Dr. Dağhan Irak ile iktidarın futbolu kullanma biçimini, milliyetçiliğin harcı yapılmasını ve sınıfsal yanını konuştuk. Irak’a göre sol orta sınıf eğilimi nedeniyle futbolu hakir gördü, iktidarlar ise milliyetçilik ve iktidar aracı olarak kullandı
Emre Caka
Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) 12 Haziran’da ligi başlatması kararının ardından antrenman sahasına çıkan takımlarda bir bir koronavirüs vakaları görülmeye başlandı. Fenerbahçe, Beşiktaş, Kasımpaşa, Erzurumspor… İkinci ligde ise durum biraz daha kötü. Vaka sayıları 50’yi geçmiş durumda. Federasyonun ısrarla oynatma kararı ise yayıncı kuruluş Bein Sports’un baskısı olarak yorumlanıyor. Katar şirketi olan Bein Sports, bu iddialara yönelik bir açıklama yapmazken, TFF Başkanı Nihat Özdemir, “Önceliğin insan sağlığı değil, para olduğu yorumları hepimizi incitmiştir. TFF’nin öncelikli ve tek amacı, liglerin, tek bir futbol ailesi ferdinin sağlık sorunu yaşamadan sahada yarışarak bitmesidir” dedi. Ancak voleybol, basketbol ve hentbol federasyonunun ligleri iptal etmesi, yalnızca futbol liginin oynanacak olması, tartışmaları sadece ‘Katar emri’ iddiasıyla da bırakmadı. Futbolun normalleştirme aracı olarak kullanılacağı tartışmalarını da körüklemiş oldu. 1980 askeri darbesinde dahi futbolun sadece 1 hafta durdurulduğunu, ardından ‘normal’ izlenimi yaratmak için liglerin devam ettiğini söyleyen Huddersfield Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Dağhan Irak, “Hem basketbol hem voleybol federasyonu maçları iptal etmişken, futbolun bu kadar ısrar etmesi Beın Sports alakalı olduğunu tahmin ediyorum. Tabi mutlaka bir normalleşme planı da var. Futbol maçlarının oynanmadığı bir normalleşme olmaz. Yani futbol maçlarının oynanması elzem görülmüşse saray tarafından, Futbol Federasyonu’nda itiraz etme hakkı yoktur” dedi.
Dağhan Irak ile Türkiye futbolunun 1980 darbesindeki durumu, 90’larda artan milliyetçilikte iktidarların futbola yaklaşımını, 2000’lerde ‘yükselen’ futbol performansını, Gezi direnişinin ardından tribünlere yönelik yapılanmayı ve bu dönemde futbolun oynatılmasındaki ısrarı sorduk. Özetle 1980’den günümüze futbolun rolünü, politikaya yansımalarını, politikanın futbolu nasıl kullandığını söyleştik. Spor sosyolojisi üzerine çalışmalar yapan öğretim görevlisi Irak, sol-sosyalist parti, dernek ve çalışma yapan kurumların futbola bu kadar uzak olmasını ise, “Türkiye’de sol fabrikalarda büyümedi, üniversitelerde büyüdü. Türkiye’nin sol hareketi hep entelektüeller ve orta sınıf tarafından yürütüldü maalesef. Eğer Türkiye’de sol hareketler işçi sınıfı hareketleri olsaydı bu böyle olmazdı çünkü işçi sınıfının eğlencesi futbol” olarak değerlendiriyor.
- 80’lerden başlayalım… Türkiye tarihinin karanlık yıllarında futbol nerede duruyordu ve darbe sonrasında nasıl konumlandı?
