PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, telefon görüşmesi gerçekleşse de devam ediyor. Gazetemize konuşan siyasetçiler ve hukukçular, sorunların çözümü için İmralı ile müzakereye işaret etti
Elif Aydoğmuş/İstanbul
Uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilen PKK Lideri Abdullah Öcalan, 21 yıldır İmralı Cezaevi’nde tecrit altında tutuluyor. 27 Temmuz 2011 tarihinden 2 Mayıs 2019 yılına kadar avukatlarıyla görüştürülemeyen Öcalan, 2018’de cezaevlerinde başlatılan açlık grevleri sonucunda ilki 2 Mayıs olmak üzere 22 Mayıs, 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde avukatlarıyla görüşebilmişti. Avukatların 7 Ağustos 2019’dan bu yana yaptıkları görüşme başvurularına olumlu ya da olumsuz hiçbir şekilde yanıt verilmedi. Öcalan en son görüşmesini ise 3 Mart 2020 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile gerçekleştirmişti. 3 Mart’tan bu yana giderek yayılan koronavirüse rağmen, ne aileler ne de avukatlar Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer tutuklularla görüştürüldü. Kamuoyunun da tepkisiyle, Öcalan 21 yıl sonra ilk defa 27 Nisan’da ailesiyle telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Urfa Savcılığı üzerinden gerçekleşen bu görüşmede Öcalan, İmralı’da salgına henüz rastlanmadığına ancak önümüzdeki dönemde durumun belirsizliğine işaret etti. Öcalan’ın ilk telefon görüşmesinde ulusal birliğe vurgu yapması dikkat çekti. Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Özgür Erol, İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı Eren Keskin, DTK Eş Genel Başkanı Leyla Güven, HDK Eş Sözcüsü İdil Uğurlu, Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, HDP Parti Sözcüsü Ebru Günay ve Kürt siyasetçi Hatip Dicle, PKK Lideri Öcalan’a yönelik tecride ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulundu.
‘İmralı-demokrasi diyalektiği’
Avukat Özgür Erol: “İmralı Cezaevi’nin bir cezaevinden ibaret olmadığını biliyoruz. Ancak içinde bulunduğumuz bu salgın döneminde erişimin, denetlemenin en zayıf olduğu yer İmralı. O yüzden dikkatle takip etmeye çalışıyoruz. Bakın 21 yıldır İmralı’dan düne kadar hiçbir telefon görüşmesi yapılmadı. Son birkaç yıldır olağanüstü bir durum olmazsa İmralı ile görüştürmeme olağan hale getirildi. Yani ölüm orucu, açlık grevi gibi eylemler olmadığı sürece ya da birkaç ay önce de yaşandığı gibi yangın yahut salgın olmadığı sürece İmralı Cezaevi’yle temas kurmak neredeyse imkansız. Bunun kabul edilir bir yanı yok. Gerçekleşen telefon konuşması da olağanüstü bir durumda ortaya çıkmış bir adım. Bu konuşma elbette önemli ancak ihtiyacı karşılamıyor. Temennimiz bir hak olarak bu görüşmelerin kullanılmaya devam edilmesi. Bizim ülke gerçekliğimizde şöyle bir denklem var; eğer İmralı’da görüşme ve diyalog kanalı açıksa Türkiye’de demokrasi çıtası, yaşam standartları yükselmiş demektir. İmralı ile bağlantı kesilip tecrit uygulanıyorsa o dönem de Türkiye’de kutuplaşmanın, çatışmanın en yoğun olduğu dönem oluyor. Artık Türkiye’de İmralı’nın böyle bir demokrasi göstergesi olma durumu var. İmralı bu anlamda demokrasi laboratuvarıdır. Dolayısıyla İmralı’daki tecrit sistemi ne bir avukat görüşmesi ne bir aile görüşmesiyle kırılabilecek bir sistem değildir. İmralı çok ciddi bir siyaset mekanıdır.
Şu gerçekliği artık herkesin görmesi gerekir: Türkiye’de son 15-20 yılda gerçekleşen hukuk dışılıklar önce İmralı’da fiili olarak uygulanıyor ardından yasal hale getiriliyor. İmralı’nın bugünkü durumuna sessiz kalmak yarın için karşılaşabileceğiniz uygulamalara sessiz kalmak anlamındadır.
