Tarihin meşhur ‘kaynayan kurbağa’ anlatısı, günümüz Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin içinde bulunduğu durumu en iyi şekilde tasvir eden örneklerden biri
Meryem Özgün/Analiz
19. yüzyılda yapılan biyolojik deneylerin konusu olan fakat yıllar içinde bir halk hikayesine dönüşen “Kaynayan Kurbağa” anlatısı özellikle zamana yayılan olguları oldukça sade bir şekilde anlatır: Kurbağayı kaynar suya birden atarsanız, reaksiyon gösterir ve hemen kendini kurtarmaya çalışır. Fakat soğuk suyla doldurulmuş bir tencerenin içine kurbağayı atıp ardından kısık ateşte ısıtırsanız, kurbağa fark etmeden suyun içinde haşlanır ve ölür. Sıcaklığı fark etse de artık iş işten geçmiş olur. Bu anlatı, yazının esas konusu olan günümüz Irak Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) içinde bulunduğu durumu en iyi şekilde tasvir eden örneklerden biridir. Kuşkusuz KBY, soykırıma varan büyük bedeller ödeyerek, Federe Kürdistan topraklarında Kürt halkının elde ettiği kazanımların bir yansımasıdır.
Neredeyse 100 yıla yakın bir süre zarfında önce İngiliz yönetimine, ardından da Baas rejimine karşı sergilenen halk savaşı ve direnişin önemi de bu tarihsel kazanımlar açısından yadsınamaz. Fakat tüm bu görkemli mirasa rağmen KBY’nin oluşum sürecinde etkili olan devletlerarası çıkarlar ve bunların tüm Kürdistan parçalarında yarattığı sorunlar, günümüz Kürt mücadelesinin en can alıcı taraflarını oluşturmaktadır. Diğer parçalara sunabileceği olumlu katkıların önüne geçilmiş ve buna ek olarak özgürlük mücadelesi için çaba sarf eden hareketlere karşı kullanılan bir Kürt iktidarından bahsetmekteyiz. Tüm bu tartışmayı daha açıklayıcı bir hale getirmek için kısa bir tarihsel yolculuk yaparak, günümüzün Kürt ve Kürdistan çelişkilerini analiz etmeye çalışacağız.
Federe Kürdistan oluşumu
KBY’nin oluşumuna tarihsel olarak zemin hazırlayan ilk gelişme, 1991 Nisan’ında Amerika merkezli uluslararası koalisyon güçlerinin desteğiyle Federe Kürdistan hava sahasının Saddam rejimine ait uçakların saldırılarına kapatılmasıyla başlamıştır. Bu gelişmenin ardından, 1992’nin Haziran ayında KBY kurulmuş ve 4 Temmuz’da 15 kişilik ilk Bakanlar Kurulu oluşturularak, kurumsal çalışmalara başlanmıştır. KBY oluşumu her ne kadar Kürt halkının tarihsel olarak mahrum olduğu uluslararası tanınma ve statü sorunları için kısmi bir iyileşme durumuna işaret etse de, varlığının uluslararası güçlerin çıkarları ve desteğine bağlı olması, yine Kürt halkı adına yeni problemlerin de doğuşunun habercisi olacaktı.
Zira KBY’nin aldığı kararlarda uluslararası güçlerin yönlendirmesi hiçbir zaman gözardı edilemeyecek, oldukça hassas bir nokta olmuştur. Bugün de devam eden bu etkininin ilk icraatı ise PKK ve İran Kürdistanı’ndaki güçlere karşı olmuştur. Söz konusu karar; PKK’nin Federe Kürdistan’dan çıkarılması, İran Kürdistanı’ndaki güçlerin Federe Kürdistan’dan İran’a yönelik eylemlerinin engellenmesi ve kamplarda toplanarak marjinal kılınmasıydı. Daha şaşırtıcı olan ise bu kararın parlamentonun 1992’de çıkardığı ilk kararlar arasında yer almasıdır.
