Gün geçmiyor ki ilginç, anlam vermesi zor bir açıklama, yorum duymamış olalım. Türkiye’de yapılan 24 Haziran seçimleri, birilerini fena halde şaşırtmış görünüyor. Öyle ki, her fırsatta bunu dile getirmekten, yapılan seçimler üzerine değerlendirme yapmaktan kendilerini alamıyorlar. Bu kesimler güya Erdoğan karşıtıdırlar, Erdoğan’ın ülkeyi bir diktatörlüğe doğru götürdüğünü söylüyorlar fakat icraata gelince sanki tüm bunları dile getirenler, onlar değilmiş gibi davranıyorlar. Bir yandan Saray’ın iktidarı uğruna, tek adamlık rejimi adına her şeyi yapabileceğini, her türlü oyuna başvuracağını söylüyorlar diğer yandan ise seçimler bir İskandinav ülkesinde yapılmış gibi yorumlara gidiyorlar. İyi, güzel de biz İskandinav ülkesinde olmadığımızı her gün daha fazla hisseder, yaşarken; bu yorumların sahipleri nasıl oluyor da bu gerçeklikten bihaber değerlendirmeler yapıyor, kamuoyunu ‘derin’ görüşleriyle ‘aydınlatıyorlar’.
Sadede gelelim. Seçim sonuçlarını, görece demokratik bir ülkede yapılmış gibi değerlendiren birçok yazar oldu. Bunlardan bir tanesi de ‘diktatörün’ koltuğundan ettiği bir genel yayın yönetmeni. Seçim sonuçlarını değerlendirdiği yazısında “HDP bölgedeki (Kürt illeri) kan kaybını iyi değerlendirmeli’’ diyor. Yazı sahibinin niyetine bakmıyoruz. Bizim ilgilendiğimiz, objektif gerçeğin neden bu derece görünmez kılındığı, bulanıklaştırıldığıdır.
Bilindiği üzere ani bir karar ile, 24 Haziran baskın seçim sürecine girmiş olduk. Seçim süreci başladığı ilk günden son güne kadar, iktidarın muazzam imkan ve olanaklara sahip olduğu, buna nazaran muhalefetin ise bu imkan ve olanaklardan deyim yerindeyse uzak tutulduğu bir süreç oldu. Yaklaşık iki ay boyunca görsel yayınlardan yazılı yayınlara, oradan internet medyasına kadar, genel olarak basın iktidar cephesine odaklanırken, muhalefet derdini anlatacak uygun bir mecrayı ne yazık ki, bulamadı. Öyle oldu ki muhalefet partileri meydanlardan TRT’yi, AA’yı günübirlik olarak eleştiren, hatta kapatmayı tartışan bir noktaya geldiler. Hemen her muhalefet mitinginin bir gündem maddesinin bu olduğu aşikar.
Ülkenin Saray tarafından görece ‘kabul edilen’ muhalefet partileri için durum böyleyken, Saray’ın kabul etmediği muhalefet için ise durum bambaşkaydı. Malum! Saray’a göre ‘HDP terörist bir parti, Eşbaşkanı da terörist başı’ olarak addedildi. Ve seçime çok kısa bir zaman kala, kamuoyuna yansıyan bir görüntüde; Erdoğan’ın bizzat kendisinin “HDP’yi sandığa gömün, bu parti barajı aşmamalı, aşarsa işimiz zor’’ dediği görüldü. Tüm bunlar güya ‘demokratik’ bir ülkede, var olan yasalarla kurulmuş bir partiye yönelik gelişen söylemlerdi ve bunun doğal bir sonucunun olacağını öngörmek zor değildi.
Bu düzeyde açıklamalar yapan Erdoğan’ın sandıktan ne çıkar diye meraklanıp, böyle bir beklenti içine girmeyeceği açık olmasına rağmen nedense, tüm bunlar göz ardı edilmekte ve seçimin açıklanan sonuçları üzerinden değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu kalem sahipleri günlerdir HDP’nin bölgede oy kaybettiğini söylüyorlar. Peki hangi veriye göre? O çokça eleştirdikleri Erdoğan’ın mutlak güdümündeki AA ve YSK verilerine göre. E, o zaman sormazlar mı? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Hem “Erdoğan diktatörlük inşa ediyor, her şeyi kendi denetimine almak istiyor, tek adam rejimi kuruyor’’ diyeceksin; hem de tüm kurallarını Erdoğan’ın belirlediği, baştan sona denetim dışı seçimlerini, objektif veri olarak kabul edip yorumlara gideceksin. Buna en hafif ifadeyle, söylediğini bilmeme denilir. Ağır bir yorumla ‘diktatöre’ teslim olmada denilebilir. Biz birincisi olduğunu düşünüyoruz. Ki buna da gaflet hali diyorlar. Yani bir yandan ‘diktatörlük var, faşizm kurumlaşıyor’ diyeceksin, diğer yandan ‘şurada, burada şu parti ne kadar oy kaybetti, ne kadar kazandı’ diyeceksin. Bilmeliyiz ki, bu yorumlar ancak, “diktatörün seçimine’’ biraz daha meşruiyet kazandırır, onu güçlendirir. Seçim sonuçları üzerinden yapılan bu tür yorumların tümü bu anlamıyla sadece ve sadece “Erdoğan demokratik bir ülkede demokratik bir seçim yaptı’’ algısını besler. Halbuki hakikat bu yorumları yapan dostların da gördüğü, bildiği gibi bunun tam tersidir. Bu ülke ne demokratiktir, ne de demokratik bir seçim yapmıştır. Demokrasi güçleri tüm saldırı ve engellemelere rağmen, seçimlerden büyük bir başarı- hatta zafer- ile çıkmıştır fakat bu yaşanan durumun sadece bir kısmıdır. İlk günden son güne kadar kurgulanmış, içerisinde bolca hile ve oyunun olduğu, bir ‘seçim’ süreci yaşanmış ve sonunda kurgu sahibi amacına ulaştığını sanarak, yeni bir iktidar ilanında bulunmuştur.
Fakat iktidarda olanların gözden kaçırdıkları ya da görmek istemedikleri önemli bir husus vardır: O da demokratik mücadelenin sandıktan ibaret olmadığı gerçeği. Sandıklar toplumların dönüşümünde yumuşak geçişlere aracılık ederler fakat bu araç işlevsiz kılındığında, sokakların öncülüğünde daha sert dönüşümler de mümkündür ve tarih bu tür örneklere fazlasıyla tanıktır.