Ortadoğu’nun yeniden yaygın çatışmaların merkezi olması ve savaşın çok daha geniş bir coğrafyaya yayılma riskinin olduğunu ifade eden Dem Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, ‘O nedenle hem Kürt sorununun hem Filistin sorununun barışçıl çözümü gerekiyor ki artık Ortadoğu kan deryası olmaktan çıksın’ dedi
İsrail’in Filistin’e saldırılarının 7 Ekim 2023 tarihinde yeni bir boyut kazanmasından bu yana on binlerce sivil katledildi, yüz binlercesi yaralandı, milyonlarca insan topraklarından göç ettirildi. Filistin’e saldırılar sürerken Türkiye’nin Rojava’ya dönük saldırıları, sivil alanların bombalanması ve alt ve üst yapı tesislerinin tahrip edilmesi de sürüyor. Hem Filistin’de hem de Kurdistan’daik saldırılar Ortadoğu’yu bir savaş alanına çevirmiş durumda. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) her iki sorunun kaynağının da ortak olduğunu yönelik değerlendirmeler yaparken barış olmadan çözümün gelmeyeceğini vurgulamak üzere 14 Ocak’ta İstanbul’da “Filistin halkıyla dayanışma” mitingi gerçekleştirecek. DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Ortadoğu’da süren savaş hali üzerinde değerlendirmelerde bulundu.
* Partiniz Filistin’e destek mitingi yapma kararı aldı. (Miting ileri bir tarihe ertelendi) Bu karar gecikmiş bir karar değil mi?
Ortadoğu’nun iki kadim sorunu var biri Filistin biri de Kürt sorunudur. Bu iki sorundaki çözümsüzlük bütün Ortadoğu barışını etkiliyor. Çözülmemiş olması halihazırda şu an Gazze’de gördüğünüz gibi bir soykırımın yaşanmasına neden oluyor. Kürt sorunu bağlamında da baktığımızda Türkiye’nin güvenlikçi politikalara hapsolmasına ve ülkedeki 85 milyon insanın da bu sorunun ceremesini çekmesine neden oluyor. İki sorunu yan yana koyduğumuzda çok benzerlikleri olduğunu görebiliyoruz.
Hem Filistin halkının hem Kürt halkının aslında en temel haklarının yok sayıldığı bir süreçten bahsediyoruz. Hatta belki Filistinliler bu konuda biraz daha şanslı çünkü uluslararası alanda tanınmış ve karşılıkları olan bir halk ama bugün Kürtler açısından baktığımızda Türkiye içinde anayasal yurttaşlık haklarını istiyorlar. Bu anayasal yurttaşlık hakkını dahi alamayan, anadilini konuşamayan bir pozisyondalar. Bu anlamıyla, Filistin sorunu ve halkıyla olan dayanışmamız tarihseldir. İlk süreçlerinden bugüne kadar Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendisi ve partimiz, demokratik siyasetin kendisi her zaman duyarlı olmuş ve Filistin halkının yanında yer almıştır. 7 Ekim’de yeni bir boyut kazanan ve bugün bir soykırıma varan süreci çok yakından takip ediyoruz. İlk elden açıklamalarımızı da yaptık, her düzeyde kınadığımızı ifade ettik ve bir an önce sorunun çözülmesi için ilk önce bir ateşkes ilan edilmesi, akan kanın durması gerektiğini ifade ettik. Ama bununla birlikte Filistin sorununun Türkiye içinde istismar edildiğine tanıklık ettik.
Biz çağrılarımızı yaparken, bu konuda Meclis’te de tutumumuzu alırken, bütün mecralarda eş genel başkanlarımızdan MYK’ye kadar tepkimizi ortaya koyarken Filistin sorunu bir iç siyaset malzemesine dönüştürülmeye çalışıldı; halkın sorununa gerçek çözüm bulmak, akan kanı durdurmak ve özellikle de halihazırda savaş devam ederken sorunlara merhem olmak yerine iç siyasette hamaset yapılarak başka bir söylem kuruldu. O nedenle, bu mitingi Filistin meselesinde nerede durduğumuzu, bakış açımızın ne olduğunu ve gerçek bir dayanışmayı, halklar arası kardeşlik köprüsünü Türkiye’deki ve bütün dünya halklarına duyurmak istiyoruz. (Miting ileri bir tarihe ertelendi) Özellikle, AKP’nin Filistin sorunu üzerinden kendi kitlesini konsülde etmeye çalışmasını, bir taraftan İsrail ve Netanyahu’ya en üst perdeden sözler sarf ederken diğer taraftan hiçbir şekilde ticaretini aksatmadığını biliyoruz. Bugün, özellikle Filistin halkının katliamında birebir yaptıkları ticaretin etkili olduğunu çokça ifade ettik. Biz mitingde kendi durduğumuz yeri, Filistin’e nasıl yaklaştığımızı, meselenin sadece Filistin ile sınırlı olmadığını; örneğin Rojava’nın da burada çok önemli bir yerde durduğunu göstermek istiyoruz.