12 Eylül darbesi öncesi ve sonrası futbolunu anlayabilmemiz için 1970’lerin sonunda emek hareketlerinin en güçlü olduğu dönemlerine ve bir taraftan da Türkiye küresel petrol krizi sonrası yaşadığı krizler ve borçlanmalarına bakmamız da gerek. IMF ve Dünya Bankası’ndan borç aldığında siyasi tavizler vermen gerekiyor. Tüm ekonomi modelini onların isteklerine göre biçimlendiriyorsun. Türkiye’nin o dönemde ithal ikamecilik denen bir ekonomik sistemi var. İthal ikamecilik, talepleri içerden karşılama durumu özetle. Türkiye’nin kreditörleri bu sistemi istemiyorlar. Ne istiyorlar, kendi çıkarları doğrultusunda hamleler. Ve bundan sonra politik şiddetin artırılması, radikal sağın devlet tarafından kullanılması ve kontrgerilla hepsi burada kullanılıyor. En son 24 Ocak kararları Turgut Özal tarafından açıklanıyor. Ve bu kararların da uygulanabilmesi için dışarıdan da destek ile 12 Eylül darbesi gerçekleşiyor. Ve bu süreçten sonra zaten Özal bakan oluyor, hemen ardında da süper bakan olarak tek başına iktidara geçiyor. Türkiye’nin neo-liberal dönüşümünde tabii ki futbolun özellikle medya ile beraber ayrı bir rolü var. Neden ilk hayata geçirmek istenen şeylerden bir tanesi futbol derseniz, özellikle büyük şehirlerdeki politize gençleri engelleme. Sokak hareketlerini eğlence ve tüketim anlayışıyla bitirmek istiyorlar. 12 Eylül öncesi örgütleri bitirmeye çalışırlardı bu dönemde ise sadece örgütler değil asıl onun dayandığı ideoloji bitirmeye yönelik bir harekete geçti. Eğlence ve tüketim toplumunu oldukça yukarı taşındı. Bu noktada futbolda medyanın apayrı bir rolü var. 80’de darbe olmuşken, sokağa çıkma yasakları varken futbol sadece 1 hafta durduruldu. Tabii buradaki hedef insanlara normali göstermek. Futbol maçları oynanıyor ise normaldir, ancak oynanmıyorsa toplum gözünde bir sorun olduğuna işaret eder. O yüzden futbolu durdurmadan o dönemde dahi devam ettirdiler. 12 Eylülcülerin futbol ile ilgili çok da bir bilgisi yok aslında. Tabi önemli olduğunun farkındalar oynatıyorlar ancak asıl olay Özal dönemi ile başlıyor. Yeni rejimi özendirme kısmında futbolu kullanma süreci Özal ile başlıyor. Ne yapıyor, bir kere Özal’ın prensleri denen büyük iş insanlarını kulüplere sokuyor. Büyük kulüpler zaten borç içindeler, 1970’lerin sonunda hepsi topu dikmiş vaziyette. Aynı anda medyada da yapıyor desteği. Özellikle Galatasaray çok ciddi destek alıyor. Prens dedikleri isimler kulübün içerisinde, saha yenileniyor, Florya’da ilk modern antrenman tesisini yaptırılıyor, Jupp Derwall takımın başına getiriliyor, Derwall, Türkiye milli takımını da çalıştırıyor. Böyle bir model yaratılıyor Galatasaray üzerinden, sonunda da Derwall öğrencisi Mustafa Denizli döneminde şampiyon kulüpler kupasında yarı final oynuyor Galatasaray. Futbolun hem milliyetçilik üretmesi açısından hem de toplumu eğlenceye ve tüketime sevk etme görevlerini ilk böyle yerine getirdiği zamanlar 80’lerin sonu. Neden milliyetçilik üretmesi gerekiyor derseniz, çünkü o dönem Türkiye çok izole. Kendine güvenin çok zayıf olduğu bir dönem. Darbe olmuş, Kıbrıs işgal edilmiş, tüm uluslararası arena Türkiye’ye sırtını dönmüş, AB’den ret yemiş… Yani ulusal gururun incindiği bir dönem dolayısıyla futboldaki başarı çok önemli. Ve bu reçete ilerleyen yıllarda da uygulanıyor. Bir taraftan neo-libarel dönüşüm, bir taraftan futbolun ürettiği milliyetçilik… Medyada sürekli değişim halinde. Hürriyet mesela Almanya’da matbalar kuruyor, İstanbul’daki matbalarını yeniliyor. Daha renkli daha boyalı daha magazin gazete çıkartarak yayın hayatına devam ediyor. O yeni dönemin görüntüsüdür aslında Hürriyet. Diğer gazeteler için de aşağı yukarı durum böyle.
- Peki televizyonlar nasıl etkiliyor futbolu?
