Fransa’da iktidar iktidarını zenginler ve bilhassa çok zenginler için kullanıyor ama korona belasına karşı kullanmaktan kaçınıyor. Meselenin özü değişmiyor: Yurttaşlar mı? Ekonomi mi? Hayat mı? Kâr mı?
M. Şehmus Güzel
Fransa’da son birkaç gün içinde korona belasının azdığı ve dramatik yönü daha açık bir biçimde görülür oldu. Yöneticiler bile baklayı ağızlarından çıkardılar. Medya takımının birkaçı bile kimi şeyleri artık saklayamıyor, saklamıyor. Doktorlar, bilim insanları “daha ciddi ve sıkı önlemler alınmalı” çağrısı yapıyor. Resmi Bilim Kurulu başkanı bile “Hükümet ciddi ve daha sert tedbirler alabilir” dedi. Bunun üzerine cumhurbaşkanından azar yedi, sarı kart gördü. Hatta Bilim Kurulu’nun kaldırılabileceği bile “medyaya sızdırıldı”. Durumun ciddiliği ortada.
Durum çok ciddi
Aslına bakarsanız saklanacak bir şey de kalmadı. İşte birkaç örnek: “Zone rouge” ilan edilen illerin sayısı giderek artırıldı. İlk başta 21’di, sonra 28’e çıktı, birkaç günden beriyse 42. Fransa nüfusun çoğunluğu korona virüsüyle karşılaşma riski yüksek illerde yaşıyor. Marsilya ve Bordeaux bölgelerinin “evde kal” programına dönmesi gerektiği bile ileri sürüldü. Yurttaşlar tedirgin. Marsilya’da Eylül sonunda başlayacak olan Uluslararası Fuar (La Foire internationale de Marseille) iptal edildi. Paris’te Ekim ayında yapılacak FİAC (La Foire internationale d’art contemporain) da. Türkçesiyle: Durum çok ciddi. Korku yayılıyor.
Yerele yıkıldı
Cumhurbaşkanı ve Hükümeti ülke düzeyinde veya yerel olarak evde kal emri vermek veya yapılması gerekenler konusunda daha sert ve daha sınırlayıcı önlemleri bizzat getirmek istemiyorlar. Dahası kimi ciddi olmayan, ikna edici veya inandırıcı bulunmayan nedenler ileri sürerek alev alev yanan korona belası ateşini valilerin, vilayet yönetimlerinin üstüne attılar. İktidarın siyasi faturası çok yüksek olmaya aday sert veya sıkı kararları almaktan veya yeniden evde kal emrini ülke düzeyinde bizzat vermekten çekindiği açık. Bu durumda “zone rouge” ilan edilen illerde bile yetkileri biraz daha fazla ama yine de sınırlı valiler ve vilayet yönetimleri ne yapabilecekler? Bu yönde bir karar veya emir verebilecekler mi?
Bir örnek: Lobileri çok güçlü cafe, bar, restoran, lokanta, büfe ve otel sahiplerinin vilayetle, valiyle, türlü çeşitli “tarihi, alışılmış ve geleneksel kanallar” aracılığıyla yakınlığı, sıkı-fıkılığı onların tümden kapatılmasına izin ve olanak vermiyor. Hele bu tür işyeri sahiplerinin birçoğunun, kentin “ileri gelenleri”nden “eşraftan” olduğu ve milletvekillerini, senatörlerini seferber ederek valileri “kazandıkları” da bilinince. Oysa namuslu yayın organları, tutarlı bilim insanları hastalığın yayıldığı “yuvalar” içinde en başta barların, restoranların ve hele tuvaletlerinin bulunduğunu ilk günlerden itibaren söylediler ve yazdılar. Son günlerde daha sık yazıyor ve daha yüksek sesle söyleyebiliyorlar.
Polis ve jandarma
Valiler ve vilayetlerdeki sorumlu makamlardakiler söylenenleri duyuyor ve yazılanları okuyorlar mutlaka ama “yukarıdan” gelen emirleri de alıyorlar. “Yukarı”dakiler “ülke ekonomisi felç olmasın” diye “evde kal”a dönüşe yerel boyutta, kentte, kasabada, köyde, mahallede bile karşı. İktidar bu aşamada en belalı kentlere, Marsilya’ya ve Bordeaux’ya, Lyon’a ve Toulouse’a daha çok sayıda polis ve jandarma gönderileceğini vaat ederek bu derde çare mi bulmak istiyor? Yoksa önümüzdeki günlerde olası gösterileri ve isyanları bastırmak mı? 12 Eylül 2020’de “Sarı Yelekliler”in birçok kentte bu arada Paris’te düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlere nasıl saldırıldığını gördük. Polis ve jandarma sayısı çoğaltıldıkça belki kurallara uymayanlara daha çok ve daha sık ceza kesilmesi planlanıyor. Yeni İçişleri Bakanı sertlik taraftarı. “Yaptırımlar uygulanacak!” diyor. Bu konularda bu kadar geciktikten sonra ciddi ve sert önlemler alınsa bile belanın önü kesilebilecek mi?
