Müzikli, çalmalı
söylemeli yerler
davetkâr ama senin
geçip oturmaya niyetin yok, besbelli kimsenin yok
Tam Gezi üzerine birşeyler yazayım derken, önüme SZ’nin notları düşmez mi. Eh o zaman sözü ona bırakmaz da ne yaparsın. RZ.
“Büyük çatışmaların üzerinden günler geçmiş. İstanbul’un bir yerlerinden yola çıkmışsın. Meraktan kıvranıyorsun; dinlediğin haberler, sosyal medyada paylaşılanlar bir yana bizzat kendi gözlerinle görmek istiyorsun. Polisin geri çekilmesi ile başarıya ulaşan Gezi Direnişi’ni hâlâ yaşar haldeyken, kalbi gürül gürül atarken deneyimlemek istiyorsun.
Yollar seni Galata Köprüsü üzerinden Karaköy’e ulaştırmış; en kestirmeden Tünel’e yöneliyorsun. Finüküler ile İstiklal’in en ucuna kolayca ulaşıyorsun; yol boyu hayrette devam, gerçekten ortalıkta polis molis yok; ama her yer insan dolu. Karaköy’de gördüklerin başka bir zamanda karşılaşacağın insanlardan farklı değil; ha Perşembe pazarına gelmiş ha başka bir şey. Ya vagona doluşanlara ne demeli; sanki İstanbul Film Festivali için seans kovalayacak gençten bir kalabalık. İstasyondan çıkarken hissediyorsun; bu festivalciler de senin gibi başka bir merakın peşinde.
Biber gazı, cop, yaralananlar, barikatlar, tomalar, acı, coşku; gazla boşalan sonra gerisin geriye dolan sokaklar, sloganlar yerine eğlence damarı yükselmiş İstiklal karşılıyor seni. Cadde tıklım tıklım; gecenin bir vakti tüm dükkânlar açık, içleri dolu. Sadece yeme içme mekânları da değil; az üşüdün diye bir süveter almaya yeltensen önüne ilk gelen mağaza emrine amade. Müzikli, çalmalı söylemeli yerler davetkâr ama senin geçip oturmaya niyetin yok, besbelli kimsenin yok. O sebep demek ki kapı önlerine tek atmalık masalar konulmuş, 5 papele dik, yola devam et. Kimi şarkı söyleyen kimi slogan atan insan denizinde yüzer adım Fransız Konsolosluğu’na kadar ilerliyorsun. İstiklal’deki kesintisiz partiyi arkanda bırakıyorsun önünde bir başka insan denizi.
Ne meydandaki heykeli ne de AKM’yi böyle görmemişsin; eskilerin 1 Mayıs’larına parmak ısırttırıyor. Daha dün bir bugün iki değil miydi? Kim ne ara döşendi bu pankartları, bayrakları? Üç beş harfi Amerikan bezine koli bandından dizinceye kadar akla karayı seçmemiş miydin fi tarihinde? Pankart, pankart olmuştu safi bezin kırmızı rengi hatırına; onu da açamadan paketlenmiştiniz. Kiralık vinçle seçim bayrağı asmaya benzemiyordu bu “iş”; AKM’nin cephesinde boşluk kalmamış; Haylaz bir kız çocuğu gibi ne bulduysa giyinmiş üstüne, kimi bol kimi dar. Taksim Meydanı halaya durmuş; şaşkınlığından farkında değilsin, birbirine teğet ya da içi içe onlarca halka dönüp duruyor. Bir yandan türküler diğer yandan sloganlar. Tulumun nefesi bitmez, o sayede horon da durmaz ya merak ediyorsun bu meydandaki kesintisiz mitinge nefes üfleyen tulumu.
