Koronavirüs sürecince AKP iktidarının meşguliyeti, esas uğraşı baskıcı faşizan uygulamaları pekiştirme eksenli oldu. Virüsün etkileri küresel çapta hâkim olup da Türkiye’de virüs belirtileri ortaya çıktığında Tayyip Erdoğan ve ekibi bu durumu bir fırsat olarak gördüklerini kamuoyuna deklare ettiler. Neyin fırsatı olarak gördükleri artık kamuoyunun malumudur.
Gördükleri fırsat, insanlığa yararlı olabilecek bilimsel bir buluşu, virüse karşı bir buluşu ortaya çıkarma değil elbet, otoriter baskıcı uygulamaları gevşetme yönünde bir niyet ise hiç değil. Bu yönlü bir yaklaşımı gömmeleri çok oldu. Dışarıya yönelik yürüttükleri işgal ve savaş politikalarından bırakalım vazgeçmeyi daha da derinleştirme yönünde bir politika güdüyorlar. Yine bu süreçte ekonomik olarak fakir fukaraya destek sunma yerine halkta olanı halkın elinden alma uygulamasına girdi iktidar. Sırf bununla da kalmadı. Halka yardım eden belediyeleri, dayanışma ağlarını devlete yönelik paralel devlet olarak tanımlayıp önünü kesti, baskı uyguladı, banka hesaplarını iptal etti, yardım yapanları gözaltına aldı, sorguladı, tutukladı, üzerlerinde tam bir faşist uygulama geliştirdi.
İktidar salgına karşı tedbir ilanını yaptığı sürecin taa başında ilk icraat olarak 8 HDP’li belediyeye kayyum atayarak niyetini ve konseptini bariz bir biçimde ortaya koymuş oldu. 23 Mart sabahı Batman ile Diyarbakır’ın Silvan, Lice, Ergani, Eğil belediyelerinin de içinde olduğu 8 belediyeye kayyum atadı. Kürt halkına karşı, Kürt halkının sağlığına karşı, Kürt halkının iradesine karşı faşizan uygulamalara, sömürgeci uygulamalara bir yenisini böylelikle eklemiş oldu. Nimet dediği, fırsat dediği, Kürt halkının değerlerinin, iradesinin ve sağlığının gaspı oluyor.
İktidar cephesi bunu öyle bir heves içinde, öyle bir hezeyan içinde yapıyor ki iktidar temsilcileri, sözcüleri âdeta kendilerinden geçiyorlar. Bu cephe Kürtlere saldırmadığı zaman kendini takatsizlik, umutsuzluk, amaçsızlık içinde görüyor, sendroma giriyor. İç çelişkilerinin, başarısızlığının, tükenmişliğinin üstünü ancak böyle örtebiliyor. Bu saldırılar aynı zamanda faşizmi pekiştirme hamleleri oluyor. Faşizmi tüm Türkiye sahasında derinleştirmek, tüm toplumsal dinamikleri, demokratik dinamikleri saldırının hedefine alarak etkisiz kılmak istiyor.
Faşizmi pekiştirme hamlelerinde, uygulamalarında bir taraftan güvenlik güçlerini, yargıyı ve kurumsal bürokrasiyi kullanırken şimdi bunlarla yetinmiyor, bunlar yeterli gelmiyor artık. Bundan dolayı son dönemlerde ağırlıklı olarak milisleri harekete geçirdi. Sevda Noyan bu ayağın sembolleşen ismi oldu. Toplumsal araziye, toplumsal bedene serpiştirilmiş milis güçlerinin, tehdit güçlerinin, trollerin bayraktarlığını yaptı. Tabii başkaları da var. Bunu yapanların güvenlik bürokrasisiyle, iktidar temsilcileriyle, iktidar mekanizmasıyla iç içe olan kesimler olduklarına şüphe yok. İktidar bunlara sahip çıkmakta, korumada ve imkân sunmakta bir beis görmüyor. RTÜK Başkanı Sevda Noyan’ın konuşmasının çok büyütülecek bir konu olmadığını belirterek sahiplenmeyi alenen ilan etti. İktidar direkt kendisinin yapamadığı dile getirmediği şeyleri bu kesimler vasıtasıyla dillendiriyor ve yaptırıyor .
