Kürt kadınlarının mücadelesinin sınırlar ötesinde de bir örnek teşkil ettiğini belirten Fransız yönetmen Mylene Sauloy, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadınların rolü, devrimdeki ve yeni bir toplumun inşasındaki önemi konusunda gerçek bir öncü olduğunu söyledi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 25 yıldır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021’den bu yana haber alınamıyor. Bu duruma karşı 10 Ekim’de dünya genelinde 74 ayrı merkezde yapılan açıklamalarla “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” başlıklı uluslararası kampanya başlatıldı. Kampanya kapsamında Kurdistan ve Türkiye’deki 106 cezaevinde kalan siyasi tutsaklar da, 27 Kasım’da dönüşümlü açlık grevi eylemine başladı. Küresel çapta eylem ve etkinliklerin yapıldığı kampanya kapsamında “Öcalan Kitapları Günü” etkinliği de düzenlendi. İmralı’da süren ağır tecride rağmen Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigma dünyanın birçok yerinde halklara ilham kaynağı oluyor.
Kürt kadın mücadelesi ve Kürt Özgürlük Mücadelesini tanıyan ve sınırlar ötesinde daha yakından tanınmasına katkı sunan isimlerden birisi de Fransız yönetmen Mylene Sauloy. 30 yılı aşkın bir süredir Kürt ve Kürt Özgürlük Mücadelesi üzerine çalışmalarda bulunan Mylene Sauloy, 2015 yılından itibaren Rojava Devrimi ve Kürt Kadın Mücadelesini konu alan üç önemli filme imza attı. 2015’te “Kurdistan: Kızların Savaşı”, 2018’te “Kadınların Devrimi” ve 2021’te “Şengal’a dönüş” filmlerini çeken Fransız yönetmen ve senarist Mylene Sauloy ile yaptığı çalışmalar hakkında ANF’den Serkan Demirel’in sorularını yanıtladı.
Sizi Kürt Hareketi üzerine çalışmaya götüren neydi?
Uzun zaman önce direnişin müziği hakkında bir dizi film yapmaya başladık. Genel olarak, müziğin Kürtler arasında gerçek bir tarih taşıyıcısı olduğunu fark ettik. Yasaklanmış olan tüm tarih müzik aracılığıyla aktarılıyor. Bunun son derece önemli olduğunu fark ettik. Bu nedenle Kürt müziği üzerine ilk filmi, 1998’de, Ahmet Kaya’nın Paris’te hayatını kaybettiği döneme denk gelen süreçte yaptık. İlk filmi sanırım, 1998-2000 yılları arasında Bakurê Kurdistan’da çektik ve benim için muhteşem bir deneyimdi. Kürt müziği, muhteşem bir tarihi anlatıyordu. O dönem Bakur’dayken çok güçlü bir siyasi örgütlenme olduğunu da fark ettim. Kadınların haklarına karşı herhangi bir itirazın olmadığı, hatta kadınların merkezinde olduğu bir örgütlenmeydi. Kadınlar güçlü bir şekilde bu örgütlenme içerisinde yer alıyordu.
O dönem Latin Amerika’da yaşadığım ve kadınların durumunun daha karmaşık, belirsiz ve çok daha az eşitlikçi olduğu Kolombiya’daki gerillalar hakkında birkaç film yaptığım için, Bakur’da kadınların merkezinde olduğu örgütlenme ilgimi çekti. 1998-2000 yılları arasında, Kürt müziği hakkındaki bu ilk filmi yaptığımızda, kadınların Kürt müziği tarafından taşınan tarihi beni çok etkiledi. Daha sonra, süreç beni bu durumun nedenini anlamaya itti.
2015 yılında ‘Kürdistan, Kızların Savaşı’ filmini çektiniz, neden ‘Kızların Savaşı’?
Edebi bir referanstan geliyor ve herkesin bildiğini sanıyorum. Christiane Singer’in Bohemya’daki bir kadın isyanını anlatan ‘Kızların Savaşı’ adlı kitabından geliyor bu isim. Kadınların; savaşa, toprakların işgaline, kadınların kaçırılmasına ve bunların yanı sıra ahengi bozduklarına neden oldukları için erkekleri bir süreliğine nasıl kovduklarını anlatan bir hikâye. Bir Amazon hikayesi. Kadınlar örgütlenmiş ve bir süreliğine erkekleri kovmuşlardır, bu nedenle ‘Kızların savaşı’ terimi kullanılmıştı.
