Zaten başka nasıl olabilir ki?
Elini uzatan Bahçeli ise, herkes bilir ki o el devletin elidir; tebasına diz çöktürerek hükmetmeye ve itiraz edip ayağa kalkanı ezmeye güdülü bir devlet!
Anayasal demokratik haklara sahip yurttaşlara hizmet etmeye değil, fiili zorla kendisine biat ettirip lütfedip verdikleriyle yetinmeyi dayatarak haşarat muamelesi yaptığı tebasına hükmetmeye göre yapılandırılmış bir devlet!
Üstelik, evet, bütün yurttaşlarına hükmetme tarzında “eşit” davranmakla birlikte, Kürt, Alevi ya da kadınsa daha da celallenen bir devlet!
Üstelik, içinden çıkıp geldiği işçi sınıfına nefretle saldıran ve önceleri hasetle baktığı egemenlik alanına girince başı dönen bir despotun zirvesine çöktüğü bir devlet!
Üstelik, dünyevi şeytan sermayenin ihtiyaçları için toplumu ve doğayı çürütüp yağmalayan bir devlet!
Üstelik, ABD/NATO odaklı küresel sermaye güçleriyle iç içe bir devlet: Hani şu Trump ve Musk gibi yeryüzünü cehenneme çevirmeye niyetlenmiş elemanlarını daha yeni ABD’nin başına geçiren “Batı” denilen emperyalistler!
Öyle bir elinde sopa diğerinde barış dalı falan değil; hepsi farklı silahlarla dolu sınırsız ele sahip olan, hükmettikleri yeryüzü coğrafyasını yağmalayan, bireyleri ve toplumları her taraflarından kuşatıp farklı biçimlerde ezip köleleştirmeye çalışan çakal sürüleri!
Hepsinin yuvalandıkları yerlerden kibirle ve nobranlıkla bakarak haşarat olarak gördükleri, ama bir türlü yok edemedikleri için evin her tarafını sarınca çaresiz kalıp binbir fesatla dolu bir bilinçle sözümona “barış” için uzattıkları el var.
Evet, başka nasıl olabilir ki; tabii ki isteksizce, ön hazırlığı yapılmadan, muhataplarına fiilen dayatılarak ve aynı anda iyi bildikleri baskı ve zoru sürekli uygulanarak el uzatılıyor.
Şaşırmayan, hatta öfkelenmek için bile güç harcamayan soğuk bir duruşla, bütün güçle yüklenip ne kadarsa o kadar mevzi kazanmaya yoğunlaşmak, mümkün olan Kaf dağının arkasındaysa bulup getirerek yol almaya çalışmak gerekiyor.
Olduğu kadarıyla sürecin üstüne yerleştirildiği zemin hiçbir güvenceye sahip değil, çürük, çukurlarla ve tuzaklarla dolu, üstelik halkın iradesini gasp edip kayyum atama olayında olduğu gibi şiddetli sarsıntılarla sürekli zorlanan bir zemin!
Olduğu kadarıyla süreç birbirine uyumlu durum ya da yönelimlerden oluşan bir bütünsellik taşımıyor. Tersine, birbirine zıt ya da farklı yönlere doğru çekiştirilen, keyfi tutumlarla dengesi sürekli zorlanan, farklı iradelerin sıkça farklı hamleler yaparak inisiyatif almaya çalıştığı bir süreç!
Süreç küçük de olsa adım attıkça, mesela sadece hakkında konuşulduğunda ya da Öcalan’ın ziyaretine “izin” verilmesinde veya o ziyarette Öcalan’ın ilettiği kısa mesaj gibi küçük yoklamalarda bile hem onun karmaşası ve niteliği açığa çıkıyor hem de aniden yeni durumlar yaratıyor.
Süreç, henüz daha varla yok arasındaki mevcut halinde bile düz çizgisel değil çok yönlü akışlarla açılımlar yapıyor; geriye doğru sürüklenmelerle ileri doğru sıçramalar aynı anda yaşanabiliyor.
