Libya haberleri gerekçesiyle Mart ayında tutuklanan, aralarında arkadaşlarımızın da olduğu 6 gazeteci, hakim karşısına çıktı. Savunmalar sonrası mahkeme heyeti arkadaşlarımız Ferhat Çelik, Aydın Keser ve gazeteci Barış Pehlivan için tahliye kararı verdi.
Libya’da ölen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin yapılan haberler gerekçe gösterilerek 6’sı tutuklu 8 gazeteci hakkında açılan davanın ilk duruşması görüldü. Çağlayan’da bulunan İstanbul 34’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada tutuklu yargılanan gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ile Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser ve Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu adli kontrolle tahliye edildi.
Odatv Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, muhabiri Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel’in ise tutukluluk hallerinin devamına karar verildi. Mahkeme heyeti mahkemeyi 9 Eylül’e erteledi.
Savcılı gazetecilerin tutukluluk hallerinin devamını istedi
Tanık dinlemelerinden sonra savcı, gelecek celseye kadar esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için süre verilmesi ve gazetecilerin tutukluk halinin devamını istedi. Savcının mütalaasından sonra avukatların savunmaları ile dava devam etti. Savunmalar sonrası Mahkeme heyeti duruşmaya 45 dakika ara verdi.
Tanıklar dinleniyor
Gazetecilerin savunmaları sonrası tanık dinlemelerine geçildi. Gazete editörümüz Semiha Alankuş tanık olarak dinlenmeye başladı.
Alankuş: Editör arkadaşlar gündemdeki haberleri getirirler sayfa dağılımı yapılır ve editörler sayfalarını yapar.
Mahkeme Başkanı: Hukuki sıkıntı olursa bu yayınlama kararı yapar?
Alankuş: Her editör kendi sayfasından sorumludur. Haber müdürü ya da GYY şu haber girsin ve ya girmesin demez. Son kararı veren arkadaşlar bu arkadaşlar değil.
Savunmalar:
Acarer hakkında karar
Yargılananlardan Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katıldı. Kimlik tespitinin ardından mahkeme başkanı iddianameyi özetlemeye başladı. Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu, müvekkili Erk Acarer’in kaçak olmadığını, üç yıldır yurtdışında yaşadığını söyledi. Atılı suçun yurtdışında işlendiğini, bu nedenle Acarer hakkında duruşma açılamayacağını, sadece kanıt toplanabileceğini ifade etti.
Mahkeme Başkanı, Acarer hakkındaki tensip ara kararıyla yakalama kararı çıkartıldığından, yakalama kararının devamına, yakalanıp savunması alındıktan sonra sanık hakkındaki yargılamanın ondan sonra devam etmesine karar verildiğini belirtti.
Ağırel: Somut delile dayanmıyor
Duruşmada ilk olarak Murat Ağırel savunma yaptı. Ağırel savunmasında şunları söyledi:
“İddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım. Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir odada tek başıma tutuluyorum. Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor ne de vicdana sığıyor. İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir niyetnamedir.
Ben yazamdan önce de MİT görevlisi sosyal medyada haber olmuştu. 19 Şubat’ta muhtarın paylaşımına denk geldim. Şehitlerimizin baba adı, adresi, defin yeri bildiriliyordu. Yorum kısmında da şehidimiz hakkında bilgi ve fotoğraflar vardı. Ancak iddianamede fotoğrafın ilk benim tarafımdan paylaşıldığı iddia ediliyor. Suçlama konusu paylaşımların amacı şehit olan askerlerimizin şehadetini yüceltmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu.
Anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşti ve sadece 43 dakika aktif kaldı. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı.
Odatv haberi ile benim paylaşımım arasında 11 gün var. Odatv haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu. Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim.
İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2 buçuk sayfa. Bu 2 buçuk sayfa içerisinde tam 7 defa ‘ilk olarak’, 2 defa ‘ilk deşifre’ ve 11 defa da ‘case officer’ ifadeleri kullanılmış. İddianamenin giriş kısmında ‘Olay’ başlığı altında ‘7 Şubat MİT krizi’ olarak bilinen davaya ve ‘MİT TIR’ları davasına’ atıf yapılmış ve 3. paragraf sonunda şüphelilerin FETÖ/PDY mensubu oldukları ve casusluk kastı vurgusu yapılmış. Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan ‘planlı hareket’ ve ‘kast’ iddialarının altını doldurma gayretidir.
İddianamenin 8. sayfasında ‘şehit MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntüleri bir plan dâhilinde sistematik ve koordineli biçimde sosyal medya hesapları ile gazete ve internet siteleri üzerinden ifşa edilmiştir’ denildi. Benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Birbirine benzemeyen iki soruşturma neden birleştirilmiştir? Bu konuda iddia makamının sunduğu tek bir delil yoktur.
Bu yanlış bir tahmin, niyetten ibarettir. Devletin en güçlü, en tecrübeli ve en kapsamlı araç gereçlerine sahip olan MİT, terör savcıları, emniyet birimleri böyle bir durum olduğunda daha önceki davalarda olduğu gibi şemaları ile birlikte sunmaz mıydı? İddia makamının bu iddiasının daha bizler savcılık makamında ifade dahi vermeden sosyal medyada dile getirilmesinin tesadüf olduğunu umut ediyorum.
İddianamenin 8. sayfasının 5. paragrafında ‘Şüpheli tarafından 22.02.2020 tarihinde yapılan ve MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları, mesleki konum ve unvanları ile birlikte deşifre edildi’ denilmektedir. Sayın Başkan lütfen paylaşımıma bir kez daha bakınız, paylaşımımda mesleki konum, unvan ve MİT bilgisi nerede yer almaktadır?
Libya’da şehitlerimizin olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı açıkladı, muhtar ilk paylaşımı yapmış, fotoğraflar her yerde paylaşılmış, günler sonra ben paylaşım yapmışım. Paylaşımda hangi bilgi, belge yer almaktadır? Bu iddiaya ait paylaşımım ortadadır.
İddia makamı aynı paragrafta ‘Şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmişse de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır’ denilmiştir.
İddia makamı savcıları benden önce paylaşım yapanların varlığını kabul etmiş ancak benim paylaşımımda ‘kast’ olduğu kanaatine varmış önceki paylaşımlarda ise olmadığı kanaatine varmış. Benim hakkımda savcılık makamının art niyetli olduğu açıktır. Paylaşımımda ‘meslek memuru kahramanlarımız’ demişim. Benden önce yapılan paylaşımlardan birkaç örnek vermek istiyorum:
19 Şubat tarihinde Muhtar Cemali Merter’in paylaşımın altındaki yoruma Ahmet Hafize Kayalı adlı kullanıcı ‘Libya’da şehit olan gizli Kahraman’, 21 Şubat tarihinde Ahmet Özkan adlı kullanıcı ‘Libya’da üst düzey 3 MİT elemanına yapılan saldırıda 2 şehit 1 yaralı haberi doğru mu’ -19 Şubat’ta Abdullah Ağar ‘isimsiz kahraman’ gibi paylaşımlar ile benim paylaşımım arasında ne fark vardır?”
Keser: Açık kaynaklardan derlenmiştir
Ağırel’den sonra Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Aydın Keser ve Genel Yayın Yönetmenimiz Ferhat Çelik savunma yaptı.
Keser’in savunması şöyle:
“İddianamede 23 Şubat’ta yayınlanan haberimizle 24 Şubat’ta yayımlanan haberler nedeniyle cezalandırılmam isteniyor. Bu suçlamaları kabul etmiyorum. Bu haber özel bir kasıtla değil, haber verme saikiyle, çok sayıda haberler derlenerek yapılmıştır. Açık kaynaklardan elde edilmiştir bu haberin içeriği. Haberde yaşamını yitiren kişinin MİT mensubu olduğu yazılmamıştır. Haberin içeriği daha önce yayımlanan haberlerden derlenmiştir. Bu suçlamaların hukuki ve maddi dayanağı da yoktur.
Dört aydır cezaevinde ve tecritteyim. Bu süreçte eşimi yalnızca bir kere gördüm o da kapalı görüştü. Çocuğum ve eşim bu durumdan maddi ve manevi olarak etkilenmiştir. Tutuklanmadan önce kalple ilgili yarım kalan tedavim vardı. Doktora gittim cezaevinde, hastaneye gitmem gerektiğini söyledi ancak pandemi nedeniyle gidemedim. Tahliyemi ve beraatımı talep ediyorum.”
Çelik: Gazetecilik ters yüz edildi
Keser’den sonra Ferhat Çelik savunma yaptı.
Çelik’in savunması şöyle:
“Dört aydır tecrit altında olduğumuz için konuşmayı unuttuk, dilim sürçerse affola. Gazetecilik öyle bir hale geldi ki medyanın yüzde 95’in iktidarın hakimiyeti altında. Diğer yüzde 5 de muhalif yayın yapmayan çalışıyor. Örneğin İzmir’de bir camide marş okunuyor. Böyle olduğunda sorumlular bulunur, kadın cinayeti olur faili konuşulmaz. Dolayısıyla gazetecilik ters yüz edildi biraz. Bir ülkede Cumhurbaşkanı Libya’da birkaç tane şehit var diyorsa, gazeteci merak eder. İnsanın aklına yurtdışında bir şehit olduğu için doğrudan asker geliyor.
