Güney-Batı Asya’nın en uzun ırmağı olan Fırat, 2 bin 800 kilometre uzunluğundadır. Yani Türkiye’nin doğusundan batısına uzansaydı, ucu Yunanistan’a kadar varacaktı. Nehrin suladığı arazi anlamındaki havza alanı ise 765 kilometrekaredir. Yani Türkiye’nin yüzölçümü kadar bir havzaya sahip olan Fırat Nehri, Ağrı Diyadin’den kaynak alan Murat Nehri ve Erzurum Dumludağ’da kaynayan Karasu Nehri’nin Elazığ İl sınırlarında birleşmesiyle oluşmuştur.
Fırat Nehri Erzincan, Dersim, Elâzığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Antep, Urfa il sınırını belirledikten sonra Suriye ve ardından Irak topraklarına girer. Irak’ta denize uzak olmayan bir noktada Dicle Nehri ile birleşerek Şatt’ül-Arab’ı oluşturur ve Basra Körfezi’ne dökülür. Bu yol boyunca, Ürdün ve Kuveyt topraklarını da sular. Fırat deyince, en az beş ülkenin topraklarından bahsediyoruz yani. Tarihine ise hiç girmeyelim: İlk tarımın ve hatta uygarlığın ilk doğduğu yer…
Fırat ile ilgili bu teknik bilgileri toparlamak için google’da epeyce uğraşmak zorunda kaldım ama “Fırat’ın doğusu” deyince, karşıma 15 milyon haber-bilgi bağlantısı geliyor. Bu yapay adlandırma, yukarıda saydığımız beş ülkenin her birini kapsamıyor. Sözü edilen yerin adı, Rojava’dır. Haydi Rojava, demeyi kendinize yediremiyorsunuz; o zaman o coğrafyanın adı Kuzey-Doğu Suriye’dir.
İktidarın aylardır sanki Malatya’nın doğusundan söz eder gibi konuştuğu yer, bir başka devletin -Suriye’nin- bir parçasıdır; Suriye’nin toprağıdır. Yani siz oraya girdiğinizde, işgalci durumuna düşersiniz. BM’nin ilgili maddesine dayanarak ‘terörist’ takibi yapıyoruz, demeniz de, orada oluşan yapı, bizi tehdit ediyor, iddiasında bulunmanız da hikayedir. Çünkü oradan size bir taş bile atılmadığını tüm dünya biliyor.
Rojava yönetimi, IŞİD’i yok edebilecek neredeyse tek güç olarak ortaya çıktığı için ABD’nin başını çektiği Batı’dan yardım gördü. IŞİD, Suriye’den tamamen temizlendiğinde -ki İdlip, Afrin ve Ankara’nın kontrolündeki ceplerde halen bolca bulunuyor- ABD, Kürtleri ‘satabilir’ mi? Bunun tarihteki örnekleri çok; ancak PYD yönetimi, ABD yardımıyla kurulmadı ve bugünlere onun sayesinde gelmedi. PYD, kendi rüştünü ispat ettikten sonra, ABD muazzam askeri yardımla bölgeye geldi ve “IŞİD’le Mücadele Koalisyonu” adı altında Suriye topraklarında bulunuşunu adeta meşrulaştırmış oldu.
Ana muhalefet partisini de içeren Ankara zihniyeti, Kürtlerin kendi kimlikleriyle bir statü kazanmasını istemiyor. Bunu seçimle gelen Demokratik Bölgeler Partisi belediye başkanlarının yerine kayyum atarken, bağımsızlık referandumu yapan Barzani’yi İran yanlısı Haşdi Şabi güçlerinin önüne atarken yaptığı gibi, şimdi de Rojava yönetimini yıkmak istiyor. Dahası bunu yapabilmek için, emperyalist güçlere veremeyeceği taviz yok. Çok eskiye dayanan ve adeta genlerine işleyen Kürt düşmanlığı biliniyor ama bir başka olgu daha var.
Kuzey Suriye’de büyük bir kabul gören PYD anlayışının kurduğu Rojava yönetiminin kalıcı olmayacağı düşünülüyordu. Yaratılacak bir Arap-Kürt çatışması, bu yönetim anlayışını sürdürülemez hale getirebilirdi. Ancak PYD’nin Kürtlerin çoğunlukta olmadığı -IŞİD’in Suriye’deki başkenti- Rakka’yı Araplarla birlikte savaşarak alması ve Doğu Suriye’de Araplarla birlikte yönetimler oluşturması, Araplarla Kürtler arasında umulmadık bir dostluk yarattı. Böylece zaten en küçük etnik ve dini azınlıklara saygılı olan PYD, bu anlayışa Doğu Suriye’de önemli bir nüfusa sahip Arapları da katmış oldu.
Uzun lafın kısası; önce Rojava ve şimdi de Kuzey-Doğu Suriye, bir halklar bahçesidir. Ortadoğu’da demokratik bir vahadır. Dahası laik bir yönetim söz konusudur. Oraya Müslüman Kardeşleri, El Kaide’yi, IŞİD’i; yani islamcı çeteleri yerleştirmeyi amaçlayan kafanın panzehridir. Fırat’ın doğusu diye bir yer yoktur! Orası Rojava’dır, oranın adı artık Kuzey-Doğu Suriye’dir…