Fransız sömürgesi olan Martinik’te doğan yazar ve psikiyatrist Frantz Fanon, belki de en çok ırk ve sömürgecilik kavrayışımıza katkılarıyla bilinir. 1961’de ölmeden önce ırkçılık üzerine deneyimlerini ve düşüncelerini merkeze alan güçlü ve incelikli bir eserler bütünü üretti. Yazıları, bu baskı sistemleriyle yaşamış olan insanlar için mümkün olabilecek bir tür gelecekle uğraşıyordu. Ona göre, siyah karşıtı ırkçılık, insan toplumunun temel bir özelliği olmaktan ziyade, sistemsel bir sorun, çarpık rasyonalitenin bir özelliğiydi. Fanon, bu fikirlerden bahsetmek için bir dil ve bunları anlamak için kuramsal bir temel yarattı.
Fanon’un ırk ve sömürgecilik hakkındaki düşüncelerimize katkısının önemi tartışılmaz. Ancak Future Histories kitabımın bir bölümünde, çalışmalarının nasıl başka açılarla da alakalı olduğunu düşündüğümü ortaya koydum. Daha özel olarak, Fanon’un kendini tayin* konusundaki fikirleri dijital çağda yaşamanın en derin kişisel zorluklarından bazılarına anlam verme ve direnme çabamızda bize sunacak çok şeyi var. Fanon, sömürgeciliğin nasıl işlediği, hem sömürgecinin hem de sömürgeleştirilen kişinin, sömürgeciliği kaçınılmaz ve yenilmez hale getiren rolleri ve pratikleri nasıl benimsedikleri ile ilgili bir açıklama sağladı. Belirgin baskı bağlamında bile özgürleşmenin mümkün olduğunu savundu. Bu argümanların Fanon’un ölümünden sonra da uygulanabilirlik bulmaya devam ettiğini öne sürüyorum, çünkü onun uğraştığı sorunlar sürekli olarak kendilerini yeniden sunuyor: Kimliğimizin bizim için önceden tayin edildiği bir dünyada kendimizi nasıl yaratırız?
Teknoloji kapitalizminin gözleri yaptığımız her şeyi görüyor ve onlar görüşlerini her şeye burnunu sokan hükümetlerle paylaşıyorlar. Dijital ortamda benlik anlamımızın tarihi sürekli olarak başkaları tarafından yazılıyor ve yeniden yazılıyor. Dijital yaşamlarımız üzerinde gücü elinde tutan özel sanayi ve hükümetler bunu neredeyse hegemonik şekilde yapıyorlar. Davranışlarımız izleniyor ve tahmin ediliyor, biz kategorize ediliyor ve yargılanıyoruz. Bu, Fanon’un beyaz üsttenciliğinin egemen olduğu bir dünyada kendisini siyah bir adam olarak görme konusundaki düşüncelerine benzerlik gösteriyor. Fanon, kimliğinin nasıl kendine ait olmadığını, beyaz adamın onu nasıl “binlerce ayrıntıdan, anekdotlardan, hikâyelerden ördü”ğünü açıklamıştır. Siyah olma gereğince, siyah olma deneyimi bir deneyim değildir. Kimliğinin nasıl tayin edildiğine dair hiçbir failliği yoktur; onun hakkındaki yargılardan kaçmanın yolu yoktur; özerkliğe sahip olduğuna dair hiçbir anlam yoktur. Onun kimliği sabitlenmiştir: “dışarımdan aşırı tayin edilmişim. Başkalarının benim hakkımdaki “fikrinin” değil, eşkalimin (dış görünüşümün) kölesiyim.”
Açık olalım, zihinlerimizin sömürgeleştirilmesine yönelik deneyimimiz, ne gerçek sömürgeleştirmenin ciddiyeti, şiddeti ve dehşeti ile ne de derinden ırkçı bir toplumda yaşama deneyimi ile karşılaştırılamaz. Fanon’u dijital çağın sorunlarıyla ilişkilendirmek, onun çalışmalarını ciddiye alma, Marx, Lenin ya da Freud gibi diğer düşünürlere gösterdiğimiz cömertliği ona da sunmayı, düşüncesini zamanına ya da yerine kilitlenmemiş bir şey olarak ele alma çabasını yansıtıyor. Dahası, potansiyel olarak dönüştürücü teknolojiyi yeni yaldızlı bir çağ başlatmak için kullanan teknoloji kapitalizminin ayrımcılığı ve yoksullaştırmayı nasıl yönettiğiyle ilgili olarak işin içinde aslında insandışılaştırıcı bir şey olduğunu öne sürüyorum. Hükümetin, pratiklerinin ve silahlarının her zamankinden daha kesin ve tarafsız olduğunu iddia ederken hapsetmek ve öldürmek için teknolojiyi kullanmasında şiddet söz konusudur. Filozof Louis Ricardo Gordon’a göre, Fanon “hayatını, özgürlük olmaksızın bilinçliliğe yönelik ağır beklentilerden kopmaya” adadı. Bu amaç, modern dijital yaşam deneyimlerimizle de ilgili olmaya devam ediyor.
