Bu depremin en can alıcı sorusunu da depremin yaşandığı her yerde herkesin sorduğu “nerde bu devlet?” sorusudur. Aslında hepimiz uzun zamandır devletin toplumdan ve gerçeklerden uzak, sarayda olduğunu biliyoruz
Ebru Günay*
Adıyaman’da siyah demir kapılı bir evin önünden geçtik. Kapının yanında beyaz dolap kapakları ve beyaz örtüler vardı. Evin geniş bahçesinde, nerden edinip üzerine giydiği belli olmayan siyah, büyükçe mont giymiş yaşlı bir teyze vardı. Yaşlı teyzenin ardında ise ömrü boyunca belki de görebildiği büyük bir çaresizliğin yıkıntıları yükseliyordu. Enkazda çocuklar vardı ve sesler geliyordu.
Ne yapacağımızı bilemezken, kapının yanında duran beyaz örtülerin tül perde olduğunu ve perdenin içinde de ölülerin sarılı olup öyle yerde olduğunu fark ettik.
Acılarla kurduğumuz yakınlık uzaktan değil de acının tam kalbinde ise duygusu da sarsıcı oluyor. İnsanların avuçlarında kalmış sevdiklerinin cansız bedenlerini ne yapacağını bilememe duygusu ve telaşı ikinci bir şok yaşatıyordu. Nitekim bende de öyle oldu her seferinde…
Amed’de de aynı duyguyu yaşadım. Yıkılan bir binanın enkazına gittik. Genç bir kadınla göz göze geldim, geçmiş olsun dedim. Bir şey demeden bana sarılıp ‘annem öldü’ diyerek ağlamaya başladı. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Hissettiğim şey çaresizlik değildi ama ne olduğunu da tarif etmekte zorlanıyorum. Çünkü bakışların, sözlerin donduğu anlar var. O an sizin hayatınızın bir yerine de değer geçer. Sizi derinden yakalar, sarsar, hırpalar. Yapacak tek şey en fazla bir sarılmadır o an için. Buradayım, yanındayım, ben sana sen bana güven demektir en fazla.
Savaş aklının bedeli
Herkesin malumu, birçok şeyi değiştiren ve değiştirecek olan bir depremi yaşadık. Toplumsal ve siyasal etkileri depremin kendisi kadar sarsıcı oldu. Yıkıcı etkilerini ne yazık ki zaman içerisinde daha net göreceğiz ve yaşayacağız. Fakat bu geçen kısa süre içinde bile, alanda görüştüğümüz, dinlediğimiz birçok kişinin ifade ettiği üzere felaketlere felaketler eklenmişti.
En hafifinden çocukluğunuzun geçtiği evin yıkıldığını, sokağın yok olduğunu, yaşadığınız şehrin tanınmadığını düşünün. Anıların gitmesi, hafızanın yarılması en zor şeydir.
Bir yakınını kaybetmeyen ya da enkazdan sağ çıkanların bile enkaz başlarında yıkılan evlerine bakıp, içinden çıkan küçük bir eşyaya dokunup ağladıklarına şahit olduk.
Ağladığı şeyin ne olduğunu sadece onlar biliyor.
Adını net koyalım, yaşamını yitiren onlarca canın sebebi elbette ki deprem değildi. AKP-MHP iktidarının ihmalkarlıkları, rant ve talan politikaları depremde yaşamını yitiren her bir insanımızın katlinin sebebidir
Suyun, ekmeğin ve çadırın bulunmaz olduğu bir ortamda yaşanılan insanlık dramını anlatmaya kelimeler yetmez. Her enkazda yürekleri yakan derin izler bırakan acılar yaşandı. Adını net koyalım, yaşamını yitiren onlarca canın sebebi elbette ki deprem değildi. AKP-MHP iktidarının ihmalkarlıkları, rant ve talan politikaları depremde yaşamını yitiren her bir insanımızın katlinin sebebidir. Doğayı anlamak yerine doğaya savaş açan bir aklın yarattığı sonuçtur yakalandığımız. Afetler olur, ama afetlere önlem alıp almamak sorumluların işidir.
Depremde bile ayrımcılık
Ulaşılamayan köyler ve deprem alanları da düşünülünce olan biten ürkütücü.
