HAMAS’ın Mescid-i Aksa’ya ithafen, Aksa Tufanı adıyla İsrail’e başlattığı saldırının üzerinden neredeyse 3 hafta geçti. İlk günden sonra İsrail kesintisiz bombardımana başladı. Gazze’den de zaman zaman roket atışları yapılıyor ama çoğu hava savunma sistemi ile yok ediliyor. İki tarafın kayıp sayısı 7 binlere ulaştı. İki taraflı yapılan dezenformasyonlar had safhaya ulaştı. Dünya ise olup biteni bir futbol karşılaşması gibi izliyor. İsrail yanlıları da, Filistin yanlıları da eleştiriye tahammül göstermiyor. İsrail’in yapacağı kara harekâtının eli ise kulağında. Şimdi gelin çok eskilere gidelim, o günlerden bu güne ışık tutacak ipuçları arayalım.
İslam dünyasındaki Filistin hassasiyetinin kaynağı ne?
Aslında İsrail-Filistin sorununun merkezinde bir haksızlığın düzeltilmesinden öte Müslüman ve Yahudi toplumunun 1.400 yılı aşan kutsal mekân savaşı var. HAMAS’ın yaptığı saldırıya verdiği Aksa Tufanı ismindeki Aksa kelimesi ile bize gitmemiz gereken şifreyi veriyor. Bu şifre Mecid-i Aksa’ya çıkarıyor bizi. Yahudi toplumu da Mescid-i Aksa’nın karşısında Süleyman Mabedi ile hizalanıyor. Bu iki mekânın Kudüs’te ve aynı parselde olması, iki tarafın ‘Başkent Kudüs’ motivasyonunu zirveye çıkarıyor. Yahudiler için kutsal olan Süleyman Mabedi, Yehuda ve İsrail Krallığı Kralı Süleyman’ın emri ile M.Ö. 964 yılında yapımına başlanmış, 7 yıl süren inşaat M.Ö. 957 yılında tamamlanmıştır. Yahudiler buraya Mukaddes Ev derler. Buranın kutsallığı, Yahudilerin kahramanlıklarını, kabilelerini birleştirmelerini, krallık kurmalarını anlatan eser olan Ahit Sandığı’nın, Süleyman Mabedi’nin içinde yer alan Mukaddesler Mukaddesi odasında bulunmasından kaynaklanmaktaydı. Babil Krallığı Kudüs’ü ele geçirip, M.Ö. 586 yılında Süleyman Mabedi’ni yıktırdı. Ahit Sandığı da kayboldu. Yahudiler M.Ö. 515 yılında, yıkılan mabedin yerine, aynı yerde ikincisini inşa ettiler. Ne var ki, Roma İmparatorluğu’nun komutanlarından Titus, M.Ö. 70 yılında İkinci Süleyman Mabedi’ni yıktırdı. Bu güne, sadece Ağlama Duvarı olarak bilinen bölüm kaldı. Yahudilerin Sinagog denilen yerde ibadet etmeye başlaması bundan sonra başlamıştır.
Müslümanların 2. Halifesi Ömer 636 yılında Kudüs’ü ele geçirdi. Mescid-i Aksa’nın kurulacağı yerde, Bizans Kralı 1. Justinianos tarafından yaptırılmış olan bir bazilikanın harabeleri vardı. Ömer, o bölgeye geldiğinde rivayetlere göre: “Allahu Ekber! Bu, Allah Resulü’nün bize tarif ettiği mescittir” dedi. Böyle bir söz söylemesinin nedeni, Hz. Muhammed ve Müslüman tebaasının Medine’deyken 15-16 ay boyunca Süleyman Mabedi’nin olduğu yeri kıble olarak kullanmasıydı. İslam düşünürleri, burayı kıble olarak seçmelerinin nedeni olarak, Mekke’nin müşriklerin elinde olmasından dolayı Kâbe’yi kullanmadıkları ve buranın Kuran-ı Kerim’de geçen mabet olduğunu söylüyorlar. Halife Ömer’in emriyle buraya bir mescit kuruldu. Daha sonraları Emeviler tarafından mescit büyütüldü. 685 yılında ise Mescidin, Halife Abdulmelik Mervan döneminde daha da büyütüldüğünü belirtmek gerekir. Zamanla birçok değişikliğe uğrayarak bu günkü halini almıştır. Ayrıca bilinenin aksine, altın renginde kubbeye sahip olan Mescid-i Aksa değil, sonrasında yapılan Kubbetü’s Sahre’dir. Özetlersek, Yahudiler Süleyman Mabedi’nin kendilerine ait ilk ibadet yeri olmasından, Müslümanlar ise ibadetlerindeki ilk kıble olmasından dolayı buraya çok büyük dinsel anlam yüklüyorlar. Trajik olan ise ikisi de aynı yerde. İlk büyük savaş bu denklemde başlıyor. İslam dünyasının Filistin meselesindeki asıl hassasiyetinin kaynağı burası. Filistin ile ilgili yürüyüşlerde Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahre fotoğraflarının en önde olmasının nedeni budur. Yahudilerin dincileri için de İsrail devletinin varlığından çok buranın kendilerinde olması esas amaçtır.
