TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, koronavirüs salgınından tüm devlet yönetimlerinin sorumlu olduğunu belirterek, hepsinin uluslararası mahkemelerde yargılanması gerektiğini söyledi
Dünyanın dört bir tarafına hızlıca yayılan yeni tip koronavirüs (Kovid-19), bugüne kadar milyonların ölümüne neden oldu. Hâlâ da can almaya devam eden virüs kontrol altına alınamıyor. Salgının etkisiyle yaşananları, “yaşam hakkı ihlali” olarak değerlendiren Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, salgın sürecinde devlet yönetimlerinin sorumluluğuna dikkat çekiyor. Sağlığı piyasaya açma yaklaşımı üzerinden 30 yıldan fazla bir zaman geçtiğine dikkat çeken Fincancı, “Bunun yarattığı tahribatı küresel salgında hep beraber ne yazık ki insan ölümleriyle deneyimledik. Çünkü üretim sürdüğü ve kâr etmeye devam ettikleri sürece bu sistemi de sürdürme kararlılığındalar” dedi
Genelge devam ediyor
Türkiye’de özel hastaneler başta salgın hastanesi olarak ilan edildiğini anımsatan Fincancı, “Sağlık Bakanlığı, herhangi bir ödeme yapılmayacağına dair genelge de yayınladı. Ancak daha sonra bu açılma politikaları, ekonomiyi de destekleme ve ulusal çıkar tanımlamasıyla beraber bu genelge sanki yokmuş gibi bir duruma dönüştürüldü ve genelge unutuldu. Aslında o genelge üzerinden başka bir genelge çıkmış değil dolayısıyla özel kurumların da pandemi hastanesi olarak kullanılması ve herhangi bir ücret alınmamasına dair düzenleme devam ediyor” diye konuştu.
Eşitsizlik derinleşti
Özellikle son yıllarda daha da ağır bir biçimde sınıfsal eşitsizliklerin bölgede derinleştiğine dikkat çeken Fincancı şöyle devam etti: Bir çatışma sürecinin devamlılığı aynı zamanda insanların kendi olanaklarıyla yaşayabildikleri koşulları da ortadan kaldırdı. Yine yaylalara ulaşmayla ilgili sınırlamalar oldu. Temel geçim kaynakları olan hayvancılıktan tutun ekin alanlarının tahribatına kadar pek çok sıkıntı yaşadılar ve bu ağır bir yoksullaşmaya neden oldu. Bu ağır yoksullaşmanın sonucu insanların aynı zamanda yaşam ortamlarından zorunlu göçüne de yol açtı. 80-90’lara benzer şekilde göç yaşandı. Ayrıca uzun süren sokağa çıkma yasaklarının da bu göçte çok büyük bir payı var ve daha görece büyük şehirlerde insanların çok sınırlı koşullarda, sınırlı olanaklarla yaşamaya zorlanmasına neden oldu. Kalabalık evlerde yaşamak zorunda kaldılar. Bu yaşadıkları işsizlikle birleşti. Ek hastalıklarının yanı sıra yaşadıkları bu sınıfsal eşitsizliklerin ortaya çıkardığı sağlık sorunlarıyla beraber, küresel salgınla karşılaşma bu insanların sağlığını daha da bozucu bir boyuta ulaştırdı. Bir de bunun yanı sıra sağlık kurumlarına erişimle ilgili de sorun oldu. Özellikle kamu sağlık hizmetlerinin çöküşüyle beraber insanların sağlık hizmeti alamadığı bir boyutta kaldı ve bu sorunu arttırdı.
Zincirleme sorumluluk…
Neo-liberal politikanın hayata geçirilmesinin mimarının AKP olduğunu kaydeden Fincancı, “Başından itibaren özellikle de AKP iktidarı dönemindeki tüm Sağlık Bakanları bu çöküşten sorumlu. Bugün yaşadıklarımızın sorumluları olarak her birinin anılması gerekiyor ve her birinin zaman içinde bu sorumluluk nedeniyle yargılanması gerekiyor, çünkü bunun bedeli yaşam hakkı ihlalidir. Bugün geldiğimiz ve durduğumuz yer insanların yaşamlarını yitirmesine neden olmuştur. Diğer yandan İçişleri Bakanlığı’nın genelgeleriyle yönetilen bir salgın söz konusu olduğuna göre burada yalnız Sağlık Bakanı’nın değil İçişleri Bakanı’nın da sorumlu olduğunu görmek gerekir. Bilim Kurulu’nun ise bilim insanları olarak bilimsel ilkeler çerçevesinde önerilerde bulundukları muhakkaktır, ancak bu önerilere uyulup uyulmadığına dair zaman zaman kendilerinin de değişik ortamlarda ifade ettikleri bir gerçek vardı. Onlar önerilerde bulunuyordular ama bu önerilere uyulması söz konusu olmuyor. O zaman bu önerilere uyulmamasında, merkezi bir karar veriliyor olmasında başta kimin sorumluluğu vardır diye düşünecek olursak tabii ki özellikle ‘Başkanlık Sistemi’yle birlikte bir tek adam yönetimine de dönüşmüş olan Türkiye’de, Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu vardır. Dolayısıyla bütün yaşam hakkı ihlallerine baktığımızda zincirleme bir sorumluluktan söz etmek mümkün” dedi.
Egemenler yargılanmalı
Prof. Dr. Fincancı, “Bir bütün olarak baktığımızda hem kapitalizmin dayattığı sömürü düzeni hem de bu sömürü düzeninin yararlı bulan bütün devletlerin yönetimleri bu süreçte ortaya çıkan zararlardan sorumlu sayılmalı. Yeni bir dünya düzeni diye tanımlıyorsak, bu devlet yöneticilerini yargılayabileceğimiz büyük bir uluslararası ceza mahkemesiyle bu davaları önümüze getirmemiz ve belki bugün egemenlerin hukuku içinde yargıya yansıması olanağı olmazsa bile en azından toplum vicdanında yargılanmalarını sağlamamız gerekiyor. İnsan hakları mücadelesi içinden yakından bildiğim bir model uluslararası mahkemeler. Bu mahkemeler sadece savaşlar, toplu katliamlar, işkenceler, ağır insan hakkı ihlalleri ile sınırlı olmamalı. Uluslararası ceza mahkemeleri aynı zamanda kâr hırsıyla yönetilen bir dünyada dünyayı tahrip edenlerin sorumluluğunu da ele alan bir yandan bakmalı. Dolayısıyla kimleri dahil edebiliriz. Aslında toplumun bütün bileşenlerini dahil edebiliriz. Ekosisteme dair sözü olandan ayrımcılığa dair sözü olana ve bir bütün olarak sağlık politikalarına yaşamla ilgili tüm politik süreçlere müdahil olanların bir arada olacağı devasa bir uluslararası mahkeme belki bunun ötesine geçebilir” ifadelerini kullandı.
‘Yan yana duracağımız bir dünya olsun’
Fincancı sözlerini şöyle tamamladı: “Belirsizlikler ortadan kaldırabildiğimiz ve tabii ki bu belirsizlikleri ortadan kaldırdığımız bir dünyada kendimizle daha açıklıkla yüzleşebildiğimiz koşulları yaratalım. Yalnız kalmayacağımız hep yan yana duracağımız bir dünya olsun. Kendiniz için değil, birbirimiz için bir şeyler yapabilmek ve bu dünyaya değer katabilmek mümkün olsun ve yeni yılda yeni bir dünya olsun.”
HABER MERKEZİ