Necla Akgökçe, ‘Ortak bir kadın emeği politikası feministlerin yan yana gelmesiyle oluşabilir’ diyor
Nezahat Doğan
Son süreçte dalga dalga yayılan işçi eylemleri, bir yandan da kadınların öne çıkma pratiklerine yol açıyor. Erkek hâkimiyetindeki sendikal yapılar üstten bastırmak istese de yeni sendikal anlayışlarla yürütülen direnişler bu konuda umut veriyor; ancak yine de durum pek parlak değil. Tabandaki kaynamaya göremeyen ve güç kaybeden sendikalar, kadınların toplumsal cinsiyet temelli emek politikalarından da uzak. Uzun süredir çeşitli sendikalarda kadın dergilerini örgütleyen ve şimdilerde ‘kadın işçi’ sitesinde yazan Necla Akgökçe ile kadın işçiliğini ve sendikaları konuştuk…
- Son zamanlarda işçiler sömürü ve köleleştirme sistemine karşı, eylemler ve direnişler sürdürüyor. Kadın işçiler tabuları nasıl kırıyor?
Hepimizi heyecanlandıran, konfederasyonlara ve bağlı büyük sendikalara da taban hareketine kulak verip farklı bir sendikacılık da yapılabileceğini gösteren DGD- Sen’in Migros direnişinden başlamak istiyorum. Kazanmaları umut oldu. Migros Çayırova Depo direnişinde kadınlar işyerinde cinsel taciz, mobbing ve şiddeti açıkça dile getirebildiler mesela. Bu dile getiriş üretim sürecindeki bir durumun, kadın işçinin erkeklerden farklı toplumsal cinsiyet temelli sorunları olduğunun da bir göstergesiydi aslında. Bu tutum, bir yandan başka işyerlerinde ayrımcılığa ve şiddete uğrayan kadınların kendi sorunlarını açık açık ifade etmelerinin önünü açarken, diğer yandan sendikalı işyerlerinde kadına yönelik cinsel tacizin sendikal politikalara yansıtabileceğinin de gösteriyordu. Tabii ki sendikanın toplumsal cinsiyet meselelerine kulağının açık olmasının bunda önemli rolü vardı.
- Kadın işçiler erkeklerden daha az ücret aldıkları için mi seslerini yükselttiler?
Evet, yıllardır tepinip duruyoruz ‘eş değerde işe eşit ücret’ diye, kimse kale almıyordu. Son 15 yıldır akademik feminizm hep popüler konularla ilgilendi. İnsan hakları, kadın istihdamı, hükümetin kadın istihdamı raporunun kadın emeği açısından önemi filan gibi işler. Pandemi öncesine kadar sosyo-ekonomik haklar gerçeğini kimseye kabul ettiremiyorduk. Arkaik bir dünyanın içi boş kavramları olarak bakıyorlardı ekonomik haklara. Kadın işçinin ücreti ise kimsenin umurunda değildi. Alanda, sendikalarda çalışma yapanlarda da ciddi bilgi eksikliği vardı. Sakalımız olmadığı için sözümüz de dinlenmiyordu. Alpin Çorap’ta çalışan kadın işçiler, üretimde kadın işleri üzerinden bir vasıf tanımı yapılmasının ne kadar elzem olduğunu bize alandan gösterdiler. Toplumsal cinsiyet temelli ücret değerlendirme sistemlerine kafa yormamız, sendikalı iş yerlerinde bunları toplu sözleşmelere yansıtmamız gerekiyor. Toplumsal cinsiyet temelli ücret değerlendirme sistemlerinin altını kalınca çiziyorum. Feministler sendikalarda daha fazla yer bulmaya başladılar. Fakat kadın işçi talepleri toplu sözleşmelere yansıyacak mı, yansımayacak mı göreceğiz. Sendikalarda erkek egemenliği ile uğraşmak bayağı iş esasında.
- Sendikalar nasıl işlevsiz kalıyor? Ne yapılmalıydı?
Direnişler sendikal örgütlenmenin olmadığı sektörlerde bir taban hareketi olarak başladı. Tabii ki klasik sendikacılığın neyi başaramadığını da gösterdi bize. Onların ihmal ettiği kesimdi ayaklananlar. Sendikaların işlevi de işlevsizliği de gözler önüne serildi. Esnaf dediklerinin yeni bir işçilik modeli olduğunu, itaatkâr dedikleri kadın işçilerin hiç de öyle olmadığını, üretimin merkezindeki adamları örgütleyerek artık sendikacılık yapılamayacağını, bu merkezin kaydığını hayat gösterdi. Sendika merkezlerinin reva gördüğü zamlara itiraz etti örgütlü işçiler. Sendika merkezlerinin yakınında bulunan işçiler homurdansalar da olaya pek ses çıkaramadılar ama bu denetimden uzak yerlerde işçiler grup toplu sözleşmelerindeki pazarlığı kabul etmedikleri için direndiler, işten atıldılar.