Sosyal medyada yakınları paylaşım yapıyor, fotoğraflar paylaşılıyor. Gazeteci açık kaynaklardan tarama yapar. Bilgiye ulaşınca mantığa oturuyorsa doğrudur dersin, bunu yapmak için talimat almam gerekmez. Eğer Cumhurbaşkanı birkaç tane şehit var diyorsa o kadarla yetinmen gerek. Bu nasıl bir gazetecilik? O dönem kimi gazeteler de bu iddiayı haberleştirdi. Birkaç tane şehidin kim olduğu da o zaman belli değil. Bizim iki haberimiz suçlama konusu. Bir tanesi basılı gazetede, bir tanesi internet sitesinde yayınlandı. Ancak savcı diyor ki ilk olarak Yeni Yaşam gazetesi basılı gazetede yayınlamıştır.
Odatv’nin haberinin tamamı iddianamede. Ancak bizim haberlerin içeriği yazmıyor yalnızca başlıklar verilmiş. Haberin içeriğinde ne vardı peki? Yeni Yaşam gazetesi, T24 ve Yeniçağ gazetesinde yazılanları derlemiştir. Onları hedef göstermiyorum, gazetecilik yapmışlardır. Haberlerimiz iddianamede yer almamış, muğlak ifadelerle suçlama yöneltilmiştir. Bizim suçlamalara karşı yaptığımız savunma da yer almamış.
‘Haberimin arkasındayım’
Biz İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği tarafından önce serbest bırakıldık. Kararda haberin daha önce yayınlandığı gibi gerekçeler vardı. Sonra hakkımızda yakalama kararı çıkarıldığını öğrendik. Tutuklanacağımı biliyordum. Haberimin arkasında duruyorum. Haber ortada. İnsan sormadan edemiyor: Her şey ortadayken biz neden hedef alındık? MİT Kanunu gazeteciliğin elini kolunu bağlıyor. Ben önceden bilemem kim MİT mensubu kim değil. Açık kaynaklardan kopyala-yapıştır şekliyle aldığım haberler nasıl casusluk yapmış olabilirim? Devletin gizli kalması gereken bir bilgiyse bu, savcılık haberden sonra neden 12 gün bekledi bizi ifadeye çağırmak için?
Herkes MİT mensubu olabilir. Ben bir haberi yaparken sen MİT’çi misin diye mi sorayım? Biz bu haberi yayınlarken bu insanların kimlik bilgilerinden bihaberiz. Gizli kalması gereken bilgi nedir bunu da söylemiyor iddianame. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya’da olduğu bilgisiyse bu gizli bir bilgi değil. Bu bilinen bir şey. Erdoğan bizzat kendisi söylüyor MİT’in orada olduğunu. Biz gazetecilik yapıyoruz, bir kamu görev yapıyoruz. Talimat almayız. Bu işe başlarken Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe gibi isimlerden feyz aldım.
‘Gerekirse yatarız’
Bir ifşa kastımız yok. Bu haberden sonra Ümit Özdağ, MİT mensubu olduklarını açıklamış. Manisa’daki cenazeye MİT çelenk yollamış. Kimse orada herhangi bir önlem almamış. Dört yıl da gerekirse yatarız. Basın şehitlerinin anısına ses çıkarmam. Ama bu ülke kaybediyor. Basın özgürlüğü endeksinde son sıralardayız. Bana kişisel olarak ne kaybettirecek? Böyle küçük bir olaydan, böyle büyük bir suç yaratmak doğru değildir.Vicdanlarda zaten beraat etmişiz, özgürüz. Mahkemeye düşen de bunu hukuken tasdiklemek. Bunun haber olduğunu, ifşa kastının olmadığını size sunuyorum.
Duruşma Çelik’in sorgusuyla devam etti
Mahkeme Başkanı (MB): “Haberlere onay verme yetkim yok” demişsiniz doğru mu?
Çelik: Evet, özel haber olur o zaman ben de bakarım. Açık kaynaklardan gelen haber için kimse girelim mi diye sormaz. Önceden yayınlanmış haberlerle ilgili bunu girelim mi diye sorulmaz.
M.B.: Bu haberin yayınlanmasında sizin nasıl bir dahliniz oldu?
Çelik: Bu gazetede yayınlanan her haberde benim sorumluluğum var. Günde onlarca haber geliyor, hepsini görme şansım yok ancak arkasındayım. Benim haberim olmadan da haberler yapılabilir.
Gazetecilerin avukatlarından, Çelik’e “Bu haberi yaptıktan sonra mahkemeden, MİT’ten veya başka bir devlet kurumundan tekzip metni gönderildi mi?” diye sordu. Çelik, soruya “Hiçbir dönüş olmadı.Okurdan bile tepki çekmedi. Soruşturma açılmasaydı haber dikkat bile çekmeyecekti. Şimdi tüm Türkiye öğrendi kimliklerini” şeklinde yanıt verdi.
Kılınç:
Çelik’ten sonra OdaTv muhabirlerinden Hülya Kılınç savunma yaptı. Kılınç’ın savunması şöyle:
“İddianamede hakkımda;
03.03.2020 tarihinde Odatv’de imzamla yayınlanan haberde; dış istihbarat vazifesi olan şehit MİT mensubunun kimlik ve görevine ilişkin bilgilerine, şehide ait fotoğraflara ve özellikle de halen görevde olan bazı MİT mensuplarının da katıldığı cenaze törenine ait görüntülerine yer vermek suretiyle MİT’in görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim iddia olunmaktadır.
20 yıllık deneyimli bir yerel gazeteciyim. Hayatımda ilk defa böyle ağır bir suçlama ve ilk defa ağır ceza mahkemesi karşısında bulunuyorum. 03.03.2020 tarihinde imzamla yayınlanan haberde “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim” suçlamasını kabul etmiyorum.
Benim yaptığım iş, birazdan açıklayacağım üzere, sadece ve sadece gazeteciliktir. Yerel bir gazeteci olarak, yaşadığım bölgede bir şehidin olması ve şehidin törensiz defnedilmesi çok büyük haber değeri taşıyan ve haber yapılmasını gerektiren önemli bir olaydır. Üstelik bu konu haberin yayınlanmasından önce devlet yetkilileri tarafından açıklanmış, özellikle Cumhurbaşkanının “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklamasıyla kamuoyunda yaygın olarak yer almış ve önemli ölçüde ilgi çekmişti.
İddianamede haberi yapmam için; şehidin defnedildiği yere gitmem, yörenin muhtarı, aza, Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi ve şehidin ailesiyle olan görüşmelerim gizli, gizemli ve suç işlemek amaçlı faaliyetler olarak anlatılmaktadır. Bu anlatımın gerçekle ilgisi yoktur.
Soruşturma aşamasında gerek savcılık, gerekse sulh ceza hâkimliği ifadelerimde; haberi yapmak için şehidin defnedildiği yere gittiğimi, kimlerle görüştüğümü, haberin detaylarını nasıl ve kimlerden öğrendiğimi, şehidin mezarının fotoğrafını çektiğimi, sosyal medyada araştırma yaptığımı, haberde kullanılan diğer fotoğrafları nasıl temin ettiğimi, haberi ne zaman ve nasıl hazırladığımı, kime gönderdiğimi detaylı olarak anlattım.
Soruşturma aşamasındaki ifadelerimde yalnızca görüşme yaptığım muhtar ile törende haberde kullandığım iki fotoğrafı aldığım Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisinin adını söylemedim. Bunun sebebi; Ben gazeteciyim. Basın Kanununa göre “Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama “ hakkına sahibim. Haber kaynağımı açıklamak istemedim.
Üstelik bu kişilerin, Şehidin cenazesiyle ilgili hazırladığım haber için, bana verdikleri bilgiler görevleri gereğiydi. Biri muhtar, diğer basın bürosu görevlisiydi. Açıkçası, haber hakkında soruşturma yapılması üzerine, benim yüzünden soruşturmaya dahil edilmelerini istemedim.
Bu nedenle Muhtar Cemali Merter ve Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci isimleri haricindeki verdiğim ifadelerim doğrudur. Aynen tekrar ediyorum. Bir gazeteci olmamın öncesinde bir kadın ve 17 yaşında bir erkek çocuk annesiyim ve her şehit haberinde, çocuğunu kaybetmiş annelerin acısını her anne gibi yüreğimde hissederim. Libya’daki şehitlerimizin olduğunu duyduğumda da bir anne olarak aynı acıyı hissettim.
Libya şehitlerinden birinin Manisalı olduğu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini günler sonra köy muhtarının sosyal medyada yapmış olduğu bir paylaşımından öğrendim ve çok şaşırdım. Bir şehit için askeri tören yapılmaması gazetecilik açısından haber değeri taşıyan önemli bir olaydır. Hangi rütbede olursa olsun memleketi için hayatını feda eden her insan değerlidir ve bu değerle uğurlanması gerektiğini düşünürüm. Hayatını vatanı için veren bir şehide askeri tören yapılmamasının haber değeri olması nedeniyle haberi hazırlamak istedim.