İyi ki vali olmamışım
14 Eylül’de Bordeaux ve Marsilya valilerinin, “alınacak yeni önlemler” üzerine yaptıkları son derece resmi basın toplantılarını canlı yayıncı televizyon kanallarından birkaç saat boyunca dikkatle izledim. “İpe un serdiler.” “Dostlar alışverişte görsünler” tavrıyla “yeni ve sıkı tedbirleri”ni sıraladılar: “Dağ fare doğurdu.” Bordaux ve Marsilya’dan yükselen pluf sesi ayyuka çıktı. Gözlerim yaşardı. İyi ki vali olmamışım dedim, oysa Mülkiye’ye girmemin amacı önce kaymakam sonra vali olmaktı. Ne olursam olayım, 1964 Türkiye’sinde ne birinin ne öbürünün, iktidar önünde, yanında veya karşısında, neresinde olursa olsun, maalesef hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmadığını birinci sınıfta anladım ve yönümü değiştirdim, öğretim üyesi olacaktım. İyi seçim. Bordeaux valisine hele daha çok üzüldüm, kadın vali gözlerini bir tek kez bile gazetecilere/kameraya çeviremedi, yazılı metni dikkatlice okudu. Kendisi bile inanmıyordu “tedbirlerin” ciddiliğine, uygulanacağına, etkili olabileceğine.
Komik yasaklar
“Uygulamaya hemen konulacağı” iddia ve ilan edilen tedbirler kamuoyuyla, yurttaşlarla alay etmekten başka bir şey değil. Bir örnek vereyim: “Sokakta içki içmek saat 20’den sonra yasak.” Çok iyi, zaten saat 17:30 ile 20 veya 18 ile 20 arasında “apero”lar alındığından saat 20’de “masaya geçiliyor”. Yemek yeniyor. Olan olup-bittikten sonra yasak gelmiş kime ne? Pardon az daha unutuyordum belediye başkanlarının öteden beri zaten böyle bir yetkisi var.
Bir örnek daha: “İçkili mekanlarda dans yasak”. Yaşa Babo! Yahu meselenin dansla bir ilgisi yok. Mesele o kadar insanın bar veya lokantalarda, dar ve kapalı mekanlarda tutulması. Barı veya lokantayı saat 23 veya 24’te kapatmakla da bir şey kazanılmıyor. Olanlar çünkü olup-bitiyor o saate kadar. Ama haklarını da yemeyelim: Barlarda ve restoranlarda ayakta içki içmek yasaklandı. İşin garipliği bu yasağın zaten daha önce de ilan edilmiş olması. Tekrarda hayır vardır, malum.
Daha ciddi bir tedbir mi? Var! Düğünler yasaklanmadı ama katılanların sayısı on kişiyi geçmeyecek. Yoksa yandınız! Yahu on kişiyle düğün mü olur? Demeyin lütfen. Yasak nerede mi? Yine dansta. Nikahtan sonra düğün yapılırsa bildiğiniz gibi davetlilerin sayısı onu geçmeyecek(!) ve dans yasak. Veya çok ısrar eden olursa maskenizi takıp dans edebilirsiniz. Her düğüne mutlaka bir de “düğün komiseri” atanacak herhalde: Dans edenlerin maskeli olup-olmadığını denetlemek için. İşte buna benzer son derece ayrıntılı, ince elenmiş sık dokunmuş önlemler. Çok sıkı. Müthiş!
Kısmi senato seçimleri
Bir türlü “iflah olmayan gençleri”, 15-30 veya 15-44 yaşları arasındakileri “kesintisiz şenlikten”, “sürekli şenliksel yaşamaktan” caydırmak istiyorlar belki. Bu tedbirlerle mi? Tuzu kuruları ve genç yaştaki çocuklarını Cuma gecesinden itibaren eğlenmekten alıkoymak, alışkanlıklarından vazgeçirmek mümkün mü? Göreceğiz. Fransa’da, kamuoyunda güven sarsıntısı ile karşı karşıya cumhurbaşkanı ve çalkalanan hükümeti korona belasının önünde durmuyor, arkasından koşuyor, şiddetini azaltamıyor. Peki o zaman ne oluyor? Ne olacak?
Dünya Sağlık Teşkilatı’nın bile sonbaharda ölüm sayısının ciddi boyutlar alabileceğini açıklamak zorunda kalmasından sonra, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de gençler ve yaşlılar alınan kararlara uyacaklar mı? Güven sarsıldıktan sonra iktidarlar yerinde kalabilecek mi? Fransa’da seçimsel fatura mutlaka on gün sonra yapılacak kısmi Senato seçiminde ve Mart 2021’deki “Bölge Seçimleri”nde ödetilecek. Belediye seçimlerinde hakiki bir Osmanlı tokadı yiyen iktidar partisi yeni seçim darbeleriyle un ufak olmak yolunda. Bu parti ve önderi daha ne kadar dayanabilecekler?
Hayat mı kar mı?
Fransa’da iktidar iktidarını zenginler ve bilhassa çok zenginler için kullanıyor ama korona belasına karşı kullanmaktan kaçınıyor. İsrail’de alınan üç haftalık ve son derece sıkı şartlarla donatılmış “evde kal” programı Fransa’ya örnek olabilir mi? Şimdiye kadar “diktatörlükle yönetildiğinden Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu konuda örnek olamayacağını” ileri sürenler, İsrail gibi “Ortadoğu’nun tek ve en demokrat rejimindeki” bu çok sıkı evde kal örneği için ne diyecekler? Merak ediyorum. Çünkü alınan yeni ve “sıkı” kararların etkili olup olmadığı 1 Ekim’de değerlendirilecek, belki yumuşatılacak, belki ağırlaştırılacak. Onbeş gün içinde hasta ve ölü sayısı artar ve sonra ülke düzeyinde veya kimi kentte evde kal kararı alınırsa, gecikmenin hesabını kim ödeyecek?
Meselenin özü değişmiyor: Yurttaşlar mı? Ekonomi mi? Hayat mı? Kâr mı?