Bunun üzerine, kabaran işçi muhalefetine karşı sendikaların sarısı, yeşili, kırmızısı fark etmeksizin üç aşağı beş yukarı aynı işlevi yerine getirdiği görüldü; fiili işçi eylemlerini, işçi muhalefetini belli sınırlar içinde tutmak. Migros direnişi farklı sendikal örgütlenme pratikleri de olabileceğini gösterdi bizlere. Umarım, büyük sendikalar genel merkezlerdeki iktidar kavgalarından vakit bulup altlarındaki toprağın o kadar da sağlam olmadığını görürler.
- Sendikalarda kadın çalışmaları alanında hareketlenmeler ne zaman başladı?
Esasında feminist dalgalara paralel olarak sendikalardaki kadın çalışmalarında hep yükselme ve alçalmalar oldu. 12 Eylül öncesinde İKD’nin çalışmalarına bağlı olarak DİSK’te kadınların hakları üzerinden çeşitli çalışmalar yapıldı. Kreşti, doğum yardımıydı, eşit ücretti, kadın komisyonlarıydı, o dönem epey tartışıldı. 1990’lı yılların ikinci yarısında da benzer çalışmalar Türk-İş içinde kendine yer buldu. Bu tarihlerde kurulan KESK’te de yeni sendikacılık anlayışını benimsedikleri için başlangıçtan itibaren toplumsal cinsiyet birimleri veya çalışmaları vardı. 2000’li yıllarda tekrar bir atak oldu. Bu kez feminist temalar sendikalarda görülmeye başladı. Tüzüklere kadına yönelik suçlarda kadının beyanı esastır maddesi girdi mesela. Kürt siyasetinin hâkim olduğu belediyelerin sendikalarla yaptıkları sözleşmelerde, karısını döven kocaya yaptırım uygulanmaya başlandı. Me-too hareketinin iş yerlerinde cinsel tacizi ifşa etmesiyle birlikte dünyada ve Türkiye’de sendikalarda toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve taciz gibi konular konuşulmaya, toplu sözleşmelere yansıtılmaya başlandı.
- Kadınlar, sendikacılık ya da sendikalarda nasıl durumdalar?
Sendikalarda kadınlar ve feministlerden bahsedebiliriz ama kadın sendikacılığından bahsetmemiz pek mümkün değil. Türkiye’de sendikalar erkek başkanlı sendikalardır, yönetimler de öyledir. Erkeklerin büyük bölümü bir feminist hareketin olduğunu bile kabul etmez ya da farkında değildir. Erkekler arası deneyim aktarımının ve biat kültürünün hâkim olduğu bu kapalı yapılar, dışarıda ne olup bittiğinin farkında değiller. Farklılaşmış işçi çıkarlarının tümüne hitap edemedikleri, bunları kapsayacak örgütlenme biçimleri ve politikalar geliştiremedikleri için de üyelerini bürokratik yöntemlerle engellemeye çalışıyorlar.
- Kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği üzerine pratikte neler yapılıyor? Ve kadınlar kendi haklarının farkındalığını nasıl oluşturuyor?
Türkiye’de ayrı bir kadın işçi sağlığı ve güvenliği anlayışı yok. Genel işçi sağlığı ve güvenliği içinde eritilmiş ya da doğum ve hamilelik haklarına kilitlenmiş durumda. İki yıl önce Birleşik Metal Sendikası’nda kadınların da olduğu bir iş yerinde toplumsal cinsiyet ögesini de işin içine katarak bir araştırma yaptı uzman arkadaşlarımız, kadınlarda en sık rastlanan meslek hastalıkları, stres ve toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan hastalıkları da içine alan bu çalışma dışında benim bildiğim spesifik bir çalışma yok. Daha sonra sendika bu çalışmayı pratik sorunların çözümünde kullandı mı bilemem. Ama en azından bir adım.
Bana göre ilk yapmaları gereken şey bu konuda kadın meslek hastalıkları listesini çıkarıp bunu genel listeye eklemek. Kadınlarla tanımlı bir tane bile meslek hastalığı yok memlekette. Üretimde kullanan kimyasallardan kaynaklı kanserler var mesela, hosteslerde radyasyona bağlı olarak gelişen rahim ve yumurtalık kanserleri… Bunları söyleyince sendika düşmanı oluyorsunuz. Ücret sendikacılığı bile yapamayan yapılardan bunları beklemek manasız belki ama… Bu konuda “yetkisiz” fiili sendikalara güveniyorum, yazıp çizmemizin nedeni de biraz bundan, hani yeni bir şey yapıyorlar bunları da dikkate alırlar belki.
- Kadınların görünmeyen emeği, ev işçiliği ve ev de şiddete karşı nasıl yaptırımlar olabiliyor?