Öyle görünüyor ki, şayet sürerse, (ki şimdi aniden kapısı kapatılsa bile bacadan girerek yeniden var olup sürmeye yazgılı) sertliği, gerilimleri ve yoğunluğu gittikçe artacak ve bağlı olarak sürekli daha güçlü irade, dayanıklılık, soğukkanlılık, cüret ve kurnazlık talep edecek.
İktidar ve resmi muhalefet
Sürecin yerel ayağında iktidarın sürecin yarattığı puslu havada yol alarak kendini sürdürme, daha doğrusu kalıcılaştırma eğilimi olduğu çok açık.
Tasfiye edilen Kemalist cumhuriyetin yerine yenisi henüz kurulamadı. Daha doğrusu henüz ancak fiilen var olabilen ama anayasal bir statüsü olmayan bir Saray rejiminin fiili durum yaratarak ülkeye kendisini dayatması içindeyiz.
Böylesi olağanüstü bir yönelim, öyle seçimlerle ya da yasal herhangi bir muhalefetle gitmeyeceğini her seferinde yaptığı seçim hileleriyle “seçim kazanarak” ya da kazanamadığı yerel seçimlerde uygun gördüğü yerlerde halkın iradesini hiçe sayıp kayyum atayıp el koyarak gösteriyor.
Olup bitenleri “geçici” değil, “kalıcı” durumlar olarak görmek, tam da böyle bir “kurucu” iktidarla yüzleştiğimizi bütün kendisini gösteriş biçimleriyle kabul edip kavramamız gerekiyor. Yakınma, şikayet etmek, sızlanmak tam da iktidarın istediği tutumlardır: “Siz onlarla oyalanın biz de yolumuza devam edelim” deniyor muhalif güçlere. Ne yaptıklarını ve artık her taraflarıyla suça bulandıklarını iyi biliyorlar, geri dönüş eşiklerini aştılar, “son çıkış” geride kaldı artık; ne pahasına olursa olsun ilerlemek zorundalar!
Ancak, öyle gösterdikleri gibi her şeye kadir değiller; toplumsal meşruiyetleri azalıyor, krizleri çözme gücüne sahip değiller, sorunlara devlet şiddetiyle yönelip bir süreliğine erteleyerek zaman kazanıyorlar. Başarılı oldukları yer, halkı yoksullaştırıp çaresiz bırakma, çürüterek yozlaştırma!
Ve, iyi bilindiği gibi, oyun kurmakta ustalar!
Resmi muhalefetin sefilliği, her seferinde olduğu gibi şimdiki durumda da en büyük yardımcıları. Süreç öyle yürüyor ki CHP zorlanıyor. Zorlandıkça da içinde biriken zaaflar patlıyor.
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Özel medya üzerinden atışırken, Yavaş partiye kendi ırkçı-şoven tutumunu dayatıyor. İktidar farklı kanallardan kışkırtıcı olduğu bu ayrışmaları neredeyse tümünü ele geçirdiği medyada parlatarak yerel seçimler yenilgisinin yarattığı yenilgili ruh halinden çıkmaya çabalıyor.
Özel ve İmamoğlu yeni sürecin yarattığı ortamdan faydalanarak Kürt halkıyla ürkerek de olsa ilişkilenmeye çalışıyor. Kürt siyasetinin bu durumu değerlendirdiğini, iktidarın ise “teröristlerle el eleler” söylemiyle CHP içindeki Yavaş kanadını güçlendirdiğini görüyoruz. Özel’in liderlik kapasitesi olmadığı anlaşılırken, İmamoğlu öne çıkıyor.
DEM Parti ise, ustaca davranarak hem olası bir yeni süreci değerlendireceğini açıklarken hem de saldırılara karşı direnişçi bir tutum geliştiriyor. İktidarın CHP’yi olduğu gibi Kürt siyasal alanını da “içerden bölmeye” çalıştığı görülüyor. Öcalan, DEM Parti, Demirtaş ve Kandil ayrımları yapıp her duruşa ayrı bir rol kurgulayarak ve sanki o kurgular gerçekmiş gibi algı yaratarak yol almaya çalışıyorlar.
Liberaller ve ulusalcılar
Türkiye sosyalist hareketinin düşman kardeşleri olan liberal ve ulusalcı bakış sahipleri son süreçte de hemen kendilerine uygun özgün konumlara yerleştiler.
