
Zeyno Bayramoğlu
Futbol, dünyanın dört bir yanında yalnızca bir spor dalı olmanın ötesine geçerek toplumsal ve siyasi olayların sahnesi haline geldiğini ve Türkiye’de de bu durumun farklı olmadığını, dönem dönem çok farklı örnekleriyle şahitlik ettik, ediyoruz.
Kitle hareketlerinin artmasıyla birlikte taraftar gruplarının toplumsal bir güç olarak hareketlendiğini ve kendilerine has şekilde süreçlere dahil olduğu bir gerçek. Örneğin Tekel ve UPS gibi direnişlerde bir araya gelen bu gruplar, birçok eylemde ortak saf tutarak toplumsal realitenin bir parçası olduklarını gösterdiler.
Gezi Direnişi öncesinde de tribünlerde yaşanan protestoların aslında büyük bir isyanın habercisi niteliğinde olduğunu bilmiyorduk ama güçlü bir dalgalanmaya yol açabileceğini hissediyorduk. Öyle de oldu.
O günün tribünleri, toplumun aynası olarak huzursuzlukları ve adaletsizlikleri yansıtmaktan çekinmiyor ve dönemin başbakanı Erdoğan’ı Galatasaray tribünleri protesto ile karşılıyor ve Fenerbahçe stadında başlayan ve dışarıya taşan olaylar, futbolun nasıl güçlü bir politik reflekse sahip olduğunu işaret ederek kendisini tartıştırıyordu.
Elbette iktidar önlem almakta gecikmeyecek, çeşitli hamlelerle ve baskı yöntemleriyle bu gücü, güçleri kontrol altına almaya girişecekti. Onlardan biri Passolig uygulamasına geçilmesiydi. Özellikle sol veya muhalif taraftar gruplarına dönük olarak içeriden ve dışarıdan geliştirilen türlü baskılar, tehditler de etkisini kaçınılmaz olarak zaman içinde gösterecekti…
Bu durum tribünlerdeki güç dengelerinin yeniden kurulmasına yol açtı kuşkusuz ve gücün kontrol etme, baskılama girdabının hız kesen etkisi hissedildi.
1980 darbesi sonrası futbol, egemenlerin halka karşı ve halkı manipüle etmek için kullandığı bir ideolojik aygıt haline getirilmişti. Militarizm, Türk-İslamcılık gibi resmi doktrinler futbol üzerinden halka taşınıyor ve oluşan gerici dalga kitleleri de içine doğru çekiyordu.
Futbolun sınıf mücadelesinin bir parçası olabilecek potansiyeli de vardı elbette ancak solun ve toplumsal muhalefetin bu alanı önemsemekte ve taraftarları doğru tanımlamakta, analiz etmekte geç kaldığını söyleyebiliriz. Onları “lümpen” ve “apolitik” buluyor ve ilgisini onlardan uzaklaştırdıkça boşluğu hızla şoven ve gerici söylemler dolduruyordu. Örneğin Kürt savaşının en vahşi yaşandığı doksanlı yıllarda stadyumlar, militarizmin ve savaş şovenizminin etkisi altında kalmaktan kurtulamamıştı.
Elbette sol bundan ders çıkaracak ve ilgisini taraftar gruplarına doğru çevirecekti ama geç kalınmışlığın yarattığı zorluk katsayısı da artmıştı.
Son dönemde futbolun içine zerk edilen milliyetçilik, militarizm, homofobi ve kadın düşmanlığının yeniden kendini gösterdiğine tanıklık ediyoruz. Siyaset gibi stadyumlar da boşluk tanımıyor gerçekten.
El Salvador ile Honduras arasında oynanan ve “Futbol Savaşı” olarak anılan çatışmaya bakarak futbolun politik gerilimlerle nasıl iç içe ve tehlikeli hale gelebileceğini ama aynı zamanda Fildişi Sahili’nde Didier Drogba’nın ülkesindeki iç savaşı durdurmadaki rolü üzerinden bakarsak futbolun barış ve uzlaşma için nasıl bir araç olabileceğini görürüz.
Futbolun Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı mücadelede oynadığı rol, sporun toplumsal değişim için nasıl etkili olabileceğini de güzel anlatır.
Stadyumların, futbol sahalarının toplumsal protestoların, sosyal hareketlerin ve politik söylemlerin merkezine dönüşebilme ve büyük dalgalanmalar yaratma gücüne sahip olduğunu artık biliyoruz. Gezi Direnişi buna iyi bir örnek. Öte yandan Bursaspor ile Amedspor arasında oynanan maçta yaşananlara bakarak futbolun nasıl bir nefret söylemi aracı olarak kullanılabileceğini de anlıyoruz.
Son olarak EURO 2024’te yaşanan ve Merih Demiral’ın bozkurt işareti yapmasıyla başlayan tartışmalar, futbolun sadece bir spor alanı olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve ideolojik bir mücadelenin sahnesi haline gelebileceğini göstermiştir. Bu olaylar, futbolun gücünü ve siyasi etkisini vurgularken aynı zamanda toplumsal değişim için de bir araç olabileceğini ortaya koymaktadır. Futbol, sadece oyun olmanın ötesinde toplumsal ve politik dinamiklerle iç içe geçmiş bir fenomendir.
Arjantinli efsane Teknik Direktör Menotti’nin dediği gibi, “Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz.”