Haberle ilgili araştırma yaptım. Muhtar, sosyal medyada yaptığı paylaşımda nerenin muhtarı olduğunu yazmıştı. 29 Şubat 2020 tarihinde köy muhtarının telefonunu buldum ve Muhtarı aradım. Muhtara yaptığı paylaşımı sordum ve paylaşımdaki bilgileri sordum. Muhtar, “Libya Şehidinin köylerinden olduğunu, askeri tören yapılmadığını” söyledi. “Konuyu haber yapmak istediğimi” söyleyince “Köye gelmem durumunda bana yardımcı olacağını” söyledi. Cenazede fotoğraf çekip çekilmediğini sordum. Cenazeye katılan birçok insanın fotoğraf çektiğini ve bana bulabileceğini söyledi. Geleceğim zaman kendisini arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım.
02 Mart Pazartesi günü sabah yola çıkmadan Odatv’den Barış Pehlivan’a mesaj yazarak “Libya şehidinin Manisa’nın bir köyünden olduğunu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini öğrendiğimi, haberi yayınlamak isterlerse haberi araştırabileceğimi” söyledim. Barış Pehlivan; “Haberi yayınlayabileceklerini, şehidin mezarının fotoğrafını çekebilirsem habere ekleyebileceğimi” söyledi. Barış Pehlivan’la da, Muhtarla da yaptığım görüşmelerde şehidin asker olduğunu sanıyordum. Gerek Pehlivan’la gerek muhtarla olan görüşmelerimde haber konusu “Libya’da şehit olan asker” ve “şehitle ilgili askeri tören yapılmamasıydı.
Akhisar’a otobüsle giderken köy muhtarını aradım ve köye gelmek için yolda olduğumu, önce mezarlığa gitmek istediğimi belirterek, mezarlığa götürüp götüremeyeceğini sordum. Muhtar da “Köy kahvesini işlettiğini, işi olduğu için beni başka birisiyle gönderebileceğini” söyledi. Köye ulaştığımda kahvehaneye gittim. Muhtarla ve muhtarın yanındaki Aza ile tanıştım. Muhtarla ayaküstü biraz görüştükten sonra, Muhtar, Azanın beni mezarlığa götürebileceğini söyledi. Aza ile köy mezarlığına gittim. Mezarlıkta şehidin mezarının fotoğrafını çektim. Mezarın üstünde şehidin ismi yazılı değildi. Azaya “Şehidin ismi yazılı değil?” diye sorduğumda Aza da; “Mezarın çok yeni olduğunu, mezar yaptırılırken yazılacağını” söyledi. Aza ile cenaze töreni hakkında konuştuk. Aza, cenaze törenine belediye başkanı, kaymakam, bir milletvekili ve siyasi parti ilçe temsilcilerinin katıldığını söyledi. Askeri tören yapılmadığını söyledi.
Mezarlıktan ayrılırken Azaya, “Kabul ederlerse şehidin ailesiyle görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine Aza, şehidin babasını telefonla aradı. “Gazeteci olduğumu, şehidin cenazesi hakkında haber yapmak için köye geldiğimi, şehidin ailesiyle de görüşmek istediğini” söyledi. Baba, beni kendi evine davet etti. Aza ile birlikte şehidin evine gittik. Aza dışarıda bekledi, ben evin içine girdim. Evde, Şehidin annesi, akrabaları ve komşuları vardı. Çok ağır ve çok üzücü bir ortam vardı. Baş sağlığı dileklerimi ilettim. Çok üzülmüştüm. Biraz oturduktan sonra zar zor konuşarak “Manisalı olduğumu, gazeteci olduğumu, şehidimizle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Şehidin annesi açıklama yapmak istemediğini söyledi.
Mezarlıktan ayrılırken Azaya, “Kabul ederlerse şehidin ailesiyle görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine Aza, şehidin babasını telefonla aradı. “Gazeteci olduğumu, şehidin cenazesi hakkında haber yapmak için köye geldiğimi, şehidin ailesiyle de görüşmek istediğini” söyledi. Baba, beni kendi evine davet etti. Aza ile birlikte şehidin evine gittik. Aza dışarıda bekledi, ben evin içine girdim. Evde, Şehidin annesi, akrabaları ve komşuları vardı. Çok ağır ve çok üzücü bir ortam vardı. Baş sağlığı dileklerimi ilettim. Çok üzülmüştüm. Biraz oturduktan sonra zar zor konuşarak “Manisalı olduğumu, gazeteci olduğumu, şehidimizle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Şehidin annesi açıklama yapmak istemediğini söyledi.
Bir anne olarak ben de çok kötü olmuştum. Biraz oturduktan sonra tekrar başsağlığı diledim ve evden ayrıldım.
Dışarıda bekleyen Azaya şehidin babasının evde olmadığını söyledim. Aza, babanın okulda çalıştığını söyledi. Azaya “Müsaitse, Babası ile de görüşmek isterim” dedim. Aza, Şehidin babasını aradı. Baba bizi yanına davet etti. Biz Azayla okulun bahçesine gelmek üzereyken, şehidin babası motosikletiyle gidiyormuş, Aza görüp tekrar babayı aradı. Şehidin babası yanımıza geldi. Tanıştık. Başsağlığı diledim. “Allah’ın yazdığı kaderi böyleymiş” dedim. “Gazeteci olduğumu, cenazeyle ilgili haber yapmak istiyorum, bir şeyler söylemek ister misiniz?” dedim. Haber için özel bir açıklama yapmak istemedi. Ancak ayaküstü bir süre sohbet ettik. “Çok acılı olduğunu, kafasını dağıtmak için hemen işe başladığını, kendisini öyle avuttuğunu söyledi. Oğlunu nasıl yetiştirdiğini, nasıl birisi olduğunu, en son telefonla kiminle konuştuğunu” anlattı. “Çok üzüldüğümü, şehidimizin binbaşı olduğunu öğrendim” dedim. Baba, “Şehidin binbaşı olup-olmadığını bilmediğini, uzun zamandır görüşemediklerini” söyledi. Görüşme kısa sürdü. Tekrar başsağlığı dileğinde bulunarak şehidin babasının yanından ayrıldım.
Aza ile muhtarın kahvesine doğru giderken, doğal olarak yine cenazeyle ilgili sohbet ettik. Aza, cenazeye ilçe kaymakamı, ilçe belediye başkanı, bir milletvekili, siyasi parti ilçe başkanları, şehidin akrabaları ile köyde yaşayan vatandaşların katıldığını yeniden anlattı. Bir de Teşkilat Başkanı yazılı bir çelengin geldiğini söyledi. Şehidin MİT personeli olabileceği ilk kez burada aklıma geldi.
Muhtarın yanına geldiğimizde Azayla olan sohbette konuştuklarımızı Muhtar’la da konuştuk. “Cenazeye ilçe kaymakamı, ilçe belediye başkanı, bir milletvekili, siyasi parti ilçe başkanları, şehidin akrabaları ile köyde yaşayan vatandaşların katıldığını“ söyledi. Cenazede ‘Teşkilat Başkanı’ yazılı bir çelengin olduğunu Muhtar da söyledi.
(SORU: Muhtara Teşkilat Başkanı ne demek diye sordun mu? Hayır, sormadım. Çünkü aza gibi muhtar da bu yazının ne anlama geldiğini bilmediğini konuşmalarından anladım) Şehit “binbaşıymış” dedim. Muhtar da, “Yaşı çok gençti, binbaşı olamaz” dedi. Muhtar da, Aza da şehidin asker olup olmadıklarını bilmiyorlardı. Kafaları karışıktı. Muhtara, “telefonla görüşmemizde cenazede fotoğraf çekenler oldu, demiştin. Çekilen fotoğraflardan bana bulabilir misin?” dediğimde Muhtar bu isteğime pek istekli gibi durmadı. Ben de ısrar etmedim.
Köyden ayrılırken Aza, “Akhisar merkeze gideceğini, isterse beni bırakabileceğini” söyledi. Beni merkezde bir noktaya bıraktı. Muhtar veya Aza ile görüşmemde “bu MİT Şehidi mi?” şeklinde veya “cenazeden bana fotoğraf bulmaları” konusunda herhangi bir ısrarım olmadı. Şayet böyle bir ısrarım olsa, Muhtar ve Aza bana mesafeli dururlardı. Aza beni Akhisar’a götürmeyi teklif etmezdi.
Muhtara “Şehit MİT mensubu mu?” diye bir soru sormadım ve bu konuda ısrar etmedim. Şayet Muhtara “Şehit MİT mensubu” olduğu şeklinde ısrar etseydim, Muhtar Şehitle ilgili paylaşımları hemen kaldırma yoluna giderdi. Oysaki ifademin alındığı 05.03.2020 tarihinde Muhtarın paylaşımları halen açıktı ve silinmemişti. Daha sonra paylaşımlarını silmiş.
