Lumiere Kardeşler, büyük yankı uyandıran halka açık ilk film gösterimini gerçekleştirdiklerinde yıl 1895’tir. Çok geçmeden kitleler üzerindeki büyük etkisi fark edilen sinema, o günden bugüne hemen hemen dünyadaki tüm devlet ve iktidarlar tarafından etkin bir propaganda, ajitasyon, manipülasyon aracı olarak kullanılagelmiştir. Sinema sanatı Sovyetler Birliği’nde devrimi büyütmenin, halka, kitlelere devrimi anlatıp yaymanın etkin bir aracı olarak kullanılırken Nazi Almanya’sı da Nazizm propagandası yapmak maksadıyla devlet eliyle çok sayıda film ürettirmiş ve büyük salonlarda halka gösterimini sağlamıştır. Sinema filminin giderek büyük bir ticari metaya dönüşmesi ve kültür endüstrisinin en önemli bileşeni haline gelmesi ise Hollywood sinemasının gelişmesi ile gerçekleşmiştir. Hollywood sineması ile rekabet gücü olan Avrupa sineması ise İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım nedeniyle bu alandaki etkisini Hollywood sinemasına terk etmiştir. Savaş sonrasında hızla toparlansa da büyük bir sinema endüstrisine, büyük festivallere sahip olsa da Avrupa sineması, film ticareti konusunda günümüz de dahil olmak üzere hep Hollywood sinemasının gerisindedir.
Dünyada ilk film festivali 1932’de İtalya’nın Venedik kentinde gerçekleştirilmiştir. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’dan çok sayıda sinemacı bu festivale katılır. Venedik’e turist akımını sağlamak için yapılan bu festival belki de bugünkü festivallerin de hangi motivasyonla yapıldığını anlamak için önemli olacaktır. Burada henüz sinemanın kendisi bir meta değil, turist çekmek yoluyla meta satışını arttırmanın bir yoludur. Çok geçmeden festival yapmanın sinema endüstrisinin gelişimine yaptığı katkı keşfedilmiş ve başta Avrupa ABD olmak üzere dünyanın bütün ülkelerinde film festivalleri yapılmaya başlanmıştır. Bu festivaller arasında Cannes, Berlin, Venedik, Locarno, Sundance, Toronto, San Sebastian gibi öne çıkan film festivalleri dünya sinema endüstrisine yön veren önemli festivallerdir.
Bu saydığım festivallerden, bağımsız film festivali olarak çıkmış olanların birkaçı ve bunun dışında bağımsız film festivali olarak gelişen film festivallerinin pek çoğunun zaman içerisinde sinema endüstrisine eklemlendiğini görüyoruz. Elbette bunun temel nedeni olan onları bağımsız film festivali yapan niteliklerinden uzaklaşarak ana akım festivallere benzeşmeleridir. Bağımsız film festivalleri basit bir gerekçeyle ortaya çıkmıştır: Ana akım film festivallerinin aksine rekabeti değil dayanışmayı, yarışmayı değil paylaşmayı esas almalarıdır. Fakat bağımsız film festivalleri kurumsallaştıkça ve markalaştıkça ana akım festivallerin ufak tefek birtakım farklılıklarla bir benzerine dönüşüyorlar. Ana akım film festivalleri de ona öykünen bağımsız film festivalleri de çoğunlukla ana akım mecrada üretilmiş filmleri bu festivallere dahil edip ödüllendiriyorlar. Küçük bütçelerle kotarılmış, güzel ve özgün bir hikâyesi ve sinematografisi olan pek çok film bu festivallere uğrayamıyor bile çoğu zaman. Ve pek tabiidir ki bu festivallerde oluşan standartlar, bir sonraki sene için tüm yönetmenlere birbirine benzer filmler için sipariş vermiş oluyor aslında. Ana akım festivallerin yarattığı en büyük tahribat özgün hikâyeyi ortadan kaldırmasıdır. Özgün film ve özgün sinematografi için dünyanın pek çok ülkesindeki küçük mütevazı festivallere uğramak gerekiyor. Dayanışmayı, ortaklaşmayı ve paylaşmayı esas alan bu festivaller pek çok özgün hikâyeyi misafir ediyorlar. Sinemanın bir sanat olarak devamı da bu festivaller ve ürettikleri filmleri bu festivallerde gösteren sinemacılar sayesinde mümkün olacaktır.
Türkiye’de İstanbul, Adana ve Antalya, Ankara film festivalleri Türkiye’nin en eski ve kurumsallaşmış festivalleridir. Dünyadaki ana akım film festivallerinin birer kötü kopyasıdırlar aslında. Tamamen ana akım film festivallerinin yarıştıran, rekabet ettiren ve film üretenleri ana mecraya, merkeze çekmeye çalışan bir konsepte sahiptirler. Kentin, hangi partinin belediye başkanı tarafından yönetildiğine göre festivalin birtakım özellikleri değişse de esas itibari ile ana akım film festivali yörüngesinde iş görmektedirler. Özellikle 2008 yılına kadar daha ziyade ulusal sinema endüstrisini geliştirme odaklı ilerleyen bu festivaller bu yıldan itibaren uluslararasılaşma perspektifi dahilinde festival organizasyonlarını yerel organizatörlerden alarak uluslararası organizasyonculuğa açması, festivallerde yüksek miktarda ödüllerin dağıtılması, bu ödüller etrafında güdümlü jüriler eliyle ödüllerin yandaşlara dağıtılması bu festivalleri büsbütün itibar kaybına uğratmış ve niteliğini ve az da olsa sahip olduğu özgünlüğü bitirmiştir. Sinemanın ticareti konusunda iktidar ile çıkarlarını büsbütün ortaklaştıran bu festivaller, iktidarı eleştiren, iktidarın istemediği konuları işleyen filmlere özellikle Kürt sorunu ve Gezi Ayaklanması ile ilgili filmlere dolaylı ve direkt sansürler uygulamaya başladılar. Bu festivaller şimdi çok geniş bir muhalefet desteğini alarak seçilmiş belediyelerin eliyle yapılıyor. Bakalım bu festivallerin rengi değişecek mi?