Bu, benim için bir referanstı çünkü erkeklerin şiddete çok fazla başvurması ve insanlar arasındaki uyuma saygı göstermemesi nedeniyle kadınların belirli bir anda kendilerini nasıl örgütleyebileceklerine bir göndermeydi. Bende kendi filmime, “Kızların Savaşı” dedim çünkü Kandil’de, Şengal’de ve Rojava’da tanıdığım kadınlar çok gençti. Devrime katılan, devrimi savunan, sistemin inşasına katılan, DAİŞ’e karşı savaşan kadınların çoğu çok gençti. Bu durum benim için önemliydi, bu nedenle, filmimin ismini ‘Kızların Savaşı’.
Pek çok kişi bana “Kızlar” değil “Kadınlar” dememi önerdi, ama ben şahsen devrime ortak olan bu genç kararlılığı anlatmak için “Kızlar” demeyi tercih ettim. Zaten bir sonraki filmimde yaşları biraz daha büyük olan Kadınların devrimdeki rolünü anlatmak için “Kadınların Devrimi” filmini yaptım.
Filmlerinizi Kuzey ve Doğu Suriye ile Şengal’de çekmek zor muydu?
Evet, ikinci filmimi yapmak çok zordu. İlki, ‘Kızların savaşı’ evet oda zordu. Bakur’da güvenlik nedenleri nedeniyle birçok kez engellendik. Dersim’de çekim yaptık, Sakine Cansız’ın mezarını giderken ve kadın hareketleriyle buluşmaya giderken birçok kez güvenlik sorunuyla karşılaştık. Ama tüm bunlar, Rojava’da yaşadıklarımızla kıyaslanamaz bile. Rojava halkıyla aynı durumu yaşadık. Sadece gazetecileri ve belgeselcileri değil herkesi etkileyen DAİŞ saldırılarına tanıklık ettik ve maruz kaldık. Bölge halkıyla aynı risklerle karşı karşıyaydık.
Sonuç olarak, Rojava’da Türkiye’nin hedef aldığı halkla aynı riskleri taşıdık. Bu süreçte film çekmek zor muydu? Evet, böyle bir durumda bir film yapmak çok zorlu. İnanılmaz bir hikâyeye girdiğinizi hissettiğinizde, hikâyenin gerçek boyutunu tahmin edemezsiniz. Ne çekeceğinize ne göstermek istediğinize dair bir fikirle yola çıksanız bile, bir kez içine girdiğinizde, bunun hayal edebileceğinizden çok daha büyük ve duygusal olarak daha yoğun olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bu film çok geniş kitlelere yayıldı ve pek çok ülkeyi şaşırttı.
Bu filmle her yere gittim. İnsanların bu filme bakışı, tıpkı benim Kürt Kadın Hareketini keşfettiğimde yaşadığım şaşkınlıkla aynıydı.
Peki, bu filmi yapmadaki temel amacınız neydi?
Aslında, bu filmi çok daha önce çekmek istemiştim. Sonrasında, Sakine Cansız, Leyla ve Fidan’ın Paris’te katledilmesi ve Kobane direnişi vardı. Kobane’yle birlikte dünya aniden ellerinde keleşlerle savaşan bu kadınları keşfetti. Bu durum beni çok kızdırdı. Verilen haber tarzları, bu hareketin derinliğini anlamamaları ve yıllardır inşa edilmek istenen politik, sosyolojik bu hareketin arka planını görmeme hali ve anlamaktan uzak tavırları beni çok rahatsız etti.
Bu kadınların seksi kahraman figürlerine indirgenmesi beni gerçekten çok rahatsız etti. Bu hareketin derinliğini, zamanını, tarihini, bu hareketin nasıl inşa edildiğini, 40 yıllık kadın mücadelesine bakarak anlatmak istedim.
Rojava’ya birçok kez gittiniz ve orada inşa edilen sistemi yakından gördünüz. Rojava Devrimi’ni nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu devrimi tanımlayacak bir durumda mıyım bilmiyorum. Ama, orada gördüklerim ve inşa edilen sistem beni derinden etkiledi. Özellikle, Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Arap ülkeleri gibi oldukça iyi bildiğim diğer bölgelerle karşılaştırdığımda, Rojava benzersiz. Rojava’daki kadınların durumu, siyasi bilinç düzeyleri, siyasi ve sosyal yaşama katılımları başka yerlerde gördüklerime hiç benzemiyor. Ama Kadınların toplumdaki ve siyasetteki rolünü, 2015 -2016 yıllarında, büyük baskı dalgasından önce, Bakur’da da görmüştüm. Burada da kadınlar, kurumlar içerisindeki rollerinin yanı sıra birçok yerde merkezi konumdaydı.
