Bugüne kadar kendini ataerkil iktidar aklından kurtaramamış hiçbir ideoloji hakikat olamaz. Hakikatin takipçisi olmak en estetik kültürdür. En estetik kültür hakikat için mücadeledir
Dilan Yıldız
İnanç; insan toplumunun kendini ifade ediş biçimi, kendi varlığına anlam verme şekli, kendini içinde bulma ve yaşamı güzelliklerle buluşturma sistemidir. Kadının gözlem gücüyle geliştirilen ilk inanç sistemi olarak kabul edilen animistik düşünüş biçimi aslında tam da buna tekabül etmekteydi. Kendini ve her varlığı canlı olarak görebilme ve öyle bir saygınlıkla yaklaşma, yaşamın önünü açıp tek bir varlığın üstünlüğünü kabul görmeme durumudur. Bununla başlayıp çoğalan inanç sistemleri günümüze kadar birçok değişime uğrayıp farklılaşarak süre gelmiştir. Sonrasında devletli uygarlığın kendi tekelini koruma ve büyütme uğruna yarattığı tek tanrılı din anlayışının sadece insan merkezli (bunun içinden kadını çıkararak yapmaktadır) olduğunu görmekteyiz.
Merkezi uygarlık, eşittir tanrı anlayışını bir kanun niteliğine taşımak için yaratılış efsanelerinde kadını katlettiler. Artık kadın aklından uzak hatta tam karşısına konumlanmış olarak gördüğümüz inanç sistemi, tüm kadınları kalbinden, beyninden ve rahminden vurarak bir kadın kırım politikası izleyemeye başlamıştır. Bugünün en derin krizi olan dincilik kadınları ve kendinden olmayan tüm halkları “öteki” konumuna iterek kendine meşru bir kılıf bulma uğruna tarihi yerle bir edecek bir performans sergiledi. Tek tanrılı dinleri incelerken Adem ile Havva yaratılış destanını incelemek sorunun tespiti için önemli bir yolculuk olacaktır. İlk yaratılış hikayelerinde cennetten kovulma kısmında Havva şahsında tüm kadınlara “meraklı”, “baştan çıkarıcı”, “şeytanın işbirlikçisi (Burada Şeytan Lilith olarak tasvir edilir ve kadın ayrıca şeytan olarak lanetlenir)” gibi yaftalamalarla kadını öteki konuma düşüren bir dincilik oluşumu söz konusudur. Cennetten kovulma sonrası tanrı Adem’e bağı bahçeyi ekip biçme, eve ekonomik gelir sağlama cezası verirken Havva’ya evin içini çekip çevirme, çocuk doğurma ve sancılar içinde doğum yapma gibi cezalar verir. Başlangıçta insanları iki ayrı sınıf konumuna düşmüş olarak görmekteyiz.
Dünyaya en çok yayılmış üç büyük din olan İbrahimi dinler içinde kadının konumuna baktığımızda çok büyük çelişkiler görebiliriz. İbrahimi dinler çıkış itibariyle toplumsal sorunlara çözüm olma iddiasıyla doğmuşlardır. Bütün olma, her kesimi bağrında yaşatma gibi idealleri vardır. Merkezi yönetimlere, uygarlıklara bir başkaldırı olarak çıkış yaparlar. Gelinen aşamada hatta çıkıştan çok kısa bir süre sonra esasa çok uzak, ideolojisine ters düşen bir noktaya vardığını çok iyi görebiliriz. Üç büyük İbrahimi dinin de örgütlenmelerinin hemen ardından merkezi uygarlığın himayesine girmekten kurtulamamışlardır. Bütüncül olmaktan kopmuş, toplumu paramparça ettiklerini görüyoruz ve yaşıyoruz. Kendi inancından olmayan her zerreyi yok etmek bir din kuralı haline getirildi.
Yahudilik kadına derin kölelik rolleri biçip Hristiyanlık ve İslamiyet’e bu tanrı buyruklarını katmerleştirip, farklılaştırarak miras bıraktı. Aleni kadın karşıtlığına ispat ise; “Beni kadın yaratmayan tanrıya şükürler olsun” diye her gün dua etmeleridir. Yahudilikte önemle üstüne gidilmesi gereken de kendilerini üstün ırk ilan etmeleridir. Bu beraberinde bir kırım politikası getirmektedir. Bunların sonucunda da yeni ve derin toplumsal sorunlar doğmuş oluyor.
Hristiyanlıkta kadın kaos yaratan olarak cadılaştırılır. Aziz Paul ilk ahitte şu sözlerle kadının biyolojik özelliğini bile elinden almaktadır; “Erkek kadının değil, fakat kadın erkeğindir, kadın erkek için yaratıldı fakat erkek kadın erkek için yaratılmadı.” Hristiyanlığı yaymak adına düzenlenen Haçlı seferleriyle binlerce insan katledildi. Cadı avları adı altında binlerce kadın kırımdan geçirildi. Halbuki Hz. İsa büyük Roma İmparatorluğu’na başkaldırmış, artık ezilmek istemeyen bir peygamberdi. Kadın kırım ve toplum kırım politikaları hala devam etmektedir.