Telefonumun şarjı azaldığı için telefonumu şarj etmek istedim. İndiğim yerde küçük bir açık hava müzesi vardı, daha sonra lazım olabileceğini düşünerek girip birkaç fotoğraf çektim. O sırada bir gazeteci abim (Murat Çorlu) whatsapptan aradı. Akhisar’da olduğumu söyledim. “Hazır oradayken belediye başkanı ile de bir röportaj yapmak için görüşebilir misin?” diye sordu. Belediye basın bürosundaki yetkiliyi tanıdığımı onunla görüşebileceğimi söyledim. Daha sonra bir kafeye oturarak telefonumu şarj ettim. Yaklaşık yarım saat sonra kalktım. Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci’yi önceden tanıyordum. Ancak telefonu bende kayıtlı değildi. Basın Bürosuna gittim. Eren yoktu. Eren’i sorunca, “Bir program için belediye başkanıyla çıktığını” söylediler. Basın bürosundakilere şehit cenazesiyle ilgili açıklama, fotoğraf vs olup olmadığını sordum. “Biz bilmiyoruz, Eren cenazeye katılmıştı, Eren bilir” dediler. Telefon numarasını basın bürosundan alarak Eren’i aradım. Programa yeni gittiklerini öğrenince çok kısa konuşabildim. Eren’e daha sonra kendisini arayacağımı söyledim. Basın bürosundan ayrılarak Manisa’ya döndüm.
Bu araştırmam sonucunda şehidin MİT personeli olduğunu öğrendim. İnternette yaptığım araştırmada şehidin adı, soyadı, fotoğrafı, MİT’te çalıştığı, Libya’da şehit olduğu, ‘Teşkilat Başkanı” yazılı çelengi, cenazenin vatandaşlarca taşındığı, cenazeye katılan belediye başkanı, milletvekili, siyasi parti ilçe başkanlarının katıldığı fotoğrafları gördüm. Özellikle muhtarın paylaşımlarının altında yüze yakın yorum, fotoğraf ve cenazede çekilmiş kısa bir video gördüm.
Gerek internette yaptığım araştırmada, gerekse muhtarla, azayla ve şehidin ailesiyle yaptığım görüşmelerde; cenaze töreninde fotoğraf çekilmemesi, görüntü alınmaması, cenazeye katılanların fotoğraflarının çekilmemesi, ilgisiz kişilerin cenazeye katılmaması gibi herhangi bir tedbirin alınmadığını, bu konuda herhangi bir engelleme kararının da olmadığını gördüm. Eğer cenazede tedbir alınsaydı veya şehitle ilgili haberlere erişimin engellenmesi kararı olsaydı, sosyal medyada gördüğüm paylaşımlar yapılmazdı, yapılanlarsa kaldırılırdı diye düşündüm.
Bunun üzerine Köy camisinden kaldırılan cenazeye kaymakamından belediye başkanına, milletvekiline, ilçe siyasi parti temsilcilerine, köy halkına kadar yüzlerce insanın katılmış olması, MİT’in çelenk göndermesi, cenaze töreninde fotoğraf çekilmemesi, görüntü alınmaması gibi cenazede herhangi bir tedbir alınmaması veya hiç kimseye herhangi bir ikaz yapılmamış olması, sosyal medyada 19 Şubat 2020 tarihinden beri yapılan paylaşım, fotoğraf ve haberlerde açıkça MİT personelinin kimliği, görevi, defnedildiği yer, cenaze törenine katılanlar, fotoğraf paylaşımları ve haberleri de göz önünde bulundurarak cenazenin gizlilik içerisinde değil, herkesin katıldığı açık bir cenaze olduğuna ve şehit MİT personelinin haberini yapmamda bir sakınca olmayacağına kanaat getirdim.
Akşamüstü Akhisar Belediyesi Basın Bürosu Görevlisi Eren Ekinci’yi aradım. Önce gazetecilikle ilgili sohbet ettik. Belediye Başkanıyla bir haber yapmak istediğimi söyledim. Daha sonra “Akhisar’daki Libya şehidinin cenazesine katılıp katılmadıklarını” sordum. Belediye Başkanı ile katıldığını söyledi. Muhtarla, Azanın anlattığı gibi kaymakam, milletvekili ve siyasi partilerin ilçe başkanlarının cenazeye katıldığını, Eren’de askeri bir tören yapılmadığını söyledi. Fotoğraf çekip çekmediğini sordum, birkaç fotoğraf çektiğini söyledi. “Bana gönderir misin?” diye sordum. Evde olduğunu ertesi sabah belediyeye geçtiğinde gönderebileceğini söyledi.
Akhisar Belediyesi Basın Bürosunda görevli Eren Ekinci ile konuşmanın ardından Barış Pehlivan’a mesaj yazarak cenazenin detaylarını anlattım. Asker olarak bildiğim şehidin aslında MİT personeli olduğunu sosyal medyadan öğrendiğimi, askeri bir tören yapılmadığını, cenazeye ‘Teşkilat Başkanı’ yazılı bir çelengin gönderilmiş olduğunu, kaymakam, belediye başkanı, bir milletvekili ve ilçe siyasi parti temsilcileri ile şehidin akrabaları ve köylülerle birlikte yaklaşık 350-400 kişinin katıldığını, cenazede görüntü alınmaması, fotoğraf çekilmemesi için herhangi bir tedbir alınmadığını, Akhisar Belediyesi Basın Bürosu ile görüştüğünü, Basın Bürosunca da cenazede fotoğraf çekildiğini, bunları ertesi sabah Basın Bürosu Görevlisinden alarak kendisine gönderebileceğimi” söyledim. Barış Pehlivan’da “Haberi fotoğraflarla birlikte beklediğini, Bizden önce başka birilerinin haberi yapıp yapmadığını” sordu. Ben de “İnternette yaptığım araştırmada sosyal medyada yüzlerce yazı, fotoğraf ve haberlerin olduğunu, yine internette yaptığım araştırmada sosyal medya haricinde Akhisar’daki şehit cenazesi ile ilgili yapılmış herhangi bir haber görmediğimi” belirttim.
O akşam sosyal medyadan birçok fotoğraf indirdim. Özellikle Muhtarın paylaşımının altında cenaze ile ilgili yüze yakın fotoğraf ve çeşitli yorum vardı. Teşkilat Başkanı yazılı çelengin fotoğrafını ve şehitlere ait vesikalık fotoğrafları, şehit cenazesinin vatandaşlarca taşındığını gösteren fotoğrafları sosyal medyadan indirdim. Haberi hazırladım. Hazırladığım haberin amacı Şehidin kimliği, çalıştığı kurum ya da görevi değil, Şehidin Manisa’da defnedilmesi ve cenazede resmi tören yapılmamasıydı.
03 Mart Salı günü sabahı Akhisar Belediyesi Basın Bürosunun görevlisini aradım. Fotoğrafları göndereceğini hatırlattım. Bir süre sonra bana Şehidin cenazesinin akraba ve köylülerince taşındığı bir fotoğraf ve Teşkilat Başkanı yazılı çelengin fotoğrafını gönderdi. (SORU: Eren Ekinci ifadesinde, protokol fotoğrafı ve şehidin cenazesinin vatandaşlarca çekildiğini gösteren iki fotoğraf gönderdiğini, bunlardan protokol fotoğrafının haberde kullanılmadığını söyledi. Bu çelişkiyi giderir misiniz? Ben Eren Ekinci’den cenazenin taşındığı fotoğraf ve Teşkilat Başkanı yazılı çelengin fotoğrafını aldım. Protokol fotoğrafını almadım. Şayet alsaydım, muhtemelen haberde kullanmazdım. Şayet çok önemli kişiler katılmamışsa, protokol fotoğrafının haber değeri olmaz. İyi ki de protokol fotoğrafı gelmemiş ve iyi ki haberde protokol fotoğrafını kullanmamışım. Bu fotoğraf kullanılsaydı herhalde Savcılık “MİT’in üst düzey görevlilerini deşifre ettim diye bu kez herhalde çok daha ağır şekilde cezalandırılmamı isterdi.) Basın Bürosu Görevlisinden aldığım iki fotoğrafın benzerleri sosyal medyada yer alıyordu. Ancak birebir aynısı yoktu. Bu durumu da gönderdiğim haberde Barış Pehlivan’a belirttim. Benim bu açıklamam nedeniyle bu iki fotoğrafa Odatv logosunun konduğunu düşünüyorum. Daha sonra Akhisar Belediyesi Basın Bürosundan temin ettiğim iki fotoğrafı, şehidin mezarlığında çektiğim fotoğrafları ve sosyal medyadan indirdiğim diğer fotoğraflarla birlikte haber metniyle birlikte Barış Pehlivan’a gönderdim. Sabah saatlerinde gönderdiğim haber aynı gün akşamüstü yayınlandı. (SORU: şehidin mezarından çekilen fotoğraflarda Odatv logosu kullanılmamasının nedeni neydi? Bu sorunun cevabını Barış Pehlivan daha iyi bilir diye düşünüyorum. Ancak şehidin cenazesine saygısızlık olmaması için logonun konulmadığını sanıyorum.)
Yaşanan olaylar bu şekilde olmuştur. Ben, Şehidimizin Manisa’da defnedilmesini ve resmi tören yapılmadığının haberini yaptım. Yaptığım iş gazeteciliktir. Haberi hangi gözle, hangi bakış açısıyla okursanız okuyun, bu haberin yalnızca ve yalnızca Şehidimizin Manisa’da defnedilmesini ve resmi tören yapılmadığına ilişkin olduğu açıkça görülmektedir.
Bu haberin “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak, yayınlamak, yaymak, MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa etmek” amacıyla hazırlandığı iddia etmek makul, mantıklı ve hakkaniyetli değildir.