Fanon için en önemli deneyim Cezayir’deki bağımsızlık savaşına katılmasıydı. Bu döneme dair yazıları arasında mücadelenin teknolojik biçimlerde nasıl tezahür ettiğini özellikle açıkladı. Fanon, bağımsızlık savaşından önce, radyonun Cezayirliler için nasıl “son derece önemli ve olumsuz bir anlama” sahip olduğunu ve kendisinin bunu “sömürge yapılandırmasının maddi bir temsili” olarak anladığını yazdı. Ancak devrimin gerçekleşmesinin ardından Cezayirliler kendi haberlerini yapmaya başladılar ve radyo, okuryazarlık seviyesi düşük bir nüfusa ucuz bir şekilde haber dağıtmanın son derece önemli bir yolu oldu. Radyo sadece haberlere erişimi değil, aynı zamanda “Devrimle iletişime geçmenin, yaşamanın tek aracına erişimi” de temsil ediyordu. Radyo, tahakkümcünün teknolojisi olmaktan, Cezayirlilerin kendi benlik anlamlarını tanımlamalarına izin veren bir şeye dönüştü, “özgürleştirici savaştan doğan engin anlam ağının yankılanan bir öğesi haline geldi.”
İnsanların kategorize edildiği, denetlendiği ve ayrımcılığa uğradığı teknoloji doygunu bir dünyada bile, kendi kimliğimize yer açmak ve kaderimizi şekillendirmek mümkündür. Fanon’un analizi her ne kadar ırkçı bir toplumda siyah olma deneyiminden beslenmiş olsa da, eserlerinin bütünü hiç bir zaman yenilgiyi kabul edici olmamıştır. Irkçılığın karmaşık ve derin köklü doğasını teşhis ederken Fanon sabit bir kimlik duygusu ya da ırkçı milliyetçiliğe doğru savunmacı bir geri çekilmeyi desteklemedi. Onun nihai görüşü özgürleştiriciydi: Irkçılığın yalnızca neden var olduğunu değil, aynı zamanda nasıl aşılabileceğini de daima sorguladı. Fanon için onur kaybı, mücadele yoluyla tersine çevrilebilirdi.
Gözetim kapitalizminden ve devlet [karşısında] bir tür dijital kendimizi tayine ihtiyacımız var. Dijital kendini tayin, özgürce iletişim kurmak için mevcut olan teknik araçlardan yararlanmayı içerecektir. Ancak bu, kimliğimizi tüketim etrafında şekillendirmeye çalışan çok sayıda veri madencisinin ve reklamcının devasa endüstrisinin manipülasyonundan özerk olmanın tadına varmayı da gerektirecektir. Veriler ve kullanımları çevresindeki yasal yapıları değiştirmemiz ve enformasyon altyapısını hükümet ve şirketlerin elindeki merkezileşmeden ziyade merkezsizleşmeyi kolaylaştıracak şekilde tasarlamamız gerekiyor. Dijital kendini tayin ayrıca çevrimiçi mekânlar ve iyi cihazlar tasarlamakla ilgili olmalı ve bir bağımlılık dinamiği yaratmak yerine bize katılımımız hakkında kontrol vermeli. Hem dijital ortamlarda hem de bunların dışında sorgulama özgürlüğü, benlik anlamımızı özgürce tayin etmek ile ilgilidir.
Frantz Fanon Siyah Deri, Beyaz Maskeler’in en son satırında “Ey ruhum, hep soru soran bir insan olarak kal kaldığın yerde” dileğinde bulunur. Bu, dijital çağda iktidar ve baskı yapısını sorgulamamızla bugün de hâlâ geçerli olan bir iddiadır.
*www.gorunmez.org’dan alınan bu yazı Diyar Saraçoğlu tarafından çevrilmiştir.