Son günlerde ne kadar da çok şey yaşanıyor. Nereye bakacağımızı neyi takip edeceğimizi şaşırmış hale geldik. Bir yanda gülmemize neden olabilecek olaylar gelişirken diğer yanda canımızı acıtan ve içimizi nefret bürüyen olaylarla yüz yüze kalıyoruz. Adalet reformu yapacağız diye seslenenler diğer yandan onlarca avukatı Diyarbakır’da gözaltına alırken İstanbul’da gözaltını protesto edenleri de gözaltına alıyor ve ardından bunu da protesto edenler yine gözaltına alınabiliyor.
Herkesin gözü önünde Kemal Kurkut’u öldüren polis beraat ediyor, diğer yandan azılı bir mafyacı önüne gelene tehditler savuruyor. Tehdit alan ‘muhalefet lideri!’ mafyacıları besleyip büyütmüş olanın eşinden telefon alıyor ve “diğerlerinin bir önemi yok” ifadesiyle aldığı telefona memnuniyetini belirtiyor. Faiz düşmanı olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı faizleri yüzde 15’e yükselterek dünya rekoru kırarken bile faiz karşıtlığı üzerine nutuk atıyor.
Uzun yıllardır toplum olarak benzer bir süreci yaşamaya devam ediyoruz. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın halkın gözünde gelişimi ve geldiği son noktayı, M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Çinli düşünür Lao Tzeu’nun bir sözünde buluyoruz. Tzeu, dönemin muktediri için belirttiği, “…halk …onu sevdi. Daha sonra yasaları yüzünden korktu ve haksızlıklardan ötürü uzaklaştı… Güzel işlerle sonuçlanmayan güzel sözler dinleye dinleye güvenini yitirdi…” Bu sözler 1400 yılı aşkın süredir pek de bir şey değişmediğini gösterirken bu güven yitiminin yerini dolduracak radikal bir hamle ise maalesef ortaya çıkmıyor-çıkamıyor.
Tam bir trajedi içinde komedi dünyasını izlerken ağlanacak halimize gülebiliyoruz. İtalyan ozan ve siyasetçi Dante Alighieri’yi bilirsiniz, Dante ‘İlâhî Komedya’ eserinde, ‘cehenneme iniş’ adını verdiği bir deneyimden söz eder. Bu deneye aynı zamanda ‘ölüm deneyimi’ de denen ‘vicdani hesaplaşmayı’ her insanın öldükten sonra yaşayacağını, ‘kendi kendini yargılaması’ ve kefaretini ödemesi gerektiğini betimler.
Eserin ilk bölümü olan ‘Cehennem’de şöyle bir cümle yer alır, “Sürdükleri kirli yaşam öyle kararttı ki yüzlerini, tanınmaz hale geldi bu soysuzlar” der. Dante’nin eserinde anladığımız anlamda bir komediden söz edilmez. Çünkü Dante bu eseri yazdığı süreçte komedi iyi bir sona işaret etmektedir. Ancak bugün yaşanan komediye zaman zaman gülsek de aslında büyük bir trajedi içindeyiz ve mutlu sona ulaşmak için çok daha fazla çaba gerekiyor.
Bugün dünyada ve Türkiye’de tüm insanların izleyebileceği ve gerçeklerin ters yüz edilerek seyirciye ulaştığı bir illüstrasyon gösterisiyle yüz yüzeyiz. Dante, İlâhî komedya’yı üç ayrı bölümde yazmıştır. İlk bölüm Cehennem, sonra ‘Purgatorio’ yani Sırat Köprüsü ve en son Cennet. Şu an Türkiye’de sahneye konan oyunun ilk bölümünün uzatılarak sürdürülme çabaları devam ederken seyircinin aslında Sırat Köprüsü bölümünü fiilen yaşadığını gözlemekteyiz.
İçinde bulunduğumuz dönemde Dante’nin eserindeki gibi mutlu bir son ancak toplumsal olarak Sırat Köprüsü’nün ucundaki bilinmeze odaklanmak yerine bugünü cennet kılmak asıl olandır. Oyunda seyirci kalmak yerine oyunun sonunu istediğimiz biçime çevirmek için aktif biçimde oyuna dahil olup senaryoyu paramparça etmemiz gerekiyor. Dante eserinin bir bölümünde şöyle der: “Her karanlık kendisini sonlandıracak olan şafağın tohumlarını içinde taşır.”
İranlı filozof Ömer Hayyam ise rubailerindeki bir dörtlükte şöyle yazar: “Açılmaz kapıları açmamız mı gerek? Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? Bırakın öyleyse iki dünyayı birden: Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!” Ömer Hayyam gibi 11. yüzyılda yaşamış olan Hasan Sabbah ise kendi tarikat üyelerine yönelik “Bizimle olursan, öldükten sonra cennete gideceksin” sözleriyle vaat ettiği ve Alamut Kalesi’nin arkasında oluşturduğu benzer “sahte cennet” vaatlerinin halen karşılık bulabildiği 21. yüzyılda yaşıyoruz.
Büyük bir paradoks içindeyiz. Faiz, dolar vb. gelişmelere bakarak iktidarın zayıfladığı ve ekonomiik çıkmaza girdiği gibi savların ardına geçip gerçeklerden uzaklaşmaktayız. Kapitalist ekonominin piyasa adını verdiği borsa, faiz, döviz vd. unsurlar üzerinden sistem içi tespitler peşine düşerek asıl yapılması gereken radikal değişime olan ihtiyacı ıskalıyoruz. Sistemin içine girdiği açmazlara dair çok fazla fikrimiz var ama asıl olana o kadar uzağız ki! Fransız filozof Alain Badiou’nun ‘fikirsiz yaşa’ vurgusunda olduğu gibi sistemin sınırları içinde düşünmeye ve asıl olana karşı fikirsiz kalmaya âdeta mahkûm bir yaşam sürüyor ve âdeta sürükleniyoruz.