Eğer gerçekten barışçıl demokratik bir rol oynanacaksa bunun için Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik koşullarının sağlanması gerekir. Tecrit sisteminin kaldırılması böyle mümkündür.”
‘Sorunların çözümü İmralı’dır’
DTK Eş Genel Başkanı Leyla Güven: “Sayın Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan tutuklular 21 yıl sonra aileleriyle telefonda görüşme gerçekleştirdi. Aslında anayasal bir hak olan bu görüşme hakkı yıllardır Sayın Öcalan’a özel olarak uygulanmıyor. Pandemi nedeniyle herkesin yaşamından kaygı duyduğu bir süreçte bu görüşmenin yapılmasını önemli buluyoruz. Sayın Öcalan milyonların irademdir dediği ve Kürt sorunu konusunda en önemli role sahip olan kişidir, herhangi biri değildir. Dolayısıyla kendisinden haber alınamaması tabi ki büyük bir kaygı uyandırmıştır. Bu hakkın bundan sonra da devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte tecrit ortadan kalkmış olmuyor; tecrit bir biçimde adada devam ediyor.
Tüm dünya virüsle mücadele ederken Türkiye’de iktidarın yine çifte standart uyguladığını görüyoruz. Yani bu kızılca kıyamette bile belediyelere kayyum atanıyor, cenazeler kargoyla ailelerine gönderiliyor, mezarlıklar tahrip ediliyor, Kürtlerin seçilmişleri ve politik tutsakları cezaevlerinde ölüme terk ediliyor. Yani her türlü zulüm uygulanıyor. Yetmiyor sınır dışında saldırı devam ediyor. Güney Kürdistan’da görüyoruz ki Türkiye, her gün onlarca uçak kaldırarak Maxmur başta olmak üzere birçok yere bomba yağdırıyor. Her yerde savaş politikalarını sürdürüyor. İşte böyle bir süreçten geçiyoruz. Tüm bu sorunların giderilmesi için Kürt sorunun demokratik çözüme kavuşması gerekiyor. Bunun için de iktidar bugüne kadar yürüttüğü politikalardan vazgeçip İmralı’nın kapılarını açıp Sayın Öcalan ile yeniden bir çözüm süreci başlatması gerekiyor.”
‘Yeni bir yaşam mümkün’
HDK Eş Sözcüsü İdil Uğurlu: “Sayın Öcalan ile ailesi arasında bir telefon görüşmesi sağlandı ancak bu tecridin kaldırıldığı anlamına gelmiyor. Daha önceki dönemlerde de AKP-MHP bloku kendi politikalarına uygun gördükleri zamanlarda aile görüşmesine izin veriyorlardı. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı. Kendisine fırsat verilirse bir hafta içerisinde çatışmalı ortamı durdurabileceğini, onurlu bir barışı mümkün kılabileceğini söylemişti. AKP-MHP bloku ayrımcı ve çatışmacı politikalarından vazgeçmelidir. Bu politikadan hiç kimseye bir fayda olmaz, tam tersi toplumu bölen birbirine düşman eden politikalardır bunlar. Biran önce müzakere sürecine geri dönülmeli hem Türkiye toplumu için hem Ortadoğu toplumları için adalet ve barış içinde yaşamanın yolları aranmalıdır. Yeni bir yaşam mümkün, bunun yolu da müzakereden geçiyor.”
‘Yaratıcı eylemler geliştirilmeli’
Kürt siyasetçi Hatip Dicle: “Sayın Öcalan’ın çok ağır koşullarda tutulması ne hukuki ne ahlaki ne de insani kurallara uyuyor. Özellikle son yıllarda artık işkenceye dönüşmüş durumda. Sayın Öcalan bir halkın lider olarak gördüğü biridir. Bilinçli olarak toplumdan sesinin, düşüncelerinin uzakta tutulması aslında devletin korkularının da gereğidir bir anlamda. Düşüncelerinin kitleleri, Türkiye halklarını, dünya halklarını etkileyeceğinden eminler. Bu nedenle kurdukları baskı rejimini yaşaması için Sayın Öcalan’a karşı oldukça insanlık dışı bir çaba içerisinde oluyorlar maalesef. Bize düşen bu tecride karşı kesin bir tavır alıp sadece söylemde de değil eylem de gerçekleştirmektir.