Türkiye’yi ekonomik olarak iflasa sürükleyen, dış politikada büyük bir çıkmaz yaratan, adaletsizlikte dünyada parmakla gösterilen bir iktidar ayakta kalmanın yolunu faşist uygulamaları pekiştirmede görüyor. Paramiliter güçleri, trolleri toplumun başına bela ederek, muhaliflerin üzerine salarak halkın, muhalefetin ve demokratik kesimlerin tepkisini böylelikle etkisizleştirmeye çalışıyor. Rejim bir taraftan milisleri ortalığa sürerken diğer taraftan meslek örgütlerine; barolara, TTB’ye, Mimarlar ve Mühendisler Odası’na yöneliyor. Üzerlerinde baskı kurarak, tehdit ederek, seçim sistemlerini değiştirmeye yönelerek ele geçirme veya dağıtma eksenli bir politika yürütüyor. Bu kurumlar iktidarın baskıcı faşizan uygulamalarını, politikalarını kabul etmedikleri için rejim bunları bir biçimde etkisizleştirmeyi konseptinin merkezine almış bulunuyor.
İktidar günlerce darbe yaygarasını yaptı, yaptırdı. Darbe yaygarası içinde 15 Mayıs’ta Iğdır ve Siirt il belediyelerinin de içinde olduğu 5 HDP’li belediyeye kayyum atadı. Bu belediyeler gelip darbe mi yapacaktı? İktidar her darbe söylentisini gündemleştirdiğinde ya bir yere, bir kuruma, bir kesime saldırı yapma, bir şeyler gasp etme peşinde ya da bir şeyleri halktan kaçırma, bir skandalın üstünü örtme planı peşinde. Bu sefer peşinde olduğu şey HDP’li belediyelere kayyum atamakmış. AKP iktidarının kayyum uygulaması 12 Eylül askeri rejiminin, askeri cuntasının dahi yapmadığı bir uygulamadır. AKP iktidarının HDP’li belediyelere kayyum atma politikası, Kürt halkına düşmanlık politikasından kaynaklanıyor. İnsanlık dışı, hak hukuk dışı gaspçı bir politikadır, bir faşist rejim politikasıdır.
Faşizmin hedefi tüm kesimler üzerinde hâkimiyetini kurmak, otoritesini hâkim kılmak. Türkiye’de bazı kesimler ve çevreler, “İktidar Kürtlerle uğraşıyor, bize fazla dokunamaz, bizim kendi konumumuza ve imkânlarımıza dokunamayacak” algısı içindeydiler, halen de bu algı içinde olan kesimler var. Bu algının, bu düşünme tarzının artık bir geçerliliği kalmamıştır. Faşizmin de kendine göre bir planı var, bir stratejisi var. Bazı çevrelere, bazı kesimlere bir dönem müsamaha gösterebilir, hoşgörü pozisyonu da sergileyebilir ama bir zamana kadar!
Faşizm, geliştiği tüm ülkelerde bu tür taktiklere başvurmuştur. Böylelikle çeşitli çevreleri yanılgı içinde bırakarak kendisine ve uygulamalarına karşı mücadele etmekten alıkoyabilmiştir. Temel başarısını bu politika üzerinde sağlamıştır. Faşizm kendisini kurumsallaştırdıkça, derinleştirdikçe, dokunamadığı ve üzerinde baskı kurmadığı kesim bırakmamıştır. Gelinen noktada Türkiye’de bu gerçek artık daha iyi anlaşılıyor ve görülüyor.
Faşizmin hamlelerine ve kendini pekiştirme taktiklerine karşı temel alternatif; demokrasi güçlerinin ortak buluşması, birlikte mücadele yoğunluğunu ve alternatifini ortaya çıkarmayla faşizm boşa çıkartılabilir. Türkiye’de devrimci demokratik mücadele geleneği ve yine Kürt halkının muazzam mücadelesi buna imkân sağlıyor.