Kürdü Kürde kırdırtma
KBY’yi oluşturan partiler kendi iktidarlarını kurmak uğruna Kürtlerin Türkiye ve İran’daki mücadelesini feda ederken, KBY’nin temel taşlarının sakat bir şekilde kurulmasına sebep olacaklardı. Adeta bir Truva atı gibi KBY, Federe Kürdistan dışındaki tüm Kürtlere karşı kullanılacak ve Kürdü Kürde karşı kırdırtmanın da temelleri atılacaktı. Öte yandan KBY’nin kuruluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmemişken, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) arasında her iki tarafa da kan kaybettiren bir paylaşım ve iktidar savaşı başlayacaktı. Bu yüzden KBY fiilen Hewlêr (Erbil) ve Süleymaniye merkezli iki ayrı yönetime bölünecek ve yine uluslararası güçlerin müdahalesiyle 1998’de Washington’da her iki taraf arasında bir ateşkes anlaşması imzalanırken, 2002’de parlamento yeniden birleşecekti.
KYB’nin ikili yapısı
KBY’nin ikili yapısı resmi olarak olmasa da fiilen halen devam etmektedir. Bu ikili durumun yarattığı etkinin en görünür hali ise Hewlêr merkezli KDP iktidarı altındaki bölgenin Türkiye’nin işgal ve sömürüsüne, YNK iktidarının hüküm sürdüğü Süleymaniye merkezli bölgenin ise İran’ın sömürüsüne açık olmasıdır. Fakat bugün Kürdistan’ın üç parçasında Kürt halkına karşı aktif bir savaş politikası yürüten Türkiye’nin özellikle KBY ile ilişkileri askeri-istihbari, sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan daha detaylı bir şekilde incelenmelidir. Bu inceleme boyunca okurların daha bütünlüklü bir tartışma yürütebilmesi ya da Kürdistan meselesine yönelik arayışların güçlenmesi adına bazı soruları öne çıkarmak yararlı olabilir.
Karşılıklı bağımlılığın ötesine geçmiş tek taraflı bir dışa bağımlılık içinde yaşayan herhangi bir siyasal yapının ulusallığından bahsedebilir miyiz? Federe Kürdistan’ın bağımsızlığını Kürdistan’ın bağımsızlığından ayrı düşünmeyen herhangi bir siyasal yapı, niçin diğer üç parçanın özgürleşmesi için mücadele eden Kürt hareketlerini gayrimeşru olarak değerlendirir? Türkiye Kürdistanı’nda faaliyet yürüten bir KDP üyesi için ulusal çıkarlar ya da bağımsızlık olgusu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin Kürt halkına karşı sergilediği topyekûn imha politikası karşısında temel öncelikler neler olacaktır?
Askeri ve istihbari işgal
PKK dağlarda silahlı mücadeleye başladığı günden beri Türkiye, Federe Kürdistan coğrafyasına dönük, kapsamı ve yoğunluğu değişse de sürekli olarak askeri operasyonlar gerçekleştirmektedir. İlk operasyon, 1983’te Baas rejimi ve Türkiye arasında imzalanan görece dar kapsamlı bir sınır güvenliği anlaşması çerçevesinde olmuştur. 15 Ekim 1984’te anlaşmanın kapsamlı genişletilerek; eğer ülkelerden herhangi birine karşı “isyancıların” saldırı olursa, her iki ülkeye de sınırın 5 kilometre içerisine girebilecek şekilde sıcak takip ve kapsamlı askeri operasyon yapabilme hakkı -4 yıllık süre zarfı içinde- tanınmıştır. Türkiye’nin 1983-88 yılları arasında Federe Kürdistan’a yönelik saldırılarında, PKK bahanesiyle tüm Kürt devrimcileri hedef alındı. Bu dönemde KDP Genel Başkanı Mesut Barzani’nin bir gazeteye verdiği röportajda, Türkiye’nin askeri operasyonlarının Kürtlere karşı bir “işgal saldırısı” olduğunu vurgulaması ve bu saldırılara karşı Kürtlerin ulusal birliğinin önemine değinmesi oldukça çarpıcıdır.
1988’de anlaşmanın sona ermesinden itibaren Bağdat ve Ankara arasında “güvenlik protokolü” yenilenmemiş ve Türkiye’nin askeri operasyonları duraksamıştır. Aynı süre zarfı içinde önce Kürtlere karşı Enfal Soykırımı’nı ve ardından Kuveyt’in işgalini gerçekleştirilen Saddam rejimine uluslararası güçler tarafından müdahale edilmesiyle Federe Kürdistan topraklarını da kapsayan 5 Nisan 1991 tarihli “uçuşa yasak bölge” kararı bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu kararla birlikte Amerika merkezli “Çekiç Güç” operasyonu uzun yıllar boyunca Federe Kürdistan savunmasını sağlayacak ve ayrıca bu operasyonun tüm lojistik akışı Türkiye’nin kontrolünde gerçekleşecekti. Tüm bunlar KBY’nin kuruluşuna olanak sağlamakla birlikte Türkiye’nin Federe Kürdistan coğrafyasındaki varlığı için de yeni bir dönemin işareti olacaktı.