Son din olan İslamiyet’e baktığımızda da bunların bir toplamını görmekteyiz. Kadına dair birçok şey söylenip belli cinsiyetçi kalıplara sıkıştırılmış bir gerçeklik göze çarpmaktadır. Erkek kadını tamamen metalaştırmış, bir ev kölesi konumunu günümüzde de din meşruluğu adı altında kadına dayatmaktadır. Sadece erkeğin varisini (erkek çocuk) doğurması için dünyaya gelmiş bir varlık olarak tanımlar. Din temsilcileri her söylemlerinde kadınlara direktifler vererek ne yapmaları gerektiğinin altını çizerler. Müslümanlığın teorisinde başka inançlara saygın olmayı vurgulayan birçok nokta varken, İslamiyet’i yaymak için birçok kent, köy fetih adı altında istila edildi. Binlerce insan katledildi. Bunlardan kalan bu mirasla İslam Devletleri aynı pratikle soykırımlar yaptı, kadınlar, çocuklar esir alınıp köle pazarlarında sergilendi. Onlarca kadından haremler kurdular. Ve bunların hepsini “tanrı buyruğu” adı altında yaptılar.
21.yy’da tanrı yasası adıyla cihatçılık yapan erkek aklı kadını katletti(ediyor), köle pazarlarında sermaye olarak metalaştırıp pazarlıyor, defalarca tecavüz etti(ediyor). Tarihin karalar bağlayıp saniyelerin yıl olduğu ve tüm insanlığın seyirci kaldığı 3 Ağustos 2014 yılının gecesindeyiz şu an. İnsanlığın vicdanı o gece o zifiri karanlığın içinde yok oldu. İslamiyet şeriatı adı altında başka inançta olan Êzidîlerin fermanı yazılmıştı. Her evde barbarca, vahşice insanlar katlediliyordu, genç kadınlar ve çocuklar esir alınıyordu. Kadınlara defalarca tecavüz ediliyordu.
Peki neden bu soykırım Êzidî Kürtlere mubah kılınmıştı ki? Farklı inanca sahip olmak hangi dinde bir soykırım gerekçesi olabilirdi ki? Kendilerini arınmış görenler can aldıklarında cennetin hangi köşesinden tapu alıyordu? Tecavüz hangi dinin ahlak kurallarına uyabilirdi ki? Diye uzayıp giden sorular zincirinde tek bir cevap olabilir elbette; Êzidî geleneklerinde kadının ve toplumu önceleyen ve bununla birlikte köklü ve kadim bir geçmişe sahip olmasıdır. Farklı bir yaşam felsefesine sahip olmaları, merkezi uygarlığın yarattığı çetelerin saldırı gerekçesi haline getirildi. “Ya Fehre Hatun Yetiş” diye yakarışları, mezarı ziyaret edilen şifacı Şeyh Fatê gibi birçok kadının Êzidîler arasında önemli bir yere sahip olması onları ayrı kılıyor.
Bugüne kadar kendini ataerkil iktidar aklından kurtaramamış hiçbir ideoloji hakikat olamaz. Hakikatin takipçisi olmak en estetik kültürdür. En estetik kültür hakikat için mücadeledir. Dini bu çıkmazdan kurtarmak için; kadın ve halklar için fermanlar yazdıran dincilik kıskacından kurtuluşun tek yolu mücadele ve direniş diyoruz.
Derweş’le 11 arkadaşı bugünden çok önce o acı kahveyi içmişlerdi. Bugün de IŞİD barbarlığına karşı 12 genç çoktan içmişti o kahveden. Düşmüşlerdi Şengal yollarına. Yedi kişi varabilmişti iki yüz bin insanı kurtaracak yere. Gün ve gecenin anlamını yitirdiği o günlerin 8 yıl gerisinde kalırken, o cellat bellenenlerin hesabı hala sorulmaktadır. Binlerce yıllık dincilik kıskacıyla kadın kırımını ve halkların kırımını meşrulaştıran akla inat kadın devrimi kendini büyütüyor. Şengal’de zılgıtlarla yol aldığı gibi bugün dünyaya yaydı gücünü.
İşte tam da bu yüzden kadının gözüyle, kadının sözüyle yeniden dinler tarihi okunmalı ve yazılmalı. Baştan başlamalı bugünü de içine alarak. Tarih bu kez doğru yerden doğru sözden yazılacak. Kadının içinde nesne olarak yer aldığı bir dincilik değil, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir din anlayışıyla ancak doğru inanç yaşanabilir.