* Bugün Filistin’de yaşanılanların benzeri yıllardır Kurdistan ve Rojava coğrafyasında da yaşanıyor fakat Türkiye siyasetinde gündem bulan Filistin sorunudur. Rojava’ya dönük saldırıların görülmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çokça ifade ettik; Türkiye’nin, genel olarak AKP’nin ve diğer bütün partilerin tutumunun ikiyüzlü olduğunu söylüyoruz. Bugün Filistin’de yaşananlarla Rojava’da yaşananlar arasında ne fark var? Bunu sormamız gerekiyor. 22 bin insan öldüğünde mi dönüp Rojava’ya bakacaklar, aslında bu da yaşandı, olmadı değil. Efrîn’in işgalinde çok fazla sayıda insan yaşamını yitirdi, insanlar kentlerini, yaşam alanlarını terk etmek durumunda kaldı. Bugün oraya cihatçı örgütler yerleştirilmiş ve bölgenin bütün kaynaklarına el konuluyor.
Girê Spî, Serêkaniyê yine aynı durumda. Bununla beraber en son Hakan Fidan’ın “Rojava’daki bütün altyapı ve üst yapı tesisleri meşru hedefimizdir” açıklamasından sonra savaş uçakları SİHA’larla yapılan bombardımanlar var. Barajlardan, tahıl ambarlarına, hastanelere, okullara; oradaki bütün yaşama yönelik bir saldırı oldu ama bu ülkede kimse çıkıp “siz niye sivil alanları vuruyorsunuz, niye insanların tahıl ambarlarını, hastaneleri, okulları vuruyorsunuz” demedi. Bunu söyleyecek tek bir parti çıkmadı ama aynı partiler çıkıp Filistin meselesinde en üst perdeden “sivil alanlar bombalanamaz, üst yapı tesislerine zarar verilemez, yerleşim yerlerine tanklarla girilemez” diyebildi. Evet, buna katılıyoruz ve ekliyoruz bu sadece Filistin için değil, aynı zamanda Rojava için de geçerli.
O anlamıyla, Filistin’i konuşurken asla Rojava’yı, Kuzey Doğu Suriye’yi, Kürt sorununu göz ardı etmemek gibi bir düzlemin kurulması gerekir. Türkiye halkları şunu bilmelidir, Filistin halkı için gözyaşı döken, acı çeken, kınayan herkes aynı şeyin Kürtler için de geçerli olduğunu bilmesi gerek. Kürtlere de aynıları yapılıyor ve yaşadığımız ülkenin sistemi bunu yapıyor. Devlet, AKP-MHP hükümetinin kendisi yapıyor. Oraya ağlarken, buraya alkış tutmak, Filistin’e ağlarken Rojava’ya, Kuzey Doğu Suriye’ye alkış tutmak, görmezden gelmek ve orayı “terör” riskiyle tanımlayarak sivil yerleşim yerlerini bombalamayı hiç kimse bize anlatamaz. Bu kadar açık ve net. İki yakıcı sorunun birini konuşurken diğerini konuşmamanın handikabını topluma anlatmak istiyoruz. Birlikte kınanması gereken ve tutum geliştirilmesi gereken meselelerdir.
* Aynı hassasiyeti Rojava ya da Kürdistan’ın diğer parçalarındaki saldırılara yönelik göstermediğiniz yönünde kimi eleştiriler vardı. Filistin’e destek sunduğunuz da ise “Hamas destekleniyor” denildi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söyleyelim, bizim Filistin halkıyla dayanışmamız ve Filistin sorununun barışçıl yöntemlerle özellikle Birleşmiş Milletler kararları ile bir çözüme ulaşması istediğimiz çok açık ve nettir. Bu konuda, biz Filistin halkını destekliyoruz ve meselesinin çözülmesini istiyoruz. İlk elden şu anda akan kanın durmasını istemek asla bir Hamas taraftarlığı olarak değerlendirilemez. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Çünkü biz Hamas’ın kullandığı yöntemlerin de bu sürece büyük zarar verdiğini biliyoruz. Sivil insanları katletmeyi, insanlık ve savaş suçu olan eylemleri biz nasıl onaylayabiliriz.