Soruşturma savcılığı iddianamede; MİT personelinin şehit olduğunu, kimliğini, doğum ve ölüm tarihini, fotoğrafını, yaşadığı köyün adını vb bilgileri paylaşım yapanları MİT mensubu olduğunu bilmeden yaptıklarını gerekçe göstererek haklarında suç isnadında bulunmamaktadır. Biraz önce anlattım. Ben de; haberde yayınlanan ve “vatandaşlarca cenazenin taşındığını gösteren fotoğrafta MİT mensuplarının olduğunu” bilmiyordum ve bilmem de mümkün değildir. Üstelik, biraz önce belirttiğim gibi yazmış olduğum haberde “bu fotoğrafta MİT mensuplarının olduğu/olabileceğine ilişkin herhangi bir iz, ima, emare vs herhangi bir şeyde bulunmamaktadır. Eğer, MİT mensubu olduğunu bilmeden paylaşım yapanlar hakkında suç isnadı yapılmıyor/yapılamıyorsa, benim için de suçlama yapılmaması gerekir diye düşünüyorum.
Sonuç olarak; MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim iddiası doğru değildir. Yaptığım gazetecilik işi, İddianame de, gizli, gizemli, suç işlemek amacıyla yapılmış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bu iddialar doğru değildir. Şehidin cenazesinde çekilen fotoğraflar gizlice çekilmemiştir. Haberde kullanılan iki fotoğraf Akhisar Belediyesi Basın Bürosundan temin edilmiştir. (Bunu Savcılık da doğruluyor, ama yine de suçlama yapmaya devam ediyor.)
Cenazenin vatandaşlarca taşındığını gösteren fotoğraflar haber yayınlanmadan önce sosyal medyada mevcuttu. Cenazenin taşındığı fotoğraflarda cenazeyi taşıyan köylüler ve şehidin akrabaları görülmektedir. Bu fotoğrafa iddianamede iddia edildiği gibi MİT Mensuplarını deşifre etmek amacıyla haberde yer vermedim. Cenazenin vatandaşlarca taşındığını gösteren fotoğrafı haber değeri olduğu için kullandım.
Bu fotoğrafa lütfen dikkatlice bakın. Bu fotoğrafta sadece ve sadece cenazeyi taşıyan köylüler görünmektedir. Odatv’de haberi okuyan okuyucu da, sıradan basit bir vatandaş da bunu böyle görür. Bu fotoğrafa bakarak “burada MİT personeli de var” görüşüne ve kanaatine varmak makul, mantıklı, etik ve hakkaniyetli değildir.
Benim bu fotoğrafa bakarak, bu fotoğrafta MİT personelinin olduğunu tahminine ulaşabilmem imkânsızdır. Şayet; cenazeye MİT personelinin de katıldığı gerekçesiyle, şehidin cenaze töreninde fotoğraf, görüntü alınmayacağı, cenazeye tanınmayan kişilerin katılmayacağı şeklinde açıklamalar yapılsaydı veya bu yönlü tedbirler alınmış olsaydı ve sosyal medyada yer alan yüzlerce fotoğraf, haber, yorumlara erişim engellenmiş olsaydı, bu durumda “Evet, bu fotoğraftakiler arasında MİT personeli de olabilir” diyerek bu fotoğrafı kullanmazdım.
Haberin içeriğine bakıldığında, cenazenin taşındığı bu fotoğrafta MİT personelinin de bulunduğunu çağrıştıracak herhangi bir iz, işaret, ibare vs hiçbir şey bulunmamaktadır. Eğer cenazenin köylülerce taşındığını gösteren bu fotoğrafla MİT personelini deşifre etmek amacım olsaydı, haberin içeriğinde de “cenaze şehidin mesai arkadaşları tarafından taşındı” “cenazeye MİT personeli de katıldı” gibi ibareler veya imalarda olurdu. Haberde böyle bir şey var mı? Yok. (Haberde olan şey, “cenazenin vatandaşlarca taşınması”dır.)
Yani “Bu fotoğrafta MİT personeli var” diye deşifre eden ben değilim, tabi doğruysa, bu deşifreyi Savcılık yapıyor. Suçlanan ben oluyorum. Bu suçlama adil ve hakkaniyetli değildir.
Teşkilat Başkanı yazılı çelenk haberin yayınlandığı 03.03.2020 tarihinden çok önce sosyal medyada yer almıştır. Bu fotoğrafın haber değeri vardır. Şehidin mezarına ait fotoğraflar yine haberin yayınlandığı 03.03.2020 tarihinden çok önce sosyal medyada yer almıştır. Bu fotoğrafların da haber değeri vardır. İddianamede Akhisar Belediyesi Basın Bürosundan aldığım fotoğraflar gizlice yapılmış bir iş gibi gösterilmektedir. Uygun görürseniz bu konuyu da açıklamak isterim. Basın Bürolarının görevi; sorumluluk alanlarında meydana gelen olay ve gelişmelerle ilgili gazetecilere bilgi vermek ve gazetecilere yardımcı olmaktır. Bu nedenle yerel gazeteciler görevlerini yaparken, basın bürolarından haberle ilgili bilgileri ve fotoğrafları alırlar. Benim yaptığım da budur.
20 yıllık gazeteciyim. Daha önce de defalarca şehit cenazesi haberi yaptım. Hazırladığım haberde; şehidin kimliğini, ailesini, görevini ve diğer MİT personelini deşifre etmedim. Haberde çok özenli ve dikkatli bir üslup kullandım. Eğer deşifre amacım olmuş olsaydı, şüphesiz çok farklı bir haber hazırlardım ve çok farklı cümleler kullanırdım. Şehidin ailesinin ve akrabalarının incinmemesi için hem haber öncesi görüşmemde, hem de haberi hazırlarken çok dikkat ettim.
Ben yalnızca gazetecilik yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım. Tekrar ediyorum. Haberin amacı “Şehidimizin Manisa’da defnedilmesi ve şehidimize hak ettiği resmi törenin yapılmaması”dır. Suç teşkil eden herhangi bir fiilim yoktur. Suç işleme niyet ve kastım bulunmamaktadır. Suç işlediğime inanmıyorum. (Yalnız ben değil, beni tanıyan, olayı inceleyen vicdanı olan ve makul akla sahip hiç kimsenin de benim suçlu olmadığım konusunda hemfikir içerisinde olduklarını biliyorum.)
Ben de herkes gibi, bu suçlamanın Odatv’nin “fincancı katırlarını ürkütmesi” nedeniyle yapıldığını düşünüyorum. Umarım yanılırım. Mahkemenizden tutukluluğumun kaldırılmasını ve beraatimi talep ediyorum.”
Üye hakim: Pehlivan’a gönderdiğini haber içeriğinden değişikli var mı?
Kılınç: Yok.
Üye hakim: Fotoğraflara kim karar verdi?
Kılınç: Ben gönderdim, onlar koydu fotoğrafları.
Pehlivan Orwell’ın sözlerini hatırlattı
Kılınç’tan sonra Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan savunmasına başladı.
Pehlivan’ın savunması şöyle:
“Sayın Başkan, Değerli Üyeler… Bundan yüzyıllar önce, dünyanın birçok yerinde mahkumlara azap çektirme törenleri yapılırdı. Kişi önce halkın önünde suçunu itiraf eder, sonra vücudu dört ayrı ata çektirilerek parçalanır, yakılır, kül hale getirilirdi.
Neyse ki artık modern hukuk sistemi var, rahat olalım değil mi? Ancak Sayın Heyet… Bu davanın soruşturma sürecinde yaşadıklarımızı düşününce benim aklıma hep o sahneler geliyor. Vücut yerine aklın, belleğin ve dolayısıyla gerçeğin nasıl parçalanmaya, nasıl yalan rüzgarında savrulacak kül haline getirilmeye çalışıldığını gördüm.
George Orwell’ın bir sözü var: “Geçmişi denetim altına alan, geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır.” Bizi bu sanık sandalyesine oturtanların temel motivasyonu da işte bu söz. O halde bana düşen; şimdiyi anlamak ve geleceğimizi kurtarmak için geçmişi doğru anlatmaktır. Bunu da yok etmek istedikleri aklımıza, belleğimize ve gerçeğe sahip çıkarak yapacağım.
Bundan 9 yıl önceydi. Yine tutukluydum. İlk duruşmaya günler kala, televizyonda bir son dakika haberi vardı. Kaşif Kozinoğlu ölmüştü. Kozinoğlu MİT’in Asya Bölgesi başmüşaviriydi. Hayatımda ilk kez televizyonda yüzünü gördüğüm Kozinoğlu, genel yayın yönetmeni olduğum Odatv’ye bilgi/belge sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı. Ve savunmasını dahi yapamadan, çok şüpheli şekilde Silivri’de hayata gözlerini yumdu.
O zamanki Odatv davasının sanıklarının ortak yönü; Fethullah Gülen’in ve örgütünün içyüzünü herkes korkarken deşifre etmesiydi. Bizleri içeri atanlara inat, kimlerin tutuklanacağının ABD’li diplomatlara önceden söylendiğini ortaya çıkaran “Sızıntı” adlı kitabı yazdık. Barış Terkoğlu ile o kitabı yazdığımızda 7 Şubat MİT Krizi bile daha yaşanmamıştı.