Devam edelim. Nazilerin Almanya’da 1933’te iktidara gelmesinin hemen akabinde onları ilginç bir isim desteklemeye başladı. Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni’den başkası değildi. Antisemitizm konusunda Hitler ile aynı görüşteydi. 1941 yılında Almanya’yı ziyarete gitti. Hitler, Himmler ve Goebbels’i ziyaret etti. Savaşın en yoğun döneminde, Hitler ve komuta kademesi Hüseyni’yi kabul ederek, kendisine verdiği önemi gösterdi. Ortada ne Filistin ne de İsrail devleti vardı. Yahudiler kitlesel katliamlardan kurtulmanın derdindeydiler. Bu durumda Kudüs Müftüsü’nün ziyaretini nasıl yorumlayabiliriz? Elbette, İslam’ın doğuşu ve Yahudilerle olan savaşların akabinde, kutsal yere sahip olma kavgasının yarattığı karşılıklı nefretin bir sonucuydu.
İki devletli çözüm mümkün mü?
HAMAS ve birçok Arap ve Müslüman ülke İsrail diye bir devletin varlığını tanımıyor. HAMAS ilk günkü saldırıdan sonra, İsrail’i haritadan sileceğiz diye açıklama yaptı. Arap dünyasının İsrail’i haritadan silmesi gibi bir şeyin olmayacağını eski savaş tecrübelerinden biliyoruz. Filistinliler de yok edilmeyeceğine göre çözüm ne olabilir? İki halkın bir arada demokrasi içinde beraber yaşayacağı tek devlet modeli, iki tarafın da sertçe reddedeceği bir formül olacağı için hayal ötesi bir önerme olmaktan ileriye gidemez. Tek yol var, iki devletli çözüm. Peki kiminle? Bugün hem Gazze hem Batı Şeria’da seçim olsa, HAMAS ezici çoğunlukla iktidar olur. Ne güzel değil mi, güçlü bir yapının çözüm masasına oturması… Ama öyle olmuyor. HAMAS tanımadığı, haritadan sileceğini söylediği bir ülke ile doğal olarak masaya oturmaz. Bu gün İsrail dese ki, biz intikamımızı aldık, gelin masaya oturup konuşalım. Muhatap kim? Savaşı yapan HAMAS ama çözüm için muhatap değil. Kendisi istemiyor. Mahmud Abbas mı muhatap olacak? HAMAS’ın tanımadığı bir ülkeyle Abbas masaya oturabilir mi? Üstelik bu kadar güçsüzken. Peki, sağcı ve savaş politikalarının savunucusu Netanyahu adil bir barışa yanaşır mı? İsrail sağcı hükümetlerle, Filistin cihatçı örgütlerle bu sorunu çözemezler. Savaş ve ölümler devam edip, gittikçe rutinleşir.
Tek yol var. Arap ülkelerinin, İsrail’in ve BM’nin içinde olduğu bir masa kurulmalı. İsrail’in savaş politikası mahkûm edilmeli ve sağcı iktidara destek azaltılmalı. Ateşkes ilan edilmeli. Bu durumda zorda olan Netanyahu hükümeti ilk seçimde iktidarı kaybeder. Daha ılımlı, barış yanlısı bir hükümetin kurulması teşvik edilir. HAMAS’a askeri ve ekonomik destek verenler bu desteği çektiğinde ise kısa bir sürede HAMAS gücünü yitirir. Filistin içinde barışı, çözümü esas alan yapılar desteklenir. Seçim yapılır. Yeni Filistin hükümeti oluşturulur. BM nezdinde çözüm masası kurulur. Adil ve iki devletli formülün hayata geçirilmesi sağlanır. Buna rağmen ya HAMAS seçimi kazanırsa diyebilirsiniz. Ne yazık ki savaş sürer, daha çok Filistinli ölür. Nihayetinde bu Filistinlilerin tercihi olur. Ufukta başka hiçbir çözüm modeli görünmüyor.