Bu anlamıyla, asla ama asla bir Hamas taraftarlığı olamaz. Diğeri ise İsrail’i destekleme iddiası; biz bu katliamlardan mustarip bir halkız, bir başka halka yapılan katliamı maruz görmemiz ve sessiz kalmamız söz konusu olamaz. O anlamıyla, İsrail’in savaş suçu işlediğini ve ilk günden itibaren bunun bir soykırım olduğunu söyleyerek çağrılarımızı yaptık. Bunu yapmaya da devam ediyoruz. İsrail’e yönelik yaklaşımımız budur. Asıl olarak meseleyi ele alırken Rojava’daki ya da Türkiye’deki meseleler gibi 3’üncü Yol çizgimizi esas alıyoruz. Örneğin Suriye’deki sorun da çözülmelidir, oradaki halkların katılımıyla, talepleri doğrultusunda çözülmelidir bu neyi getirir; ne uluslararası sisteme entegre olmaktır ne de Esat yönetimine angaje olmaktır. Ne Hamas ne de İsrail, ikisinden birini tercih etme ve haklı görme gibi bir tutumumuz asla yok, olamaz da. Biz Filistin halkının ve haklı mücadelesinin yanındayız. Bu anlamıyla özellikle savaş hukukuna uyamayan her türlü eylemin, ister İsrail hükümeti ister Hamas yapmış olsun karşısındayız.
Biz daha ziyade 3’üncü bir çizgiyi savunuyoruz. Filistin halkının talepleri doğrultusunda ve alınan BM kararlarına uyulması, gerçekten bağımsız Filistin devletinin her düzeyde temsil edilmesi ve işgalci olan İsrail’in bu topraklardan çekilmesi yönündeki tutumumuzu koruyoruz. Bizim dayanıştığımız, yanında durduğumuz Filistin halkı ve mücadelesidir. Rojava meselesine yönelik şunu söylemeliyim, Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê işgal edildiğinde de biz tutumuzu ortaya koyduk. Son dönemde sınır ötesinde bombalamalar olmuştu ve altyapı-üstyapı tesisleri ciddi şekilde harap olmuştu ve yaklaşık 50’ye yakın insan yaşamını yitirmişti bütün bunlara karşı da tepkimizi ortaya koyduk. O dönem sınıra yürümüştük, eylemler ve açıklamalar yaptık. Bu anlamıyla, Rojava’yı görmeyen, saldırıları görmeyen bir tutumumuz söz konusu olamaz. İlk günden bugüne kadar en temel gündemimizdir; Rojava’ya yönelik saldırıların durdurulması, gerçek anlamda oradaki halkın kurduğu sistemin yaşaması, kendi talepleri doğrultusunda halkların katılımıyla Suriye’de barışın gerçekleşmesi bizim temel talebimizdir.
* Bu çatışmaların süreklileşmesinde, çözülmemesinde bölgesel güçlerin, uluslararası güçlerin rolü nedir?
Bu meseleleri karşı karşıya konuşulması gereken meseleler olarak görmüyoruz, bunlar bütün bir Ortadoğu’yu dinamitleyen, Ortadoğu barışının önündeki en büyük engelleri oluşturuyor ve bugün bu engelleri çıkaranların da uluslararası sistem ve bölgedeki statükocu güçler olduğunu biliyoruz. Bugün, Kürt sorununun çözümünün önündeki en büyük engel kimdir? Türkiye’dir, İran’dır, Irak’tır, Suriye hükümetidir. Bütün bunların statükocu tutumları nedeniyle çözüm sağlanamamıştır. Aynı şey Filistin meselesinde de geçerlidir. Uluslararası sistemin ve Arap dünyasının duyarsız kalması, gerçekten barışı desteklememesi nedeni ile bu sorun yakıcı biçimiyle devam ediyor. Bu iki sorunun da demokratik, barışçıl, halkların talepleri doğrultusunda çözülmesi gerektiğini savunuyoruz, bunun için de her zeminde sözümüzü söyledik. Ama şu çok açık ve net Filistin meselesinin özellikle de yerel seçimler öncesi AKP’nin istismar aracı haline döndüğünü görüyoruz.
Özellikle Kürdistan’ın bazı çevreler eliyle dinci bir ideolojinin, Hamas gibi bir örgütün meşrulaştırılmasına zemin oluşturacak bazı eylemlerin alanı haline döndüğünü görüyoruz. Bu çok risklidir ve bilinçli yapılıyor. Bu şekilde radikal dinci akımların meşrulaştırılmaya çalışılması, sokak eylemleriyle bazı çevrelerin sokağa çağrılması, onlara alan açılması bilinçli bir politikadır. Buna karşı biz demokratik hakkımızı kullanmak istediğimizde bizi copla, gazla sürekli engellemeye çalışmalarının arkasında bir akıl olduğunu da görüyoruz. Tam da bunu da teşhir etmek istiyoruz. Gerçekten bu meselenin özü nedir, nasıl çözülür, istismar aracı olmaktan nasıl çıkarılırı ifade edeceğiz.