19 ay tutuklu kaldım, beraat ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra avukatlarımla birlikte savcılığa başvurduk ve şunu istedik: Bilgisayarlarımıza Kozinoğlu’ndan gelmiş gibi gizlice yüklenen MİT raporlarını kim koydu? Kozinoğlu’nu öldüren, bizlerin aylarını/yıllarını cezaevinde geçirmemize neden olan o MİT belgelerinin kimin tarafından hem evimize hem ofisimize girerek yüklenildiğini bulun, dedik. Bu şikayetimizin üzerinden yıllar geçti. Bulunmadı, belki de araştırılmadı bile…
Sayın Başkan, Değerli Üyeler….
9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanısıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti. Tarihin tekerrürüne bakın ki; o davada “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz?
Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri! Ne acı! Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum. Neyse ki; Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim?
Geleceğiz bugüne… Ama dedim ya; neden bugün burada olduğumuzun izi yakın geçmişte. Cezaevinden çıkınca tüm dünyada Fethullah Gülen’in izini sürdük. Afrika’dan Avrupa’ya onlarca ülkede Fethullahçıların nasıl bir casusluk örgütü kurduğunu ‘’Mahrem’’ adlı kitabımızda ortaya koyduk. Kitabımızdaki uyarıları dikkate almak yerine, satış sayfalarına ve reklamlarına mahkeme kararıyla yasak getirdiler. Biz yine gazetecilik yaptık, onlar yine hukuksuzluk.
Haklarını yemeyelim; ‘’Mahrem’’ kitabını örgütü anlamak için FETÖ davalarına delil olarak koyan savcılar da oldu bu topraklarda, bir nebze katkımız olduysa bu hain örgütle mücadeleye ne mutlu bize!
Israrla, TSK’daki Fethullahçılara Odatv’de dikkat çektik. Onlarca manşet yaptık. Bizi “Ordunun moralini bozuyorsunuz” diye eleştirenlere, komplo teorisi yapmakla suçlayanlara, davalarla korkutmalara rağmen, FETÖ’nün darbe girişimi hazırlığı içinde olduğunu yazdık. Bunu yıllara varan deneyimle ve gazetecilik yaparak görüyorduk.
Ve maalesef haklı çıktık. 15 Temmuz oldu. İsmimiz darbe sonrası infaz edilecekler listesinden çıktı. Şimdi tam burada bir virgül koyacağım… Ve bugüne geleceğim.
Sayın Başkan, Değerli üyeler… Size özet bir kronoloji sunacağım. Sunacağım ki, bize isnat edilen suçlamanın temelsiz olduğunu hep birlikte anlayabilelim.
Tarih: 03 Ocak 2020.
Resmi Gazete ’de yayımlanan kararla TSK Libya’da görev yapmaya başladı. Bu tezkerenin üzerinden 3 gün geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in yeni hizmet binasının açılışında canlı yayında konuştu. Onlarca TV kanalının 6 Ocak’ta yayınladığı bu açılışta, Erdoğan aynen şöyle dedi:
“MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor.’’ Böylece, ilk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını.
Tarih: 19 Şubat 2020
Libya’da şehitlerimiz olduğuna dair haberler sosyal medyaya fotoğraflarıyla birlikte düşmeye başladı. Aynı gün Manisa’daki muhtar Cemali Merter, şehidimizin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, cenazenin ne zaman nereye defnedileceğini ilk kez yayımlanan fotoğrafıyla herkese açık / herkes tarafından görülecek şekilde sosyal medyada paylaştı.
Yine aynı muhtar bir paylaşım daha yaptı. Hem kendi mahallesindeki şehidin hem de diğer şehidin farklı fotoğraflarını, üstünde “Libya görevi şehitlerimiz” yazan, isimlerinin-soyadlarının ve doğum tarihlerinin olduğu bir görsel paylaştı.
Tarih: 22 Şubat.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklaması yaptı. Aynı gün… Sosyal medyada şehitlerin isimleri, fotoğrafları ayrıntılarıyla defalarca paylaşıldı.
Tarih: 23 Şubat.
Şehitlerimizden diğerinin devre arkadaşları tarafından yapılan açıklamada, cenazenin nereye defnedildiği ve kendilerinin de katıldığı, cenazeden bir çelenk karesiyle duyuruldu. Hatta o ildeki cenazeye MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı iddiası haber sitelerinde yazıldı.
Tarih: 24 Şubat.
Bazı internet sitelerinde şehitlerin özgeçmişleri ve MİT’te ne kadar süredir çalıştıkları haberleştirildi.
Tarih: 25 Şubat.
İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ Meclis’te bir basın toplantısı yaptı. Milletvekili Özdağ, milyonlarca kişinin takip ettiği sosyal medya hesaplarında da yayımlanan açıklamasında; Libya şehitlerinin kimliklerini, MİT mensubu olduklarını, nasıl şehit olduklarını ayrıntılarıyla anlattı. Bu açıklama onlarca haber sitesinde ve ertesi gün de gazetelerde yer aldı.
Sayın Başkan Değerli Üyeler…
Şu ana kadar Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini / fotoğraflarını / memleketlerini / mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…
Sırasıyla…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.
İşte tüm bunlar bittikten, tüm bu saydığım bilgiler ve fotoğraflar alenileştikten, yani tüm bu içerikler milyonlarca kişiye ulaştıktan…
Tam 1 hafta sonraya gideceğiz. Ama öncesinde kısa bir bilgilendirme yapmalıyım.
OdaTv kadrolu editörlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dört bir yanında birçok gazetecinin gönüllü olarak emek vermesiyle 13 yıldır yayın hayatına devam ediyor.
Bir araya hiç gelmediğimiz birçok yerel muhabir, hem çok daha geniş kitlelere hitap ettiği için, hem yerel yayın organlarında haberlerine yer verilmediği için, hem de yandaş değil objektif gazetecilik yapıldığı için OdaTv’ye haber gönderir. Biz de o haberlerden uygun gördüklerimizi okurla buluştururuz.
İşte bugün sanık sandalyesinde oturan meslektaşım Hülya Kılınç da, Odatv’ye gönüllü olarak haber gönderen yerel gazetecilerden biridir. Kendisi Manisa’da deneyimiyle ve kaleminin namusuna sahip çıkmasıyla bilinen bir gazetecidir. Bir haber vesilesiyle, birkaç yıl önce internet üzerinden iletişime geçmiştik ama buluşmamız Çağlayan Adliyesi’ne nasip oldu. Hülya Kılınç, Manisa’da yaşanan ama tüm Türkiye’nin ilgilenebileceği haberleri bize gönderir, biz de değerlendiririz.
Şimdi… Ne demiştik? Libya şehitlerimize dair her bilgi ifşa olduktan 1 hafta sonrasındayız.
2 Mart Pazartesi sabah Hülya Kılınç’tan bir mesaj aldım. Hülya Hanım, Libya’da şehit olan askerlerimizden birinin Manisalı olduğunu söyledi ve cenazesine dair bir haberle OdaTv’nin ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu. Bakınız, Hülya Kılınç o anda şehidimizin sadece asker olduğunu düşünüyor ve bana da öyle iletiyor. Ben de ilgili haberi değerlendirebileceğimizi söyledim. Yani haberin Hülya Hanım tarafından hazırlanmasına başlama anında MİT yok gündemimizde. Amacımız sadece şehit cenazesi haberi yapmak.
Aynı günün akşamı Hülya Kılınç şehidin MİT mensubu olduğunu bana söyledi. Haberi hazırdı ama cenaze anından fotoğraf geleceğini belirtti. Ben de başka yerde yayımlanmayacaksa haberi ve fotoğrafı beklediğimi söyledim.
Ertesi sabah Yani, 3 Mart Salı sabahı Hülya Kılınç bana haber metnini ve fotoğraflarını attı.
Şimdi haberle hemen ilgilenmedim. Daha sıcak konular vardı gündemde. Akşama doğru haber metnini açtım. Şehit MİT mensubu olduğu için ilk olarak, açık kaynaklardan bir de ben teyit etmek istedim. Muhtarın paylaşımı dışında başka nerelerde isminin geçtiğini internetten arattım. Amacım, daha önce nerelerde alenileşip alenileşmediğini bulmaktı. Bu, benim habere dair yayın kararımı etkileyecekti.
Açık ismini Google’da arattığımda, milletvekili Ümit Özdağ’ın basın toplantısının haberlerini ve videolarını buldum. Yani o anda, haberi yayınlamadan önce şehidin fotoğraflarını, isim ve soyadını, nasıl şehit olduğunu, MİT mensubu olduğunu, cenazeden bazı görüntüleri ayrıntılarıyla birçok yerde haber olarak gördüm.
Sayın Heyet… OdaTv’de bugüne kadar yüz binlerce haber yayımladık. Bu nedenle birçok kanun gibi, MİT Kanunu’nu da biliyorum. Zaten haber öncesindeki bu ön ekstra araştırma da MİT Kanunu nedeniyleydi.
Ve en nihayetinde her şey bizden önce ifşa olmasına rağmen, şehidin ailesini düşünerek, onlara bir zarar gelmesin diye, cenazenin kaldırıldığı köyün ve mahallenin adını, mezarlığın adını, şehidin soyadını, anne ve babanın adı ile soyadını yayımlamadık. Tam da burada şuna dikkat çekmek isterim:
Odatv’nin yayımladığı ‘’Libya’da şehitlerimiz var’’ haberi değil. Bu, ‘’Libya’da şehit olanlar MİT mensubuydu’’ haberi de değil. Bu, bir şehidin cenazesinin haberi sadece. Şehidin asker ya da istihbaratçı olmasıyla ilgilenmiyorduk biz.