Tabi Star1’ın kurulum ve yayın hayatının korsan şekilde başladığı dikkat çekiyor. Özal’ın Cumhurbaşkanlığına geçişi döneminde oğlu Ahmet Özal ile Cem Uzan birlikte Star1’i kuruyor. Özel televizyonun yasak olduğu dönemde, elbette bu da yasak olarak geçiyor. TRT’nin tekelinde bir durum. TRT’nin tekeli varken, Ahmet Özal ile Cem Uzan Avrupa’da kuruyorlar stüdyoları, uydudan yayına çıkıyor. Uydudan çıkan yayın PTT’ye ulaşıyor. Belediyeler, verici ile karasal yayına çıkarıyorlar. İnsanlar da normal anten ile izleyebiliyorlar. Hem ANAP’lı hem de SHP’li belediyeler yapıyor bunu. Aralarında ciddi bir yarış var, STAR1 yayınlarını aktarabilmek önemli. Yanılmıyorsam Sefa Sürmen bunu ilk yapan isimdi, SHP’li. Bu korsan yayınlar, karasal yayına dönüştü ve TRT tekelinin kırılması gerçekleşti. Daha ilginci STAR1 kurulur kurulmaz ilk kişi büyük kulüplere yanaşmak oldu. O dönem TRT yayınlıyor maçları, TRT yayınlamasın biz yayınlayalım dediler. Tabii ki TRT’nin ödediği paraların çok üstünde bir teklif sunulduğu için kulüpler kabul ediyor. Devletin kanalı, devletin polisi tarafından; devletin statlarına alınmıyor. Yani Turgut Özal’ın eliyle ANAP hükümeti ile bir korsanlaşma yaşanıyor. Ve Türkiye’de futbolun neo-liberalleşme dönemi böyle korsan, yasadışı işlerle gerektiğinde yapılıyor. Yayıncı kuruluş Star 1 olmasından sonra kulüplere ödenen yüksek meblağlar ile Avrupa’dan yapılan transferler futbolun albenisini daha da arttırıyor. Ardından kısa bir dönem sonra Erol Aksoy’un kurduğu Cine5 yayınına geçiyor. Yani artık halkın ücretsiz izleyebileceği bir alan olmaktan çıkıyor futbol ve şifreli yayın hayatı geçiyor. Artık futbol Türkiye’de bir meta olmuş oluyor. O dönemki bu ekonomik futbol yatırımlardan Galatasaray oldukça fazla yararlandı. Diğer takımlara nazaran daha önce başlamış Avrupa kariyeri ve diğerlerine nispeten daha istikrarlı gidişi onları bir adım öne çıkarttı. Tabii ki bu dönemde futbol milliyetçilik üzerinden oldukça fazla yükseltildi. Yani o dönemi hatırlamayanlar için kısaca göz önüne gelecek şekilde anlamaları için bir bilgi verelim; Galatasaray televizyonlarda abartısız 18 saat konuşulur bir takım haline gelmişti. Bu dönemde Avrupa ile gerginiz, Yunanistan ile aramız kötü Galatasaray öyle bir başarı elde etmesi çok fazla etki yaptı. Hatta şöyle bir şey var ben de kısmen katılıyorum; 1999 seçiminde MHP’nin iktidarı içinde bu dönemin etkisi olduğu söylenir, bence de öyle. Birincisi asker cenazeleri, ikincisi futbolun bu milliyetçi yapısı MHP’yi iktidara taşıdı. Bir taraftan neo-liberal, bir taraftan o milliyetçi ideolojiyle düzen iç içe girmiş oldu. Yani hakikaten istenen o etkiyi yaptı futbol.
- Bu 90’lar da dediğin kısmı konuşmak istiyorum biraz. Özellikle Türkiye tarihinde beyaz torosların, faili meçhullerin olduğu, gazetecilerin öldürüldüğü… Futbol önemli ölçüde dediğin gibi milliyetçilik üzerinden iktidarlara yardımcı oluyordu. O dönem için net bir örnek verebilir misin?