Bu iktidar Güney Kürdistan’da, Libya’da, İdlib’te her yerde koronadan faydalanıp kendi iktidarlarına güç katmak istiyor. Devlet Sayın Öcalan’ı çok iyi tanıyor ve onun barışın dışında bu sorunun demokratik çözümü konusunda bir şey söylemeyeceğinden emin. Bu nedenle mutlak tecride tabi tutuyorlar. Çünkü onun düşüncelerinin faşist sistemin felsefesine aykırı olduğunu biliyorlar. Bundan öcü gibi korkuyorlar. Meselenin özü budur. Ama bizler korona var diye tecride sessiz kalmamalıyız. Bizler sloganlarımızı belirleyip her gün belli saatlerde camlarımızı, pencerelerimizi, balkonlarımızı açıp bu eylemleri yapabiliriz. Yaratıcı ve aktif eylemler gerekiyor. Biz Öcalan’a karşı bu sorumluluğu yerine getirebilmeliyiz. Tecridi kırabilmeliyiz.”
‘Hep beraber mücadele’
DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır: “Sayın Öcalan 21 yıldır tecrit altında tutuluyor. Bununla beraber toplumsal kutuplaşma derinleşmiştir. AKP-MHP iktidarı bu kutuplaşma üzerinden iktidarını sürdürmek istemektedir. Özellikle virüs salgınını da fırsat bilerek çıkarmış olduğu infaz indirimiyle tecavüzcüleri, uyuşturucu mafya şebekelerini serbest bırakmıştır. Ama siyasetçileri, gazetecileri, fikir ve düşünce insanlarını cezaevinde tutarak ölümle karşı karşıya getirmiştir. Bu süreçte avukat ve aile görüşmelerinin engellenmesi tüm toplumda derin bir öfkeye neden olmuştur. Ceza infaz indirimindeki ayrımcılık, Kürt halkının değerlerine yönelik saldırılar, salgına rağmen yüzbinlerce emekçinin onlarcasının yaşamını yitirmesi vb. durumlar bir araya geldiğinde ülkede toplumsal barış uzlaşı zeminlerinin ortadan kalktığını görüyor. Bu uygulamalara karşı Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılıp ülkenin toplumsal barış yörüngesine girmesi aciliyetini dayatmaktadır. Geçmiş dönemlerde Sayın Öcalan ile yapılan müzakerelerin bir demokratikleşme ortamı yarattığını bilmekteyiz. Gelin ülkenin geleceği ve demokrasisi için Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasına dönük hep beraber mücadele edelim.”
‘Eşitlikten muaf tutamazsınız’
İHD Eşbaşkanı Eren Keskin: “İmralı Cezaevi’nde en başından itibaren Türkiye kendi iç hukukunu dahi uygulamadı. Nereye bağlı olduğunu dahi bilmediğimiz bir sistem varlığını İmralı’da sürdürüyordu. Ancak bugün artık çok büyük bir salgın var ve bu salgın nedeniyle cezaevlerinden çok endişeliyiz. Abdullah Öcalan artık 70 yaşını aşmış biri ve yaşı itibariyle de bu hastalık açısından çok büyük bir risk taşıyor. Anayasanın 10. Maddesi’ne göre kanunlar karşısında herkes eşittir ve bu eşitlikten hiç kimseyi muaf tutamazsınız.”
‘En çok ihtiyaç duyulan süreç’
HDP Parti Sözcüsü Ebru Günay: “Herkesin bildiği üzere İmralı Cezaevi’nde 21 yıldır kesintisiz devam eden bir tecrit sistemi var. Bu tecrit sistemi her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Özellikle pandeminin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde tecrit daha da ağırlaşarak devam ediyor. Sayın Öcalan’ın kuşkusuz özellikle krizin yaşandığı dönemlerde sunduğu çözüm önerileri, perspektifi, bu konuda geliştirdiği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigması aslında kapitalizmin krizine karşı toplumu koruyan, bu krizde halklar lehine sonuçlar yaratan bir paradigma. Bu anlamıyla Sayın Öcalan’ın görüşlerine hiç olmadığımız kadar ihtiyacımızın olduğu dönemlerdeyiz. Böylesi bir süreçte Sayın Öcalan ile yapılacak her görüşmenin bir anlamı var. Ancak işte iktidarın çözümden yana bir tutumu yok. Bizler HDP olarak tecride karşı aktif şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz.”