Siyahi George Floyd’un beyaz bir polis tarafından, hiçbir gerekçe yokken herkesin gözü önünde boğularak öldürülmesiyle başlayan protestolar, ABD’nin yanı sıra Avrupa’nın da birçok ülkesine yayıldı. Başlangıçta ABD yönetiminin “ırkçı” yaklaşımlarını hedeflese de protestolar yaygınlaştıkça, ABD ve diğer ülkelerde yaşanmakta olan ırk, dil, din, etnik köken gibi hemen her tür ayrımcı politikalara yöneldi.
Milyonlarca kişi protesto için özellikle sömürgeci, emperyalist ülkelerin meydanlarını doldurdu. Bu tesadüf değildi elbette. Bu ülkeler sahip oldukları zenginliklerinin kaynağı olan ilk sermaye birikimlerini; bugün meydanlarında toplanan dışlanmış, ayrımcılığa uğramış protestocuların, ana vatanlarında el konulan değerli madenler ve topraklar ile köleleştirilen atalarının teri, kanı üzerinden elde etmişlerdi. Ama aradan geçen onlarca yıla rağmen sömürgeleştirilen toplumların fertleri zorla getirildikleri sömürgeci ülkelerde ırkları, dinleri, renkleri üzerinden yaratılan ön yargılar nedeniyle, toplumun geneli tarafından dün olduğu gibi bugün de dışlanıyor, ayrımcılığa uğruyordu.
Küreselleşme süreciyle birlikte artan bölgeler ve ülkeler arası eşitsizlikler, savaşlar ve iç siyasi çekişmeler, sömürgeci dönemin kölelerinin torunlarına, göçmenleri, mültecileri, sığınmacıları da ekledi. Onlar, diğerlerinin ataları gibi “beyaz adam”ın ülkesine köle yapılmak için ayaklarına zincir vurularak getirilmemişti ama aynı “beyaz adam”ın ve onun kurduğu sistemin yaşanmaz hale getirdiği ülkesinden, “kendi rızası” ile göçmek zorunda bırakılmıştı.
İster ayağında zincirlerle getirilen kölelerin torunları olsun isterse ülkesinden göç etmek zorunda kalanlar olsun uğradıkları ayrımcılık, dışlanma yüzünden onların yeri her zaman emek piyasasının en dibi, kentlerin en varoşları oldu. Bu da yetmezmiş gibi milliyetçi/ırkçı duyguları kışkırtılmış kendisini “yerli” ve “ayrıcalıklı” görenlerin kimi zaman şiddete ve hatta katliama varan, düşmanca saldırılarına maruz kaldılar. Floyd’un öldürülmesi sonrasında bir çırpıda akla gelen; Solingen’de Türkiyeli Genç ailesinin yakılarak katledilmesi, ‘Kürtçe konuştuğu’ gerekçesiyle oğluyla vurularak öldürülen Kadir Sakçı, Sakarya’da karnındaki 9 aylık bebeği ve 10 aylık çocuğu ile katledilen Suriyeli Mefta Emani ya da en son Ankara’da ‘Kürtçe şarkı dinlediği için’ Barış Çakan’ın öldürülmesi oldu.
Burada milliyetçi/ırkçı şiddeti uygulayanların, genellikle etnik köken ve kültürel farklılığı olanları kendilerine rakip olarak gören “yerli” emekçiler olduğunu, özellikle vurgulamak gerekir. Ekonominin krizde olduğu, işsizliğin arttığı dönemlerde milliyetçi/ırkçı eğilimlerin ve şiddetin artmasının en önemli nedenlerinden biri de budur.
Kapitalizm toplum kesimleri arasında yarattığı ayrımcılık üzerinden kendisini var eden bir sistemdir. Özellikle emekçiler arasında rekabeti arttırmak ve örgütlenmelerini engellemek için milliyetçiliği/ırkçılığı kışkırtır. Dolayısıyla kitleler, düzene karşı mücadele etmek yerine birbirleriyle rekabete girerek, “öteki”ne karşı “ayrıcalıklı” olma yarışına tutuşur. Böylece sınıf çelişkilerinin üzeri örtülür, sistem sorgulanmaz. Ekonomik ve siyasi egemenlerse varlıklarını sürdürmeye devam eder.
George Floyd’un katledilmesinin ardından yaygınlaşan eylemlerle ayrımcılığa uğrayan, ezilen, sömürülen kesimlerin sokağa dökülmesini sınıf mücadelesi olarak yorumlayanlar oldu. Yukarıda değindiğim gibi Floyd’un katledilmesine yol açan etmenlerin kapitalizmle doğrudan ilişkili olduğu da sınıfsal temellere dayandığı da doğrudur. Protestolara katılanların tepkileri de kapitalizme ve onun temsilcisi siyasi iktidarlara yöneliktir. Ancak bu eylemlerde sınıf perspektifine sahip bir örgütlülük içinde hareket edilmediği gibi politik bir hedef de yoktur. Öte yandan eylemlerin, üretimin durdurulması gibi üretim süreciyle bir bağlantısı da kurulmamıştır. Dolayısıyla bu eylemlerin sınıf mücadelesi olarak tanımlanması abartılı olduğu gibi son yıllarda sistematik hale gelmiş olan “ayrımcılık” politikalarını, milliyetçi/ırkçı kışkırtmaları kalıcı olarak engelleyecek bir sonuç ortaya çıkarması da beklenmemelidir.
Anımsarsak geçmişte ABD ve diğer birçok ülkede ayrımcılığa, ırkçılığa yönelik mücadeleler oldu ve bunlardan birtakım kazanımlar da elde edildi. Hatta ABD’de bir siyahi, başkan bile oldu ya da bizde iki yıllık çözüm sürecinde Kürtler birtakım kültürel ve siyasal haklar elde etti. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak bunlar kalıcı olmadı, egemenler çıkarları doğrultusunda milliyetçiliği/ırkçılığı yeniden körükleyerek tüm bu kazanımları ortadan kaldırdı, toplumu ayrıştırmak üzerinden varlıklarını sürdürmeye devam etti.
Toplum kesimleri arasında yarattığı ayrımcılık üzerinden kendisini var eden kapitalizmle mücadele için bu politikalara karşı (ayrımcılığa uğrayan hiçbir kesimi dışlamadan) sınıf bilinci içinde bir araya gelinmesi dışında bir başka yol olduğunu düşünmüyorum. Ancak bu perspektifte yürütülecek bir mücadele; daha eşit, daha adaletli bir dünyaya ulaşmayı mümkün kılabilir!