Federe Kürdistan’a yerleşme
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin Federe Kürdistan’a dönük operasyonları yeniden hız kazanmıştır. Fakat bu operasyonların 1980’li yıllardan farklılaşan bir karaktere sahip olduğunun altı çizilmelidir. Kademeli olarak KDP’nin iktidarı altındaki Behdînan bölgesinden başlayarak, bir bütün olarak Federe Kürdistan’a yerleşme politikası devreye konulmuştur. Yerleşme hamlesinin ilk adımı ise, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) 1991’de Barzani ailesinin evine yakın bir noktada, Hewlêre bağlı Mesifte bölgesinde kurduğu istihbarat birimidir. Ardından KBY’nin ve özelde KDP’nin onayıyla Duhok’a bağlı ve PKK güçlerinin bulunduğu alanlara yakın bölgelerde de MİT üsleri kuruldu. İstihbarat üslerini Bamernê ve Kanimasi’den başlamak üzere birçok yerde kurulan askeri üsler takip etti. Şimdiye kadar bilinen ve resmen açıklanan 30’u aşkın Türkiye’nin askeri üssü Federe Kürdistan Bölgesi’nde faaliyet yürütmektedir.
PKK güçlerinden kaynaklı karadan ilerleme sağlamayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), KDP’nin desteğiyle bu bölgelere üsler kurabilmesi askeri strateji açsısından oldukça önemlidir. Örneğin, adına “Pençe” ismi verilen operasyonlarda, son iki-üç yıldır Xakurkê’de yoğun tekniğe rağmen arzulanan ilerleme kaydedilemiyor. Ancak TSK, KDP’nin desteği sonucunda Bermize köyünde, Lêlikan ve Çiya Dêl’de yeni askeri üsler kurarak, PKK güçlerini aşmaya çalışmaktadır. Ayrıca yine son bir kaç yıl içerisinde, TSK Behdînan alanındaki etkinliğinin dışında Soran bölgesine de (Biradost) askeri üsler kurmaya başlamıştır. Buradan da Kandil ve Süleymaniye’ye uzanan yeni bir tampon hattının kurulması planlanmakta, böylece İran Kürdistanı sınırına kadar varmak hedeflenmektedir. Yine Zînî Wertê’ye KDP güçlerinin yerleşmesi de bu çerçeveyle bağlantılı olarak Türkiye’nin isteği üzerine gerçekleşmiştir. Gelinen noktada Pêşmerge Bakanlığı’nın en son açıkladığı bilgilere göre, TSK, Federe Kürdistan coğrafyasında 40 kilometre derinliğine kadar ilerlemiş durumdadır.
Siyasal hedef
Yine gazeteci Çetin Çetiner’in paylaştığı bilgilere göre, Hewlêr, Süleymaniye ve Duhok’ta 15 MİT üssü bulunuyor. Ayrıca MİT’in KDP’nin istihbarat örgütü Parastin’la birçok konuda ortak çalıştığı ve YNK’nin istihbarat örgütü Zanyari içinde bazı kişiler üzerinden operasyonlar yürütmeye çalıştığı iddia ediliyor. Tüm bu hareketliliğin temel amacı ise yıllarca savaş uçakları ve insansız hava araçlarıyla Kandil üzerinde yürütülen bombardıman faaliyetleri yeterince sonuç vermediği için operasyonların daha ileri bir aşamaya taşınmasıdır. Siyasal hedefler ise Neo-Osmancılık dış politikasının Kürdistan’a uyarlanması olarak betimlenebilir; Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılında Musul ve Kerkük de dahil olmak üzere Federe Kürdistan’ın tüm vilayetlerini yeniden işgal etmek. Önce askeri ve istihbari imkanlarla parça parça işgal edip, ardından işgal alanlara fiziksel olarak yerleşip kalıcı olabilme arzusunun arkasındaki temel bakış açısı budur.
Yarın: Federe Kürdistan’da ekonomi sömürü ve sosyo-kültürel boyutlar