Genel İş’in Diyarbakır’da, Urfa’da ya da İstanbul Belediyelerinden birkaçında imzaladığı -Kürt kadın hareketinin bastırmasıyla- dayakçı kocayı cezalandırmak, onun ücretini kadına vermek gibi yaptırımlar var, bunlar çeşitlendirilebilir. Toplumsal cinsiyet temelli ezilme biçimleri ve haklar konusunda klasik sendikalarda yapılacak çok şey var. Ama yapmıyorlar. Mesela Batı’da sosyal demokrat sendikaların yapmış olduğu tüzük ve programların, toplu sözleşme politikalarının toplumsal cinsiyet temelinde, konunun uzmanı bir heyet tarafından gözden geçirilmesi… Dilimizde tüy bitti atla deve değil ve adamlar yapmıyorlar işte! Ya da kendi güdümlerinde bir kadın politikasına izin veriyorlar. Toplumsal cinsiyet temelli ezilmeye maruz kalan grupların yönetimlere gelmesi işleri düzeltebilir ama onların yönetime gelmemesi için işliyor sendikal mekanizmalar, tüm kanallar kapalı. Bu konuda da yine “yetkisiz”, fiili mücadeleden çıkan alternatif sendikalara güveniyorum… Çünkü feminist kadınlar bu sendikalarda söz sahibi olacakları pozisyonlara daha rahat gelebiliyorlar.
- Türkiye’de geçmiş dönemlere göre bugün sendikalaşma ve sendikasızlık nasıl?
Sendikaların büyük güç kaybettiği açık. Engelleyici yasalar falan elbette önemli. Ama pek çok işçi sendikalara güvenmiyor. Ayrıca sendikalar 12 Eylül öncesindeki gibi örgütlenmek filan da istemiyorlar. Her yeni işçi grubu dengeleri değiştirebilir, gider sana değil de başkasına oy verir. Kendi iktidar dönemi ile sınırlandırıyorlar bütün politikaları. 14 yıl sendikalarda çalıştım, işçi sendikayı kendisinin dışında bir varlık gibi görüyor. Greve çıkıyor, sendika başkanı onu ziyaret ettiğinde, başkanımız bizimle dayanışmak için yanımızdaydı, diyor seviniyor. Yahu başkan dediğini sen seçtin ve onun görevi bu, elbette gelecek grev yerine! Bu durumdan rahatsızlık duyan var mıdır bilemiyorum. Hakaret yeseler de seni ben seçtim, başıma bela ol diye mi diyemiyorlar çoğu. Son dönemlerdeki eylemlerle bu eleştirilemezlik hali biraz kırıldı.
- Ortak kadın emeği politikası nasıl oluşur ve yürütülür?
Biliyorsunuz kadınlar arasında güvencesizlik çok yaygın ve sendikalaşma oranı da çok düşük. Bir feminist olarak ben ortak bir kadın emeği politikasının feministlerin yan yana gelmesiyle oluşabileceğini düşünüyorum. Artık feminist işçi kadınlar var. Geçenlerde konuştuğum bir kadın işçi her fabrikada illaki varız, kadın temsilci sayısı artmalı diyordu. Gerçekten de öyle fabrikada, tarım işçisi olarak tarlada, ofiste, büroda, sendikalarda, marketlerde hepimizin deneyimlerinin kesiştiği yerde inşa edebiliriz ortak politikayı. Yani işçi sınıfı ayakta heyecanı ile sınıf politikası yapacağız diye toplumsal cinsiyet merkezli emek politikalarını unutmamız gerekmiyor. İşçi sınıfı erkektir ve ona dair politikalar da öyle. Clara Zetkin’den bu yana kadınlar mücadele vererek kendilerini ve taleplerini bu politikalara dâhil etmişlerdir, bu gerçeği unutmamamız gerekiyor. Feminist politika kriz anlarından çıkar ve kriz anlarında da elimizden kayabilir.
8 Mart için az mücadele etmedik
- 8 Mart’a giderken kadınların bir arada ortaklaşmasını nasıl görüyorsunuz?
Kadın kurtuluş hareketinin kadına yönelik şiddetin, teşhiri, politikalarını ve kurumlarını oluşturmada başarılı olduğunu düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi’nin sendikaların, işçi kadınların gündemine gelmesini sağlayan kadın kurtuluş hareketi oldu. Bu bile bize cennetin yollarını açabilir.
- Sadece kadınların yaptığı mitinglerin olması kolay değildi, bu sürece nasıl gelindi?
Adamlarla çok fazla mücadele ettiğimizi hatırlıyorum Çağlayan’da falan. Fakat bir yandan da ortak toplantılarda erkekler de gelsin diyen her grup bir daha seneki 8 Mart’ta erkek ısrarından vazgeçiyordu. Giderek sayımız arttı. Sonra gündüz mitingi şeysi çıktı işte. Feminist Gece Yürüyüşü bizim oldu ve giderek çok daha fazla sayıda kadını içine alarak genişledi.
Necla Akgökçe’nin derdi ne?
Dert çok hangi birinden bahsedeyim… Kısa ve net olarak; daha eşit ve daha adil bir dünya isterken, bunun hep daha ötesine düşmek.