Gündem yine çok yoğun; Kara para aklayanlar, fon adı altında ponzi dolandırıcılığı yapanlar, yasadışı bahis çeteleri, uyuşturucu kartelleri, “milli-yerli” mafya babaları, petrol kaçakçılığı, tarihi eser avcılığı ve direkt halkın mülküne el koymaya yönelik “deprem rezerv yasası”. Birbirinden farklı görünen bu gündemlerin tamamı para ve mülk gasp etme ortak noktasında buluşuyor. AKP-MHP’nin dozajı arttırılmış din-milliyet propagandasına ters orantılı olarak suç ve suçlular iktidar ortağı olacak kadar güç kazanıyorlar. Daha açık ifade edeyim; Saray Rejimi kelimenin tam anlamıyla bir suç imparatorluğuna dönüşüyor.
Kombassan, Jetpa, İhlas Holding, Deniz Feneri dolandırıcılığıyla çıraklık-kalfalık dönemini tamamlayan, merkezinde Reza Zarrab’ın olduğu, devlet bankalarının araç edildiği “ustalık dönemi” vurgunuyla devam eden ve bugün Türkiye’yi adeta suç şebekelerinin toplanma alanına dönüştüren “imparatorluk dönemi” ile final yaşıyoruz. Reza Zarrab’a vatandaşlık verildiği, “senin önüne yatarım Reza” denildiği dönemin geçici bir dönem olmadığını, Kırmızı Bülten ile aranan uyuşturucu baronlarına vatandaşlık verilerek korunmaya alınmasından anlıyoruz. S. Soylu’nun İçişleri Bakanlığı zamanında dünyanın bütün suç örgütlerinin Türkiye’yi mesken tutması bir rastlantı olmasa gerek. Bugünlerde suç örgütlerine yapılan seri operasyonların zevahiri kurtarma ve aleniyet kazanmış suç örgütlerinin göz önünden uzaklaştırılma telaşı olduğu açık.
Deli danalar gibi ortada koşuşturan suç şebekelerinin görünürlüğünü azaltma çabası, suçu legalize etme gayretkeşliğiyle beraber yürütülüyor. Kara para aklama yasaları, mafyalara özel af ya da mahkemelerde tahliye beraat tertipleriyle/tarifeleriyle suça ve suçluya yasal zırh kazandırılıyor. Çıkar amaçlı suç örgütlerinin ihtiyaçlarına uygun yasalar çıkaran AKP-MHP, suçu tasfiye etmek bir yana, tam tersine suçu kurumsallaştırıyor. M. Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü ve sonrasında İçişleri Bakanı olduğu dönemde Özel Harekâtçı polislerin “terörle mücadele” adı altında mafyatik yapılanma oluşturmaları, mafya gruplarının liderlerini öldürerek “milli mafya” yaratmalarına benzer bir süreç yaşanıyor. “Kumarhaneciler Kralı” Ö. Lütfü Topal’ın Özel Harekâtçılar tarafından öldürülmesiyle, KKTC’de kumar ve bahis işlerini yöneten Halil Falyalı’nın öldürülmesi illiyet bağı taşıyor. Fakat eski dönemde devletin alt kademelerinde organize edilen çıkar amaçlı suç faaliyetleri, yeni dönemde iktidarı elinde bulunduranlar tarafından siyasetin ana merkezi olarak tahkim ediliyor.
Sedat Peker, ifşa videolarında AKP-MHP tarafından bizzat görevlendirildiğini, korunduğunu, kendisine mitingler yaptırıldığını ve “kanlarıyla duş alacağız” sözlerini korku iklimi yaratmak maksadıyla söylediğini itiraf etmişti. Peker’in ifşalarını yolsuzluk, gasp boyutuyla ele aldığımızda mafyayla iş tutan bir iktidardan öte, mafyalaşmış bir iktidar olduğunu görüyoruz. Peker’in siyasi ifşalarını ele aldığımızda ise KKTC’li gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesi örneğinde olduğu gibi Kürt halkına ve devrimcilere karşı siyasi cinayetler tertipleyen mafya destekli, “yasal mermili” kirli savaş mensupları karşımıza çıkıyor.
Kara para, uyuşturucu, petrol kaçakçılığı, altın kaçakçılığı, kumar, bahis vb. suçlardan elde edilen devasa meblağlar faşist yönetim biçimini ayakta tutuyor ya da tersinden faşist zihniyet egemen olduğu için mafya düzenini doğuruyor. Kürt halkına karşı kirli savaşı yöneten şahısların aynı zamanda kara para, uyuşturucu gibi gayrimeşru işleri yöneten kişiler olması elbette bir tesadüf değil. Peker’in ifşalarının başrolünde M. Ağar, Korkut Eken vb.lerinin yer alması, diğer taraftan bu şahısların açık kanıtlara rağmen faili meçhul cinayetler davasından “zaman aşımı” gerekçesiyle cezalandırılmamaları tedavülde olan Saray Rejiminin ne menem bir yapı olduğunu ortaya seriyor.
“Fatih Terim Fonu” dolandırıcılığı, Dilan-Engin Polat kara para şebekesi, borsa hileleri vb. birçok olayın aktörlerine baktığımızda matruşka bebek gibi iç içe geçmiş ilişkiler ağı çıkıyor. Zurnanın son deliği Deniz Bank müdiresi Seçil Erzan ya da kara para aklayıcısı Dilan Polat’ın tutuklanması yukarı doğru çıkan ilişkiler ağını saklamaya hizmet ediyor sadece. S. Erzan’dan M. Ağar’a, Dilan Polat’tan G. Öztürk’e, KKTC merkezli mafya yapılanmasından A. Çakıcı’ya ve bunların toplamından AKP+MHP+Mayfa rejimine doğru uzun ince bir yol gidiyor.
Bunca olayın, bunca sözün dönüp dolaşıp geldiği nokta; Kürt sorunu çözülmeden ve Türkiye demokratikleşmeden yolsuzluk, arsızlık, gasp düzeni asla düzelemeyecek. “Fatih Terim Fonunun, Dilan Polat olayının Kürt sorunuyla ne alakası var?” diyenlerin halkın paralarını kimler tarafından fondiplendiğine dair suç şemasını iyi incelemeleri gerekiyor. Yeterince incelendiğinde Kürtleri kör kuyulara atanlar, Hrant Dinki’i öldürenler, binlerce insanı gözaltında kaybedenler ile suç imparatorluğu kuranların aynı kişiler olduğu açıkça görülecektir.