Neden HAMAS’ın yanında değilim?
HAMAS’ın iktidar olduğu bir ülkede bir gün yaşamayı göze alamayacaksam, neden savaşma tarzını, siyasetini savunayım ki? Sosyal medyada bunu dile getirdiğimizde, solcularımız(!) tarafından İsrail yanlısı olmakla suçlanıyoruz. Sap ile saman birbirine karışmış, maç izler gibi taraf tutuluyor. Analiz yok, analitik düşünme, sebep-sonuç ilişkisi üzerinden tahlil yapmak yok. Ya İsrail’cisin ya HAMAS’çı. En ahlaki tutum daha fazla insanın ölmesini engelleyecek bir çözümü ortaya koymak.
HAMAS cihatçı bir örgüt, her eyleme tekbir getirerek başlıyor. Bir Kürt olarak Suriye’de, Rojava’da tekbir getirerek, kılıçla başımı gövdemden ayırdılar. Bir Alevi olarak Sivas’ta tekbir getirerek beni diri diri yaktılar. Bir sosyalist olarak, Suruç’ta, Ankara’da tekbir getirerek bombalarla beni havaya uçurdular. Hem Kürt, hem Alevi, hem sosyalist olarak Konya’da Türkiye-İzlanda futbol maçında, tekbir getirerek ölümüme sevindiler. Biliyorum, bazılarınız bunlar Müslüman değil diyecek. Peki, benim kafamı kılıçla uçururlarken, beni diri diri yakarlarken, beni bombalarla ateş topuna çevirirlerken, bunlar Müslüman değil diyen kaç tane parti, STK, dernek, gazete bunları kınadı? Kaç tanesi basın açıklaması yaptı? Kaç tanesi yürüdü? Antikapitalist Müslümanları bir yere ayırırsak, hiç! Benim hakkım için, benim yanımda olup hiç tekbir çekildiğine şahit olmadım. Tekbir çekilince korkuyorum kardeşim. Bunun ne anlama geldiğini iyi niyetli dindar arkadaşlar bir düşünsün. HAMAS, bir halkı eşit bir çözüme götüremez. HAMAS, Filistin halkına ölmek dışında bir tane seçenek sunmuyor. Niye HAMAS’ı savunayım ki? Filistin halkının tıpkı Kürtler gibi bir gün özgür olmaları en büyük temennim. Onları çözüme götürecek, ölüm dışında seçenek sunacak aktörleri ortaya çıkarması en büyük dileğim. İsrail halkının değil ama hükümetinin de canı cehenneme. Onlar da halkına ölüm sunuyor. İyi olan, İsrail içinde barışı haykıran vicdanların hala var oluşu. Umuda buradan tutunabiliriz.
İsrail polis devleti mi?
Her konuşmada dilimize İsrail’in polis devleti olduğu sözcüğü pelesenk olur. İsrail’in dış politikası savaşçı. Filistinlilere yaptığı zulüm herkesin malumu. Kendi içinde ise polis devleti demek zorlama bir tabir olur. İşleyen kurumları var, yargısı bağımsız. Kendi içinde demokratik bir ülke. Daha yeni Başbakan Netanyahu’yu protesto eden asker görüntüleri basına düştü. Dünyada örneği nadirdir. Basını özgür. Bu şartlarda bile ülkenin en büyük gazetelerinden Haaretz, hükümeti yerden yere vurarak, savaşın müsebbibi ilan etti. Halkın bir kesimi, Gazze’ye yapılan saldırıların durması için gösteri yapıyor.
İsrail içinde 2 milyon Filistinli Arap ve Dürzî yaşıyor. 2018 yılına kadar Arapça resmi dillerden biriydi. Kâğıt üzerinde kaldırılmış olsa da Arapça eğitim veriliyor, Arapça kamu hizmetinden yararlanabiliyor insanlar. Trafik tabelalarında mutlaka Arapça yer alıyor. Arapların partileri var (bizdeki gibi kapatılmıyorlar), mecliste temsil ediliyorlar. Solcu bir kesim İsrailli bu partilere oy veriyor. Peki, can alıcı soruyu soralım, Türkiye’de Kürtler için bunlardan hangisi var? Sadece parti var, o da sürekli kapatılıyor. Başka? Yok. İsrail, İsrail derken arada bir dönüp Türkiye’ye de bakalım yani. Bu saptamayı yapınca da İsrail’ci olunmuyor.