Liberaller ve Ulusalcılar kendi ideolojik bakışlarının etkisiyle çarpık olarak görüp çarpık değerlendirdikleri toplumsal ve siyasal gerçekliğin diğer sorun alanlarında olduğu gibi, yeni durum karşısında da kendilerine uygun tutumlar geliştiriyorlar. Onlar son gelişme üzerine de yaşanan gerçeği değil onu kendi bakışlarıyla çarpıtarak düzenledikleri halini görüyorlar.
Liberaller, oluşan yeni durumu abartıp Bahçeli’ye gül bahçesi kurduruyor, hem iktidara hiç de sahip olmadığı “barış yapmak isteyen güç” statüsünü kolayca verirken hem de “şu Kandil olmasa süreç ne güzel akacak” diye mırıldanıyorlar. Liberallerin güneşi olan TÜSİAD, bir yandan açıkça ırkçı-şoven tutumunu sürdürürken, öte yandan tutumlarına meşruiyet sağlayacak kaçamak cümleler kurarak liberallere alan açmaya çalışıyor. Liberaller her konuda olduğu gibi sermaye güçlerine umut bağlıyor, onların sürecin önünü açmalarını umuyorlar.
Ulusalcılar ise, tam tersi bir konuma yerleşerek, aslında ortada hiçbir şey olmadığını, Erdoğan’ın Kürtleri aldatıp kullanmak için oyun kurduğunu ve Bahçeli’nin de onun yardımcısı olduğunu iddia ediyorlar.
Liberaller, gerçeğe “sermaye odaklı” çarpıtılmış bir bakışla bakarak, iktidarın ve sermayenin sorunu çözme değil süründürerek çürütme ya da kendi istediği konuma yerleştirme ve o arada kendi hedeflerine doğru yol alma yönelimini göremezken; ulusalcılar da, aynı sürece “ulusalcı” zeminde çarpıtılmış bir bakışla bakarak, Kürt halkının gücünü ve sorunun yakıcılığını göremiyor.
Ulusalcılar, hem yerel iktidarların kaybedilmesinde oynadığı tayin edici rolün hem de Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin bölgesel bir savaşa doğru akmasının sağlayabileceği yeni imkanlarla Kürt Hareketi’nin güçlenmesi olasılığının mevcut iktidara kendisini dayattığını göremiyor.
Ulusalcı sosyalistler bu konuda ülkedeki diğer ulusalcı güçlerle, özellikle de emekli generallerle ortaklaşıyorlar.
Daha ötesinde, ulusalcı sosyalistler, devletteki ABD/NATO odaklı güç alanıyla “iltisaklı” Bahçeli’nin, İsrail’in son Lübnan saldırısıyla yayılarak İran’a sıçrama potansiyeli barındıran yeni durumu değerlendirmek isteyen ABD ile paralel davrandığını göremiyor.
O durumda, işbirlikçi Arap rejimlerini İsrail’le ortaklaştırarak Filistinlilerin cesetleri ve yıkılmış Lübnan’ın enkazına dayanan yeni bir güç dengesiyle Orta Doğu’yu hızla dizayn edip Çin’e yönelmek isteyecek ABD’nin, ek güç ihtiyacını Kürtleri kapsayarak içeren Türkiye üzerinden elde etmeyi hedefleyebileceği değerlendirilmiyor.
Ulusalcılar, öte yandan Kürt halkının Orta Doğu’da oynayabileceği halkçı-devrimci tarihsel rolü de göremiyor. Liberaller ise, aynı gelişmeleri Kürtlerin ABD ve İsrail’le ortaklaşarak Orta Doğu’da bağımsız bir güç olma fırsatı olarak görüyor.
Kürt siyasal güçleri ise, demokrasinin ve özellikle de kadın özgürlüğünün taşıyıcısı bir güç olarak, yanılgılı beklentiler yerine kendi gücüne dayanarak ve bölge halklarıyla dayanışma içinde yaşanan çok yönlü krizlere çözüm gücü olmaya çalıştıklarını açıklıyor.