Gezi Parkı’nın çeperine gelesiye kadar başın dönmüş; hem kendine gelmek için hem de en leziz kısmı ağırdan almak için tavaf etmeye karar veriyorsun. Meydana göre az bir farkla daha yüksekte duran park gözüne daha da anıt gibi geliyor. Yamaçlarda bekleşenler içlere ilerleyecek yol arıyor. Onlarca çadırdan kurulmuş içerideki otonom yerleşke şimdiden kural kaide koymuş gümrük kapılarına; kovaları bira dolu bebelere satış izni yok; bozuk atıyorlar içeri alınmadıklarına. Yavaş yavaş akıveriyorsun. Daracık daracık sokaklar oluşmuş bez kentte; kütüphanede duruyorsun, insan seli durdurmuyor, kesintisiz komün hayatına teğet geçip sağlık ocağına varıyorsun, sonra bir bakmışsın İnönü taraftan dışarıdasın. Caddede, iki adam boyu barikatın tepesine varınca bir kez daha anlıyorsun; püskürtmek hiç ama hiç kolay olmamıştı. Az sağına varıyorsun; bir otobüs iskeleti. Geriye kalanı grafitiler başka bir kılığa sokmuş; önü, üstü, içi ziyaretçilere poz mekanı olmuş. Ters dönmüş ekip arabaları o sevimlilikten çok uzak. Saatler geçmiş; onlarca insanla beraber Kabataş’a doğru yürümektesin. Yönünü sen seçmedin, gecenin bir vakti, kim nereye nasıl gidecekse, elbette bilen birileri vardır deyip takılmışsın peşlerine. Paylaşımlarda gördüğün yazılamaların önünden geçtikçe artırıyorsun biriktirdiğin resimleri. Açık Hava’daki konserden çıkmış bir topluluk gibisiniz; el ele kol kola, minik sohbetler, gülüşmeler, şakalar; tadında bir etkinlik insanı nasıl şehre geri salarsa aynen öyle tatminkâr. Deniz kenarına varınca birilerinin bu yolu önceden yol yaptığını anlıyorsun; bekleşenler üleşip taksi tutuyorlar karşıya; hayatında ilk kez deniz taksi kullanıyorsun. Beş yıl sonra Gezi’nin anması bir kez daha gelip çattığında tekrar göz atıyorsun o gece çektiğin fotoğraflara. Seninkiler değil belki ama olayın ta kendisi bir başyapıt. Öleni kalanı yâd ediyorsun. Ama huzur yok. Fondaki televizyon taciz ediyor; adamın teki hâlâ ekrana çıkmış sallamakta; kaç senedir aynı terane; Fetoşların darbesiymiş, dış güçlermiş. Ha işte budur senfoniyi zulüm sanan kafa. Faydacı körlüğü bu! Her şey onların piyesine sahne olacak ya. Attığın terlik televizyonu kapatamıyor ama eylem eylemdir. Hakim olduğun alana kayıyorsun yavaşça. Kâğıt kalem çıkartıp karalamaya başlıyorsun; Romalı entarisi giymiş reis ile hoca, entrika tiratları atıyorlar; ardından birbirlerine hançer. Oyunun adını koymaya dilin varmıyor; birinin eserine azıcık benzese küfür olur ölmüş ozanlara, oyun yazanlara.
Zihnin açılmış bir kere soruveriyorsun, “Gezi’de Boğaz Köprüsü yürüyerek aşılmasa, 15 Temmuz yine bu köprüde başlar mıydı acaba?” Besbelli milyon dolarlık acansları aşık olmuş Gezi’nin cereyan ettiği mekanlara, simgesel anlamlara takılmışlar. Ama işte öyle acans kondurmasıyla eser çıkmıyor; hayata dekor muamelesi yapılınca bildiğin sahte duruyor ve sanki her şey Gezi’nin ta başına gidiyor. Onlar odun sanıyor sen biliyorsun nefestir, candır, ağaçtır. Şimdi Roma entarili piyesçilerin dekor sandığı şeyi daha da iyi kavrıyorsun. Kırmızılı kadın, sapanlı teyze, meydana inen kuyruklu piyano, toma kovalayan kepçe, dekonstrüktivist barikatlar, toma önünde çalınan gitar, gezinin içindeki atölyeler, kıyı köşede gönüllü doktorların attığı dikişler, moon walk, duvar yazılarını sıralamaya yer yok… Kazanma kaybetme muhasebesi yok… Kendini gerçekleştirmekle meşgul binlerce insan her şeyiyle oradaydı işte…
Kâğıdı buruşturup top yapıyorsun. Cehenneme kadar basket! Bütün gece Gezi’yle olmak iyi, çok iyi. Kendince adını koyuyorsun, “Gezide binlerce insan, haftalar boyunca, irili ufaklı kolektifler halinde ölüm ve acı pahasına, büyük küçük sonsuz parçadan oluşan emprovize bir performans eseri yarattı.” Biletleri sonsuza kadar teneke kutularda saklanacak cinsten eşsiz bir eser.
Sinan Zarakolu (01.06.2018)”