Tüm bu kaotik ortamda fark edilen bir şey de ayrımcılıktı. Depremin etkilediği kentlerdeki inanç ve kimlik farklılıklarına da bakılınca bilinçli bir müdahale etmeme halinin olduğunu düşündürüyor insana. Alevi, Kürt ve Arap yurttaşların yaşadıkları topraklardan yüz yıllardır süren göçertme politikasına depremin bulunmaz nimet gibi gelmesi, barınma sorununun bilerek çözülmemesi ile göçertmenin hızlandırılıyor olduğu herkesin inandığı şey. Bu kişisel gözlem değil, gittiğimiz yüzlerce köy ve tüm alanlarda da bizlere de ifade edilenlerdir. İnsanlar ayrımcılığa uğradığını düşünüyor, aslında düşünmüyor, doğrudan yaşıyor bunu. Yardım edilmemesine dair başka türlü bir izahat getiremiyorlar. Afette bile toplum düşmanlığından vazgeçmeyen, ölüye dahi saygı göstermeyen, gömülme hakkını yadsıyan, molozların yükseltilerinden reklam filmi çeken, çocukların hayatı yerine master planlarını önceleyen AKP iktidarının yıkımlarını anlatmakla bitmez.
Bu devlet saraydadır
Depreme dair daha çok konuşacağız, konuşmalıyız da… İşin özeti şu; her şeyin göstermelik yapıldığı, devletin olmadığı; sadece gasp ve talana mahir olan bir AKP’nin varlığı her açıdan ifşa olmuştur. Bu depremin en can alıcı sorusunu da depremin yaşandığı her yerde herkesin sorduğu “nerde bu devlet?” sorusudur. Aslında hepimiz uzun zamandır devletin toplumdan ve gerçeklerden uzak, sarayda olduğunu biliyoruz. Bir kez daha saraydan ülke sorunlarına çözümün gelmediğini, yaraların sarılmadığını ve sarayın devletin kurumsal yapılarının içini nasıl boşaltıp bir yalanlar zinciri yarattığını, sarayda olanların saraya göre düşündüğünü, görünen hakikatin farkında olmadıklarını gördük.
İktidar, ekonomik krizle yoksullaştırdığı, üretim zincirine dahil etmek yerine sadaka verir gibi dağıttığı yardımlarla toplumu manipüle etmeye ve kendine bağlamaya çalışırken deprem anında da yine fırsatçılığa soyundu. Her felaketi fıtrat ve kaderle izah etmesi ve hemen sonrasında faillerinden ve neden olanlarından hesap sormak yerine hemen sadaka dağıtmaya başlamasındaki gaye, yaraları sarmak değil felaketlerin üstünü örtme çabası, failleri koruma arzusu ve en önemlisi iktidarını sürdürme isteğidir.
Toplumun özgücü
Depremde yaşadığımız büyük acılar, büyük yıkımlar, büyük kayıplar hepimizi derinden sarsıyor. Yıkıma sebep olan iktidarın, devletin, içi boşaltılan kurumların, toplumu kendi sorunlarına çözüm üretmekten uzaklaştıran mekanizmaların gerçekliğiyle yüzleşmek zorundayız, benzer ve daha büyük acılar yaşamamak için. Her şeye rağmen iktidarın çürüttüğü bu düzene teslim olmayan bir toplumsal gerçekliğe sahibiz. Bunu da deprem bölgelerinde gördük, tanık olduk ve yaşadık. Bu toplumda insanlık değerlerinin, demokratik bilincinin derin ve köklü olduğunu deneyimledik. AKP iktidarının tüm baskı ve tekçi dayatmalarına karşı ve bu yıkım ortamına rağmen hepimize umut olan tek şey toplumsal dayanışmanın gücü ve büyüklüğüydü. Özellikle HDP’nin öncülük ettiği dayanışma ağları her yere ilk ulaşan, ilk olarak sistemli müdahaleyi yapıp, yardımları karşılayanlar oldu. Bunları öylesine ‘politik’ bir araç üzerinden ifade etmiyorum. Bir vatandaş olarak gerçekliğinden şüphe etmediğim bir gerçeği dile getiriyorum. Çünkü dayanışmanın sağaltıcı etkisini çok iyi biliyoruz. Son otuz kırk yıldır sistematik bir şiddet ve yıkım döngüsü içinde yaşam stratejileri geliştirdik, büyük bedeller vererek. Dayanışma ve birlikte çözüm bulmanın, bu toprakların en kadim kültürü olarak bize yol gösterdiğine inanıyoruz. Yürüttüğümüz mücadele hattının, fikriyatımızın etki ettiği her yerde kendi öz gücümüzle başarma kültürünün topluma nasıl nüfuz ettiğini tekrar deneyimledik. Ve bunun ne kadar hayati bir kültür olduğunu da bir kez daha anladık. Hele hele deprem gibi hayati meselelerde devleti beklemenin hayatlarımıza nasıl mal olduğuna hep birlikte tanıklık ettik. Devlet aygıtına ve iktidara göre pozisyon almak ve ondan beklemek onarılamaz yıkımların adı oldu. HDP fikriyatının neden iktidarda korku yarattığı da bir kez daha ortaya çıktı. Herkesi kendine muhtaç, yine tüm farklılıkları yok etmeye çalışan iktidar politikalarına karşı dayanışma kültürünün, öz gücüne güvenmenin etkisi yeni yüzyılın kilit noktası. İşte bizi tek adam rejiminden kurtaracak yöntemin dili budur. Bu bakımdan yerinden yönetimi, mahalle meclislerini ve yurttaş derneklerini yeniden düşünmeli ve yaygınlaşması için desteklemeleriyiz.