Ama Rojava’da, her yaştan, her sosyal kesimden, her inançtan, her kimlikten kadınların, eşitliğin ötesine geçen bir sürece dahil olduğuna tanık oldum. Kadınlar, Rojava’da sadece eşit değil, aynı zamanda hoşgörü, yardımlaşma, toplumsal sürecin arkasındaki motor gücü konumdadır. Kadınlar, Rojava’da birlikte yaşayan farklı kültürler arasındaki karşılıklı saygıyı teşvik etme konusunda çok yetenekliler. Bunları gözlemlemek, benim için büyük bir sürpriz ve çok dokunaklı bir deneyimdi.
Kürt Kadın Mücadelesinin “Jin, Jiyan, Azadî” sloganını artık her yerde duyuluyor. Bu anlamda ne demek istersiniz?
Evet, her yerde bu muhteşem Jin, Jiyan, Azadî sloganı duyuluyor. Uzun yıllardır var olan bir slogan, özellikle de son dönemde İran’da benimsenen ve Jinha Emini’nin katledilmesinden sonra ön plan çıkan Kürt Kadın Mücadelesinin bir sloganı.
Kesinlikle, Kürt Kadın Hareketinin uzun zamandır kullandığı bir slogan. Bence Kürt Kadınlarının mücadelesi, Kurdistan sınırlarının çok ötesinde bir örnek teşkil ediyor. Uzun süre Kolombiya’da yaşadım ve filmimi orada, Arjantin’de ve diğer birçok Latin Amerika ülkelerinde gösterdim. Feminist hareketlerin, kadın hareketlerinin ve genel olarak devrimci hareketlerin Kürt kadınlarının değişim sürecindeki rolüne nasıl baktıklarını yakından gözlemledim. Kürt kadınlarının, Kurdistan’ın çok ötesinde kadın mücadelesi açısından çok önemli bir örnek teşkil ettikleri inkar edilemez.
Bunları söylerken, Kürt kadınlarının, ataerkil ve kadınlara yönelik şiddetin toplum içerisinde hat safhada olduğu Arap ve Yakın-Ortadoğu ülkelerindeki etkisinden bahsetmiyorum bile. Kürt Kadın mücadelesi kesinlikle aynı zamanda bütün bölge için de bir örnek.
Rojava Devrimi’nin Abdullah Öcalan’ın paradigmalarından esinlendiğini biliyoruz. Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlük mücadelesine dönük fikirleri hakkında ne demek istersiniz?
Okuduklarımdan, Sakine Cansız’ın anılarını takip ederek okuyabildiğim ve görebildiğim kadarıyla, Abdullah Öcalan’ın kadınların haklar elde etmesi gerektiği konusunda çok eleştirisel olduğunu ve Kürt halkının özgürleşmesi ile kadınların özgürleşmesinin birbirine bağlı olduğunu vurguladığını biliyorum. Abdullah Öcalan’ın özgürlük hareketinde kadınların rolünün önemine ilişkin uzun süredir devam eden tutumunun oldukça istisnai olduğunu düşünüyorum. Öcalan’ın kadınların rolü, devrimdeki ve yeni bir toplumun inşasındaki önemi konusunda gerçek bir öncü olduğunu düşünüyorum.
Yeni bir film projeniz var mı?
Evet, Rojava’da müzik ve devrim arasındaki bağla ilgili yeni bir film üzerine çalışıyorum. Ama bu film, diğer filmlerinden çok farklı. Tamamen farklı bir hikaye.
Mylene Sauloy kimdir?
Marakeş’de dünyaya gelen Fransız yönetmen ve senarist Mylene Sauloy bir süre Fransa’da kaldıktan sonra 20 yılı aşkın bir süre Latin Amerika ülkelerinde yaşadı. Sosyoloji alanında doktorası da bulunan Mylene Sauloy, müzik ve direniş arasındaki bağı işleyen birçok film çekti. Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerindeki direniş hareketlerini konu alan filmlere imza atan Mylene Sauloy, 2000’li yıllardan sonra Kürt kadınlarını merkezine koyan birçok filme imza attı. Rojava Devrimi’ni ve Kürt kadınlarının DAİŞ’e karşı verdiği mücadeleyi de yakından takip eden Mylene Sauloy, 2015’te “Kurdistan: Kızların Savaşı”, 2018’te “Kadınlarının Devrimi”, 2021’te ise “Şengal’e Dönüş” belgesel-filmlerini çekti. “Kurdistan: Kızların Savaşı” adlı belgesel-filmi ile birçok ödül de alan Mylene Sauloy, bu filmini aynı zamanda çizgi roman olarak da yayınladı.
HABER MERKEZİ