Fransız şirketi Yves Roches’in % 51 ortağı olduğu kozmetik firması Flormar’da çoğu kadın 130 işçinin başlattığı ve 300 güne yakın süren direniş sona erdi. Sendikalı oldukları için ve sendika üyesi arkadaşlarına destek verdikleri için işlerine son verilen işçiler, sendika üyesi olarak işlerine geri dönmek talebiyle direnişe geçtiler. Direniş tüm ülke kamuoyuna mal olarak sürdürüldü. Patronun işten atarak kıramadığı işçi iradesini devlet, soğuğu kullanarak kırmaya çalıştı. Ülke içinden ve dışından verilen destekle devam eden direniş, son aşamada Flormar patronunun tüm kazanılmış hakları fazlasıyla vermeyi önermesi sonrasında işçiler tarafından, işbaşı yapılmadan sonuçlandırıldı.
Uluslararası şirketlerin Türkiye’de ortaklarıyla birlikte yürüttükleri, işletmelerin tamamında Flormar benzeri dayatmalar, uygulamalar yaşanmaktadır. DHL örneğinde olduğu gibi, Avrupa’daki tüm işyerlerinde işçilerin sendikalı olmasına rağmen uluslararası şirketler, neredeyse Türkiye’deki tüm işletmelerinde sendikalaşmaya karşı tavizsiz bir saldırganlık örneği gösteriyor. Bu durumda şaşılacak bir şeyin olmadığı peşinen kabul edilmelidir. Lenin’in ısrarla vurguladığı üzere emperyalizmin ayırt edici özelliği, meta ihracının yerini sermaye ihracının almış olmasıdır. Sermaye ihracı kredi vererek borçlandırma, doğrudan yatırımlar yapma ve günümüzde borsa hareketleri üzerinden gerçekleştirilir. Yarı sömürge ve bağımlı ülkelerdeki hükümetlerin övünerek kitlelere pazarladığı sermaye girişinin özünü, aslında emperyalist tekellerin kârlarını ve bağımlılık ilişkilerini artırmak üzere gerçekleştirdiği bu sermaye ihracatı oluşturur.
Metropol ülkelerdeki tekeller gerek işçi hareketlerinin örgütlü ve güçlü olması nedeniyle emek ücretlerinin yüksekliğinin yarattığı maliyetler gerek toplumsal hareketlerin baskısı sonucu çevresel tedbirleri almak zorunda kalmanın maliyetinden ve gerekse lojistik maliyetlerinden kurtulmak adına üretimi bütün bu etmenlerin zayıf olduğu sömürge, yarı sömürge ve bağımlı ülkelere kaydırma eğilimi taşırlar. İşçi sınıfının örgütsüz, işsizliğin yüksek olduğu ülkeler batı sermayesi için ucuz emek cenneti haline gelmiştir. Hammadde ve enerji maliyetlerinin uluslararası fiyatlandırıldığı düşünüldüğünde, batıdan doğuya kayan sanayinin daha yüksek kâr elde etmesinin tek yolu emek maliyetlerinin yani işçi ücretlerinin düşük tutulmasından geçer. İşçi ücretleri düşük tutulmak isteniyorsa işçi sınıfı örgütsüz olmalıdır. Türkiye’deki Avrupa sermayeli şirketlerin sendika düşmanlığının altında bu basit ve çıplak gerçek yatar. Yatırım adı altında gerçekleşen sermaye ihracı, işçilerin örgütsüz, güvencesiz ve düşük ücretle çalışmasını ön koşul olarak dayatır. Sermaye, işçi sınıfına düşmandır. F
lormar’da başlayan direnişin kökeninde, patronun işçiye karşı düşmanlığı yatar. Nitekim patron, işçiye karşı düşman hukuku uygulamış, sendikalaşma talebini engellemek için her şeyi göze alarak mücadele etmiştir. Bu boyutuyla bakıldığında işlerine geri dönemeyen işçiler yenilmiş, direniş kaybetmiştir. Fakat bu dar okumanın dışına çıkılıp, objektif koşullar ışığında direnişi ele almak gerektiği ortadadır. Mücadelenin bir yıllık bir dönem boyunca sürdürülmesi, devletin ve patronun bütün saldırılarının göğüslenmesi, hatta adeta doğayla dövüşülerek yürütülmesi ve elbette patronun bitirmek için çok büyük bir maliyeti göze alıp işçilerin tüm kazanımların fazlasıyla ödemesi düşünüldüğünde, Flormar direnişi çok büyük bir kazanımla sonuçlanmıştır. Söz konusu olan yenilgi değil zaferdir. İşçilerin şehrin tamamen dışında yalıtılmış bir bölgede doğa, devlet ve patrona karşı, üstelik içeride üretim devam ederken yürüttüğü direnişin bir adım daha ileri kazanımla sonuçlanmasının tek koşulu, eylemin ülke sathına ve uluslararası alana yayılması, şirketin bir çeşit toplumsal ablukaya alınmasıdır.
İşçilerin, uluslararası sermayenin örgütsüzlük dayatmasının kıramamasının sorumluluğu, fabrika önlerindeki ziyaretler dışında herhangi bir destek sunmayarak, direnişi ülke dışına yayamayan sosyalistlere ve emek örgütlerine aittir. Kabul edilmelidir ki son yıllarda ortaya çıkan işçi eylemleri grevden çok direniş olarak şekillenmektedir ve içeride üretimin devam ettiği direnişlerde zaman, işçiye düşmandır. Zaman uzadıkça ücretinden başka hiçbir geliri olmayan işçinin yaşamı idame ettirme sorunu çoğalır, direniş adım adım zayıflar. Flormar işçilerine kısıtlı da olsa verilen destek direnişin 300 gün sürdürülmesine katkı sunmuştur. Burada işçilerin sendikası Petrol-İş’in de hakkını vermek gerekir. Pek çok sendika grev ve direnişleri, işçiyi yalnız ve sahipsiz bırakırken, Petrol-İş şubeleri sonuna kadar işçiyle beraber olmuş, sonuna kadar onlara destek vermiştir.
Ağır ekonomik krizin Flormar benzeri veya daha büyük direnişleri tetikleyeceği, sınıf hareketini canlandıracağı görülmelidir. Sosyalistler dağınık ve parçalı yapısıyla işçi hareketinin taleplerini karşılayamadığı gibi kendiliğinden ortaya çıkan direnişlere, hak ettiği desteği vererek onları yönlendirme potansiyeline de sahip değildir. Sınıf içerisinde örgütlenip, sınıf hareketine önderlik edilmek isteniyorsa birlikte mücadele edilmesi gerçeğiyle kabul edilmelidir. Ortak bir amaca kilitlenmiş, kendisini değil mücadeleyi büyütmeyi peşinen kabul etmiş, sermayeyi ve sarayı cepheden karşısına alan, yüzü Kürt halkına dönük bir yan yana geliş elzem hale gelmiştir.