Danimarkalı ünlü filozof Søren Kierkegaard; “Hayatı geriye dönerek anlar, ileriye dönük yaşarız” der.
Biz de önce “Milli Tarım Projesi” kapsamında içinde debelendiğimiz girdaba bir bakalım. Sonra yönümüzü belirleyip mutlu olmanın yolunu arayalım.
Başlayalım o zaman.
Meyve ve sebze yetiştiriliyor (!)
Tarla sebzecinin, arazi ve ağaçlar meyvecinin. İlaç, gübre ve mazotu sebzeci ve meyvecilere şirketler satıyor. Sebzeci ile meyvecinin ürünlerini tüccar ve sanayici alıyor, tüketiciye onlar ilk haliyle veya işleyip satıyor. Bu esnada iklimsel bir felaket yaşanırsa, meyveci ile sebzecinin ocağına incir ağacı dikiliyor. Anlayacağınız, risk çiftçinin, kazanç şirketlerin!
Buğday üretiliyor (!)
Üretim için gerekli tohumluk, üretilen üründen ayrılamıyor. Şirketlerden her yıl tohumluk satın alınıyor. Üretim sürecinde kullanılan gübre, ilaç ve mazotu şirketler çiftçilere satıyor… Elde edilen ürünün fiyatını belirleyip satın alan ve pazarlayan şirketler oluyor. Kısacası tarla çiftçinin, ama çiftçi kaygı ekip, keder biçiyor. Şirketler çiftçinin alınterinden havyar çorbası içiyor.
Hayvan yetiştiriliyor(!)
Hayvan yetiştiriciliği için gerekli damızlığı şirketler ithal ediyor. Hayvanı besleyecek yemin hammaddesi dışarıdan alınıyor. Hayvanları parazitlere karşı koruyacak ve tedavisinde kullanılacak olan ilaç ve sağlık gereçlerini şirketler sağlıyor.
Hayvanların özgürce yaşayacağı, otlayıp besleneceği, köylülerin ortak varlıkları olan meralar ellerinden alınıyor. Hayvancılık yapanlar ile doğa arasına yasalar ve politik tercihler ile granitten duvarlar örülüyor. Hayvanlar ait oldukları doğada yaşamadığı için imal ediliyor. Yani hayvansal üretim de fason!
Görüldüğü üzere, tarımsal üretim yapanlar, ne köylü ne de çiftçi. Üstüne toprağını da veren, kölelik koşullarına mahkum edilmiş işçi durumunda!
Bu arada iktidar ve muhalefet ne yapıyor?
İktidar çokuluslu şirketler için dikensiz gül bahçesi oluşturmakla meşgul.
Muhalefetin tarıma ilişkin ürettiği politikalar ise; desteği az verdin, çok verdin. Ürün fiyatı düşük, maliyet yüksek gibi tespit ve eleştiri çerçevedinde. Anlaşılacağı üzere muhalefetin sözleri avara kasnak gibi boşa dönüp duruyor. Bu arada volan kayışı bağlanmış kasnaklar her dönmede çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketlerinin kasasına tarımdan para taşıyor.
Peki ne yapılırsa, ne olur?
Şirket tarımının panzehiri küçük aile çiftçiliğidir.
Küçük aile çiftçiliği ise ortak varlıklar üzerinde var olur, yükselir. Dayanışma ile büyür, genişler ve insanileşir.
Köylülerin ortak varlıkları nedir peki?
Meralar, otlaklar, yerel tohum ve biyoçeşitlik (yerel flora ve fauna) köylülerin vazgeçilemez ortak varlıklarıdır. Üreticiler ortak varlıklara sahip kılınırsa, küçük aile çiftçiliği sayesinde, kimyasalsız üretim sistemine geçilebilir. Üretici ve tüketici, başbelası çokuluslu şirketlerden kurtulabilir.
Ancak o zaman halk sağlıklı ve besin değeri yüksek ürünlere erişebilir. Sular kirlenmez. Topraklar, toprak olmaktan çıkmaz. İklim krizi kimyasalsız üretime geçildiği oranda aşılır.
Yoksa; fason imalat devam eder, iktidar ve muhalefetin “faso fiso” sözleri sürer.