Kaldı ki benim bu haberi verirken özel bir açı bulmam gerekiyordu. Zira şehidin cenazesi 13 gün önce kaldırılmıştı. Haber gazetecilik terimiyle ‘’bayat görünsün’’ istemedim. O yüzden ‘’cenazeden kare bulduk’’ açısı vererek, habere ‘’güncellik’’ katmak istedim.
Bu nedenle cenazeden vatandaşların ve çelengin görüldüğü 2 karenin üzerine OdaTv imzası koydum. Ama asıl, Hülya Kılınç’ın kendi çektiği mezarlık karelerine ise, bize özel olmasına rağmen OdaTv imzası koymadım. Açıkçası, mezarın üzerine logo koymayı şehide saygısızlık olarak düşündüm. Ama… Ama’sını anlatacağım.
Önce evet, 3 Mart Salı akşamı haberi yayımladık Odatv’de.
Jet bir hızla, sabaha karşı haber müdürümüz Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç gözaltına alındı, tutuklandı. Bir gün sonra da sırtımda cezaevi çantamla geldiğim Çağlayan’dan Silivri’ye ben de gönderildim.
Ve şimdi aylar sonra karşınızdayız. Kafası karışık, suçlayayım derken bocalayan ve bu nedenle de her yerinden dökülen bir iddianame var elimizde. Savcıların bize yaptığı temel suçlama; ‘’MİT mensuplarını ifşa etmek.’’ Şehit cenazesi haberimizle bu suçu işlediğimizi iddia ediyorlar.
Biz de bu soruşturmanın başından bu yana diyoruz ki; ‘’Haberimizde ifşa yoktur. Bizden önce ifşa edilen bilgiler vardır. Bu yüzden suçtan da bahsedilemez’’ Savcılar da iddianame içinde bu savunmamıza yanıt veriyor: ‘’Şüpheliler soruşturmaya konu haberin zaten ifşa olmuş bir bilginin haberleştirilmesinden öteye gitmediği yönünde savunma yapmışlar ise de, haberde yer alan bilgiler ve fotoğraflar daha önceden ifşa olmuş bilgiler değildir.’’
Şimdi… Duralım.
Biz diyoruz ki; daha önce ifşa edildi! Savcılar yanıt veriyor; hayır ifşa edilmedi! Bir virgül… Hemen Türk Dil Kurumu’na (TDK) başvuruyoruz ve ifşa nedir, ona bakıyoruz: İfşa’nın sözlük anlamı şu: ‘’Gizli bir şeyi açığa çıkarmak’’ Güzel. O halde savcılar diyor ki: ‘’Ey Odatv! Haberindeki bilgiler ve fotoğraflar daha önce açığa çıkmamıştı, ilk sen yayımladın!’’
Aslında tam da bu tartışmayı yaparak, burada şunu da demiş oluyor savcılar: ‘’Daha önce ifşa edilmiş olsaydı suçsuzdunuz!’’ Güzel. Ama anlattım ya; MİT şehidine dair kimlik ve fotoğraflar dahil her şey bizden çok önce alenileşti. Savcılar başka bir şeye işaret ediyor olmalı. Evet, tam da bunu yapıyorlar. Savunmamıza yanıt verdikleri, okuduğum bölümün hemen altında… Bu davanın, diğer gazeteci sanıklarını suçladıktan sonra, Odatv’nin yaptığını iddia ettikleri ifşaya geliyorlar. Ve diyorlar ki: ‘’Odatv de, cenazeye katılan MİT mensuplarının görüntülerini yayımladı’’
İddianamede kalın harflerle ‘’ilk defa’’ diye vurgulayarak, ‘’bak işte, daha önceden ifşa olmamış bunlar, o yüzden suçlusunuz’’ diyorlar. Bakınız…
Meselenin bam teli burası.
Önce bir ara özet geçelim…
1- İddianamede bize yapılan asıl suçlama; şehit MİT mensubuna dair değil. Ki şehit MİT mensubuna dair içerikler alenileşmiş olmasına rağmen, biz ekstra hassasiyet gösterdik ve aileyi düşünerek bir haber yayımladık.
2- İddianamenin bizi asıl suçladığı nokta; cenazeden paylaşılan fotoğraf karesi. İddianamenin sonlarında, Barış Terkoğlu’na ait bölümde ‘’cenaze törenine katılan diğer MİT mensuplarının da deşifre edildiği bir adet fotoğraf’’ diyerek bunu işaret ediyorlar.
Bir parantez açmalıyım.
Evet, savcılar bizim savunmamızı doğruluyor kendi satırlarıyla ve ‘’ifşanın ifşası olmaz’’ ı kabul ediyor. Ama bu çıkmaz yoldan çıkmak için, bir çare arıyorlar.
Ve diyorlar ki… Anayasa Mahkemesi (AYM) 30 Aralık 2015’te bir karar verdi MİT Kanunu’na dair! Neymiş, peki o karar? Savcılar diyor ki… AYM ‘’daha önce ifşa edilmiş olsa dahi suçtur’’ diye karar verdi!
Peki bu doğru mu? Yani, AYM’nin gerçekten böyle bir cümlesi, iması, yorumu, kararı var mı? Açtım baktım, ilgili tarihteki karara… Yok. Sayın heyet! İddianame yalan söylüyor. Bunu nasıl yapabilirler; inanın aklım almıyor ama AYM kararında olmayan bir yorum yaratılıyor ve aslında suç yaratılıyor.
Yani… Özetle: İddianame istemeden de olsa kabul ediyor ki; ifşanın ifşası olmaz!
Bundandır ki; haberimizde şehit MİT mensubuna dair suç yok! O halde, geldik bir kare fotoğrafa….
Yani aylarca tutuklu olmamıza ‘’suç delili’’ olarak gösterdikleri kareye… Yani iddia makamının ‘’ilk defa’’ diyerek ‘’ifşa’’ suçlaması yaptığı, tabutun taşınma anına… Öncelikle şu garipliği açığa çıkaralım… İddianamede ne zaman fotoğraftan bahsedilse, savcılar sık sık şu iddiada bulunuyor: ‘’Gizlice çekildiği tespit edilen!’’ Haliyle bekliyorsunuz ki; o fotoğrafın ‘’gizlice’’ çekildiğine dair bir kanıt sunulsun.
İddianamede var mı böyle bir kanıt? YOK! MİT’in suç duyurusunda var mı böyle bir iddia? YOK! İstanbul Emniyeti’nin habere dair araştırma raporunda var mı böyle bir tespit? YOK! O halde… Savcılar neye dayandırıyor, o fotoğraf çekiminin ‘’gizlice’’ olduğunu? Nasıl olur da, bir küçük kanıt dahi ortaya koymadan ‘’tespit edildi’’ diye büyük laflar kullanılır? Kaldı ki… Odatv’nin suçlandığı o fotoğrafı çeken kişi belli mi; belli: Eren Ekinci.
Akhisar Belediyesi’nin basın biriminde çalışıyor. Cenazeye davet edilen belediyenin görevlisi olarak orada… Kendisi de bu davada sanık ve ne doğru ki tutuksuz. Peki… Şehidin naaşının ne zaman ve nereden kalkacağını hem şehidin hem de babasının açık adıyla, yetmeyip şehidin fotoğrafıyla ilk kez internette ifşa eden, bunu yaparken herkesi de cenazeye davet eden köy muhtarının tanık yapıldığı bu davada…
İldeki ve ilçedeki siyasi parti temsilcileri ile milletvekillerinin katılımının istendiği, hiçbir gizlilik önleminin alınmadığı, aleni yapılan bu cenazede… Yüzlerce kişinin katıldığı ve katılanların çektiği fotoğraf ile videoların internette dolaştığı bu gerçeklikte…
Fotoğrafı çeken kişiye ‘’o fotoğrafı nasıl çektin’’ sorusunun dahi savcılık tarafından sorulmadığı bu dosyada… Ben soruyorum:
Nasıl oluyordu da, bu kadar rahat ve bu kadar temelsiz şekilde ‘’gizlice çekildiği tespit edildi’’ cümlesi iddianameye konuyor? Maalesef, yanıtı da biliyorum. Bundan 9 yıl önce de yaşadım zira. O zaman da Fethullahçı savcı Zekeriya Öz, Odatv tutuklamalarına tepki gösterenlere ‘’açıklanamayacak deliller var’’ diyordu. Elbette öyle deliller yoktu.
Sözde ‘’gizlilik’’ katarak kumpasa inandırıcılık sağlanmaya çalışılıyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi… Peki… Evet, geldik burada tutuklu olmamıza gerekçe gösterilen fotoğrafa… Yani, iddianamede ‘’ilk defa’’ denilerek ‘’ifşa’’ suçlamasının yapıldığı tabut taşıma anına… Savcılar bu fotoğrafta MİT mensuplarının da olduğunu ifşa ediyor.