90’larda en bariz örnek Güven Sazak’ın Fenerbahçe başkanlığıdır. Sazak, ülkücü liderlerden Gün Sazak’ın kardeşi (Gün Sazak, Dev-Sol tarafından çapraz ateşe alınarak öldürülmüştür). Güven Sazak döneminde Fenerbahçe tribünleri ülkücü reis doldu o dönemler mesela her maçtan önce İstiklal Marşı okunması, kahrolsun PKK sloganları… Daha sonra Diyarbakırspor’a karşı şiddete dönüştü bunlar. 90’ların o dönem Tansu Çiller-Mehmet Ağar işbirliği birebir yansıdı futbola. Yani Fenerbahçe Sazak’tan dolayı çok bariz bir örnek olarak karşımıza çıkıyor ama aşağı yukarı her stadyum bu şekildeydi. Milliyetçi pompalama çok yüksekti. Birincisi çatışma yoğunluğu çok yüksek, batıdaki toplumun düşüncesi ‘teröristler askerlerimizi öldürüyor’ Hürriyet okuyorlar, Star seyrediyorlar, Show seyrediyorlar… Kafalarında zaten milliyetçi bir algı var, futbol üzerinden iyice pompalanıyor. Avrupa’ya karşı bir eziklik var, Avrupa’nın Abdullah Öcalan’ı koruduğunu düşünüyorlar, oradan bir gerginlik yaşanıyor…. Doksanlar o milliyetçiliğin futbol sahalarında çok yansıdığı zamanlar, özellikle Tanıl Bora’nın bu konu ile ilgili çok fazla makalesine bulabiliriz.
- Türkiye’deki tüm sol-sosyalist yapılar bütün hepsini dahil ediyorum. Futboldan epey bir uzak, sırtını dönmüş durumdalar. Özellikle 80’lerde başlayan futbol üzerinden biçimlenme oyunları tüm iktidarlar tarafından kullanılırken sol-sosyalist derneklerden, vakıflardan, partilerden bu alana dair herhangi bir program dahi göremeyiz, tüzüklerinde bile kelimesi geçmiyor, neden?
Türkiye’de sol fabrikalarda büyümedi maalesef. Türkiye’de sol üniversitelerde büyüdü. Türkiye’nin sol hareketi hep entelektüeller ve orta sınıf tarafından yürütüldü maalesef. Çok tarihsel süreçler oldu, işçi sınıfının buna katılımı çok sıkıntılıydı. Bu demek değil ki işçi sınıfı hareketi yoktu, katılım sağlamadı. İşçi sınıfının liderliği alamadığı sol hareketler oldu. Bugün de herhangi bir sol hareketi al eline bak, üniversite hocası, avukat her zaman işçiden fazladır yönetim kurullarında. Bu herhangi bir hareket için geçerli. Türkiye’de entellektüel kesimin bunu lümpen görmesinden kaynaklı bir soğukluğu var. 2000’lerde biraz kırıldı. Tabii 2000 yılına kadar çok daha netti. Futbolu hakir görüyor, aşağı görüyor, futbol sosyolojisi okumuş bir akademisyen olarak söylüyorum bu alanda çalışan akademisyen olarak bile hakir görüldüğüm oluyor, çalıştığım konudan dolayı. Sporu hakikaten bir lümpen işi olarak görüyorlar ve bu nedenle de kimse ilgilenmiyor. Eğer Türkiye’de sol hareketler işçi sınıfı hareketleri olsaydı bu böyle olmazdı, çünkü işçi sınıfının eğlencesi futbol. Herhangi bir grev sahasına git sor, kaçı futbolla ilgileniyor. Yüzde 80’den aşağı çıkmaz eminim.
Türkiye’de sol hareketlerin futbola ilgisizliğinin nedeni sınıfsaldır. Yani açıkçası işçi sınıfıyla da çok eşit değiller. Yani kendimi de bunun dışına katmıyorum. Ben de orta sınıf bir akademisyenim, spor seven bir aileden geliyorum. İşçi sınıfı ailesinden geliyorum. Öyle olmasaydı muhtemelen ben de burun kıvıracaktım. Sol hareketin içerisinden insanlar olarak, orta sınıf entelektüeller olarak işçi sınıfından uzağız, kopuğuz. Tüm partiler de böyle maalesef. O yüzden futbola da vermeleri gerektikleri önemi vermiyorlar. Futbol izlemeyi sevmiyor olabilirler buna itirazım yok. Stratejik önemini görmüyor olmaları problem. Yani her alan bir örgütlenme sahasıdır. Özellikle işçi sınıfının olduğu her yer. MHP tribünlerde örgütlenmeyi akıl edebildiyse senin de edebilmen lazım, ama yok anlamıyorlar. O anlayış yok. Bence çok sınıfsal bir durum bu.
Yarın 3 Temmuz şike süreci, Gezi Parkı direnişi, 15 Temmuz darbe girişimi, 2016 Avrupa Şampiyonası’nda yaşanan prim krizi ve TFF’nin 12 Haziran’da futbolu başlatma kararını ele aldık. Özetle 2000 sonrası Türkiye futbolunu ve siyasetin futbol ile ilişkisini ele aldık.