* Gazze’ye yönelik saldırıların başladığı ilk dönemlerde partiniz “Kürdistan ve Filistin meselesi çözülmeden Ortadoğu’ya barış gelmez” açıklaması yapmıştı? Bunu biraz açar mısınız, çözüm için ne yapılmalıdır?
Çok açık Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’nin demokratikleşme şansı yok. Çünkü Kürt sorunu bugün Türkiye’deki bütün hukuksuzlukların ana kaynağını oluşturuyor. Kürt sorununa yaklaşımın kendisi, güvenlikçi politikalar, baskı, zor aygıtlarının sonuna kadar kullanılması, yargının araçsallaştırılarak bir bütün Kürt halkını tehdit eder hale gelmesi Türkiye’nin demokratik ortamı yok eden, gittikçe faşizan uygulamaları güçlendiren ve kurumsallaşmasının önünü açan bir yerde duruyor. Eğer demokratikleşme olacaksa bu ülkede hepimiz eşit, özgür bir şekilde yaşayacaksak bunun için öncelikle Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi gerekiyor. Bu aynı zamanda Ortadoğu barışının da önünü açacak bir adımdır.
Çünkü Türkiye sadece Türkiye içinde Kürt sorunu üzerinden siyaseti, toplumsal hayatı dizayn etmiyor; sınır ötesi operasyonlar yapıyor, en son 12 askerin öldürülmesi meselesi üzerinden başka bir iklim yaratılmaya çalışıldı. Soruyoruz, 12 asker neden ölüyor ve nerede ölüyor? Sınır ötesi operasyonlarda. Demek ki Kürt sorunu çözülseydi şuan da 12 insan yaşıyor olacaktı. Irak’a yönelik yaklaşımı, Güney Kurdistan’da sürekli bir operasyon hali, Suriye’yi bir tehdit olarak görmek ve Kuzey Doğu Suriye’ye sürekli saldırılar gerçekleştirmek, işgal etmek aslında bir bütün Ortadoğu coğrafyasını etkileyecek mekanizmalar geliştiriyor AKP-MHP. Bu bölge barışını ciddi bir biçimde tehdit ediyor.
Büyük savaş potansiyelini içinde barındırarak, kitlesel göçlere neden oluyor. Filistin de aynı. Gazze ile sınırlı gibi bir savaş görüntüsü var ama bakın geçen günlerde Hamas’ın bir üst düzey yöneticisini Lübnan’da vurdular ve buna Hizbullah’ın yanıt oluşturduğunu düşündüğümüzde Lübnan savaşın içine girecek. İsrail uçaklarla Suriye’yi vuruyor, savaşa girme potansiyelini doğuruyor. Lübnan ve Suriye ile savaşan bir İsrail’e karşı İran’ın ve Yemen’in bu savaşa müdahil olması demek ve bunun sonucunda çok büyük bir alanın sıcak bir çatışma alanına dönüşme riski demektir. Halihazırda bunun olmamış olması gelecekte bunun olmayacağı anlamına gelmiyor. 3. Dünya Savaşı bağlamında Ortadoğu’nun yeniden yaygın çatışmaların merkezi olması ve savaşın çok daha geniş bir coğrafyaya yayılma riski var. O nedenle hem Kürt sorununun hem Filistin sorununun demokratik barışçıl yollarla çözülmesi gerekiyor ki artık Ortadoğu kan deryası olmaktan çıksın.
Gerçekten bu coğrafyada doğan insanlar yaşam alanlarında yaşayabilsinler. Bütün bu savaşlar demokratikleşmenin de önüne geçiyor. Çünkü statükocu uluslararası güçler her zaman daha geri olan akımları ve yapıları kullanışlı aparatlar oldukları için besliyor. Filistin sorununu biz sadece İsrail-Filistin sorunu olarak göremeyiz, bütün Ortadoğu’nun şekillenmesinin buradan olduğunu biliyoruz. Bugün İsrail dediğimizde biz Amerika’yı, AB’yi konuşuyoruz. Eğer Filistin sorunu barışçıl ve hakkaniyetle çözülürse bu bambaşka bir iklim yaratacaktır. Buraya gelinceye kadar öncelikle bir an önce insani bir ateşkesin sağlanması şart.