Evet, savcılar ifşa ediyor ve biz ilk onlardan öğreniyoruz bu bilgiyi. Bakınız, haberimizdeki cümle aynen şöyle: ‘’Akhisar ilçe kaymakamı Sabit Kaya, siyasi partilerin ilçe başkanları ve vatandaşların katıldığı cenaze…’’ Yani Odatv’deki haberde, cenazeye MİT mensuplarının da katıldığına dair bir ima dahi yok.
Ve keza, şu açıkça görülmüyor mu: Bizden çok önce ‘’ifşa edilmiş’’ bile olsa, açık kaynaklarda onlarca kez yer de alsa, Odatv’deki haberde… Şehidin soy ismi var mı? YOK! Nasıl şehit olduğu bilgisi var mı? YOK! Anne-babanın isimleri ve soy isimleri var mı? YOK! 110 mahalleye sahip Akhisar’da, cenazenin olduğu köyün/mahallenin adı var mı? YOK! Cenazeye ait video görüntüleri var mı? YOK!
İşte tüm bunları, daha önce ifşa olmasına rağmen yayınlamayan Odatv, içinde görevdeki MİT mensuplarının da olduğunu bilse cenazeden o kareyi yayınlar mıydı? Sadece hayatın olağan akışı içinde akıl yürütülsün istiyorum. Kaldı ki… Bakınız iddianamede Murat Ağırel’e ayrılan bölümde çok dikkat çeken bir nokta var. Savcılar Ağırel’i suçlarken aynen şu cümleyi kullanıyor:
‘’Şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmiş ise de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır.’’
Yani… Savcılar MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları aklıyor bu cümlesiyle… O halde… Gelin iddianamedeki o cümleyi sadece 2 kelime değiştirip, tekrar okuyalım:
‘’Cenazeye katılanların MİT mensubu olduğu bilinmeksizin veya beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmiş ise de, söz konusu paylaşımların hiçbirinde cenazeye katılanların MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, vatandaş olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır.’’
Sayın Heyet… Bakınız; savcıların kendi oluşturdukları suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanarak, bu tabut taşıma karesini yayınlamakta bir suç olmadığını anlatıyorum. Ve kaldı ki… Şehidin akrabası olduğunu beyan eden, 6 yıldır cenazenin kalktığı yerin muhtarlığını yapıyor olan, cenazeye herkesi davet eden kişi cenazeye katılanların MİT mensubu olduğunu bilmediğini iddia edecek ve bu davada tanık olacak…
Ama cenazeye siyasi parti temsilcileri ve vatandaşlar katıldı, diyen biz ise o cenaze fotoğrafındakiler arasında MİT mensubu olduğunu bilmemiz beklenip sanık yapılacağız! Böyle adalet olur mu? Biz tabut taşıma fotoğrafındakilerin MİT mensubu olduğunu ima dahi etmememize, hatta ‘’ vatandaş’’ dememize rağmen sanık olacağız…
Ama şehidin MİT mensubu olduğunu Hülya Kılınç’tan öğrendiğini ileri süren muhtar, bunu öğrenmesine rağmen MİT mensubunu fotoğrafıyla, ismiyle, ailesiyle, yaşadığı yerle ilk ifşa eden o paylaşımını silmeyecek; bizler tutuklandıktan çok sonra paylaşımını kaldıracak ve tanık olacak! Böyle adalet olur mu?
Sayın Başkan, Değerli üyeler… İddianamenin en son sayfasına gelelim. Orada size hitaben ‘’Netice-i talep’’ bölümü var. Savcılar tüm iddianamede bize yönelttikleri suçlamaları bir paragrafta özetlemek istemişler. En nihayetinde ne ile suçlanıyormuşuz, o paragraftan okuyalım:
‘’Bu deliller doğrultusunda Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı mensubu olan şehitlerin kimlik bilgilerinin ve dolayısıyla da ailelerinin kimlik bilgilerinin, çalıştıkları görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgilerin izah olunan biçimde yayımlanmak, yayılmak ve açıklanmak suretiyle 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 27/3. fıkrasında tanımlanan suç ile TCK’nın 329’uncu maddesinde tanımlanan ‘Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama’ suçlarını tüm şüphelilerin işledikleri anlaşılmıştır.’’
Sayın Heyet, dikkatinizi çekerim: ‘’Görevdeki MİT mensupları’’ demiyorlar iddianamenin sonunda… Şehit MİT mensubuna dair suçlama yapıyorlar. Şimdi iddianamenin ortasına mı, yoksa en sonundaki Netice-i Talep’e mi inanacağız? Her ne olursa olsun… Burada satır satır, tüm suçlamaların yersiz olduğunu, Odatv’nin haberinde hem şehit MİT mensubuna hem de görevdeki MİT mensuplarına dair hiçbir suçun işlenmediğini anlattım.
Bakınız… Çok basit bir denklem var: Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı, bu haber yapılmayacaktı. Keza, Odatv’de diğer MİT şehidinin cenaze haberi yok. Zira, o şehirde muhabirimiz yok. Bu bile, bizim MİT mensubu ifşa etme gibi kastımız/planımız olmadığının, sadece gazetecilik saikiyle hareket ettiğimizin kanıtıdır.
Peki… Suç ile fiil arasında olması gereken zorunlu bağ bu davada yokken… Neden tutukluyum/tutukluyuz? Çünkü; fiilden ziyade failin hedef alındığı bir dava bu.
Öyle ya: Yoksa, haberden haberi dahi olmayan Barış Terkoğlu niye sanık bu davada? Bakınız… Bu kanun yürürlükteyken… Başka MİT mensuplarının cenazelerinden onlarca karenin yayımlandığı haberleri size göstereyim…
Bakınız… MİT Başkanı’nın oğlunun düğününden görüntüleri televizyonların nasıl yayınladığından örnekler göstereyim.
Bakınız… MİT mensuplarının fotoğraflarını, görevlerini de yazarak devletin valisinin dahi nasıl paylaşımlar yaptığının örneklerini göstereyim…
Pehlivan’dan sonra savunma yapmak için Barış Terkoğlu kürsüye geldi:
Sayın Başkan, Sayın Heyet;
Öncelikle şunu söylememe müsaade edin. Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam savcısı değil, sanığı olmayı tercih ederim. Bunun bir sebebi var. İnsan ancak kafasını kaldırıp ufka baktığı zaman dünyanın yuvarlak olduğunu görebilir. Ben de istikbale baktığımda bu davada verilecek mücadelenin, ülkemin adaletine katkıda bulunacağını ve yargının çürümüş dallarının budanmasına vesile olacağını görüyorum. Emin olun, bu baş aşağı duran fotoğraf düzeldiğinde, bu iddianameleri yazanlar kendilerinden öncekiler gibi işledikleri günahlarla anılacak! Ancak biz; bir fikirde, bir kelimede, bir harfte yaşamaya devam edeceğiz.
Sayın Hâkimler…
Biz, Odatv’nin gazetecileri, bu mahkemede sanık olmadan önce yıllarca böyle yaşadık. İktidar içindeki çetelerden beslenen sürülerin hakaretleriyle, tutuklayın çığlıklarıyla, ölüm tehditleriyle terbiye edilmeye çalışıldık. Sonumuzun El Kaidecilerin Charlie Hebdo dergisini katletmesi gibi olacağını söyleyen kamu görevlileriyle bile karşılaştık. Nihayetinde katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu.
Bundan dolayı dert yandığımı sanmayın. 1871’de kendi vatanının yandaş medyasında hain ilan edilen Victor Hugo, “insanın kendisine yapılan saldırıları okuması kendi dışkısını koklamasına benzer” diyor. Ben de içinde benden bir şey de olsa bu kokuyu sevmediğim için okumuyorum. Bu nedenle bir gazeteci uyarmasaydı fark etmeyecektim.İktidar içindeki çetelerin bir tetikçisi, bizim hapishane ile uslanmayacağımızı, Alman Devleti’nin Kızılordu Örgütü’ne yaptığı gibi, hapishanede katledilmemiz gerektiğini söylüyordu. Ne güzel fikir özgürlüğü! Katledilmiş bir kamu görevlisinin cenazesini haber yapmak müebbetlik, gazeteci katletme propagandası serbest!
Uzağa gitmeyelim. Bu hikâye bana Almanya’yı değil, bizden birini, Mithat Paşa’yı hatırlattı. Mithat Paşa bizim büyük bir reformcumuzdur. Halen hayatımızda olan Ziraat Bankası da meslek liseleri de onun eseridir. En önemlisi, Mithat Paşa demek Meşrutiyet demekti, Anayasa demekti. Yıldız Sarayı’nın bahçesinde çadır mahkemesi kurdular, hükmüne idam yazdılar. Yapamayınca hapishanede gardiyanlarına boğdurdular.
Bunu şu nedenle anlatıyorum. Çadır mahkemesinde mahkeme reisi Mithat Paşa’ya “iddianameyi nasıl buldun” diye sorunca, Mithat Paşa “iki mahalini doğru ve sahih buldum” dedi. İki noktasını doğru bulmuştu. Biri başlangıçtaki besmele, öbürü sonundaki tarihti. Mithat Paşa “geri kalan yerleri yalan, yanlış ve tutarsızdır” diyordu.
Bir Mithat Paşa geleneği. Ben de bir iddianameyi elime alınca önce başına ve sonuna bakarım. Kendim için de öyle yaptım. Ve dedim ki “başı da sonu da yalan, yanlış ve tutarsız”.
Ayrıntılar geliyor…