Dayanışmaya kayyım!
Dayanışmadan, çözümden, yaşam yaratan pratiklerden korkuyorlar. Enkaz kaldırmaya gelmeyenler ilk iş olarak Pazarcık’taki dayanışma ve kriz merkezimize kaymakam, jandarma ile gelip kayyım atadı. Gönüllü arkadaşlarımızın ve dayanışma gösteren yardım severlerin emeğine ve yardımlarına çöreklenip, emeklerine konarak şovun derdine düştüler. Pazarcık Hasan Koca dayanışma ve köy evi aynı zamanda cemevine kayyım atandı. İnsanın aklı almıyor gerçekten, herkesin can derdinde olduğu ve birbirine ihtiyaç duyduğu bir zamanda kötülükte sınır vardır diye düşünüyor. Savaşlarda bile bazen taraflar durur ve acil bazı şeylerde ortaklaşırlar. Ama işte AKP iktidarının kötülüğünde sınır yok, yıkımında sınır yok, anlayışsızlığında sınır yok. Oradaki arkadaşlarımız 110 köye 200 tırla yardım götürdü. Kurtarma ve yardımda olmayan kaymakam gasp etmeye ve emeğe konmaya geldi. AKP iktidarının yönetme biçimi olan teklik, gasp ve talan; yardımlaşma ve dayanışmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz felaket zamanında da topluma dayatılıyor.
Bir lokma bir hırka geleneği
İktidar halkların yan yana gelmesini, toplumun birbirine dokunmasını istemiyor. Dünyanın hiçbir yerinde felaketler ve afet zamanı dayanışma ağları engellenmez. Daha önemlisi tek elden yapılması dayatılmaz. Gel gör ki bunların tek bildiği şey toplum düşmanlığı. Oysa bu topraklardaki yardımlaşma kültürünün geçmişi ve felsefesi bile tek başına yol gösterici. Bir elin verdiğini diğer elin görmediği, bir hırka bir lokma gibi geleneklere sahip olan geçmişin aidiyeti yerle yeksan olmuş durumda. Sadece maddi dünyamız değil manevi dünyamız da gasp ediliyor.
Sadece maddi değil manevi dünyamız da gasp ediliyor. Adıyaman’da bir amcanın dört cenazem var derken ağlaması iktidar için sıradan olabilir. Ama bizim için tarifi yok ve uğrunda her şeyi sil baştan kuracağımız bir serzeniştir o
Bu konuda ilk günden beri sahada olanlar olarak söyleyecek çok şeyimiz var. Elbette tüm bunları ve daha fazlasını konuşacağız. Adıyaman’da bir amcanın dört cenazem var derken ağlaması iktidar için çok sıradan, teknik bir mesele olarak görülebilir. Ama bizim için tarifi yok ve uğrunda her şeyi sil baştan kuracağımız bir bakıştır, serzeniştir o. Dokunduğumuz her yüreğin taşıdığı acının az da olsa hafiflemesi, yüzlere yansıması bizlerin en büyük umudu.
Bu umutla tüm felaketlere rağmen yeniyi dayanışmayla inşa edeceğiz.
*HDP Sözcüsü