Yeni yollar bulmak, yeni yollar açmak üzerine konuşalım diyoruz. Bu da mesele olarak önümüzde duran şeyleri, bütün detaylarıyla tanımlamadan mümkün olmayacaktır. Bir mesele olarak Kürt meselesi üzerinde yıllardır konuşuyoruz ve meselenin Kürt meselesi olduğunu biliyoruz. Meselenin tarafları üzerine daha çok Kürtler üzerinde yoğunlaşıyoruz. Kürt meselesinin çözüme ulaşamamasının ana nedeni 1923’te temeli atılan militarist yapının, 1960’dan sonra televizyon ve yazılı basın, 1990’lardan sonra ise medya ile tahkim edilmesi ve bu düzeneğin militarist, tekleştirici ve “Türk kimliği”ni imal etmesidir.
27 Mayıs sonrası, ‘Türk Kimliği’ yeniden inşaa edilirken, Türkiye’de, Adnan Menderes ve DP’ye karşı duyulan öfkeden dolayı, ordu toplumun değişik kesimlerinde bir umut haline geldi ve BAAS hareketlerine benzer siyasi arayışlar Türkiye’de de ortaya çıktı. Bu ortamda, sınıf hareketlerinin yükselişi Kürtleri siyaset içine kimliksiz biçimde çekmiş olmasına karşın ilerleyen zaman içinde Kürt siyasi hareketlerinin temellerini oluşturan katalizör rolü de oynadı. Sosyalistler, biraz resmi ideolojiyle çatışmamanın konforunu sürdürmek için, biraz da devrimden sonra zaten herkesin eşit olacağı fikriyle uzun süre Kürt sorunuyla yüzleşmekten kaçındılar. Ne var ki, Deniz Gezmiş’in idam sehpasında “yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” demesi asla öylesine söylenmiş bir söz değildi. İbrahim Kaypakkaya’nın resmi ideolojiyle giriştiği teorik, pratik mücadele sosyalistlerin ezilen ulusları anlaması açısından bilinç sıçraması yarattı.
Ulus dediğimiz şey üzerine çalışanların en fazla söylediği şeylerden birincisi, ulusun kapitalizmin toplumsal örgütlenmesi olduğu, ikincisi de ulusun kurgusal hissiyatlar üzerine bina edilmiş suni ve varsayımsal bir birliktelik olduğudur. Üçüncüsü de ulusun kökenlerinde aranan aryan ırkların aslında pek de aryan olmadığıdır, örneğin, bugün İngiltere dediğimiz Angleterrain, adı üstünde, kavimler göçü sırasında aktarılan Avrupa’nın Almanlarla alakalı kavimlerinden birisi olan Anglolardır, Britanya dediğimizde aklımıza gelen Brötonlar ise, hala Fransa’nın İngiltere’ye en yakın noktasında yaşayan Brötonlardır ve İngilizlere ata olduğu düşünülür. Lenin’in deyimiyle, Rus’u kazırsan altından Tatar çıkar, Türk’ün kökeni olduğu düşünülen Türkmen ise zaten Osmanlı için davar çobanı etrak-ı bi-idraktır. Türk milliyetçiliğinin kurucularının bir kısmı Mısırlı, bir kısmı Yahudi, bir kısmı Tatar göçmenidir. Ulusu oluşturan bireylerin köklerinin ne olduğu bizler için zaten ehemmiyetsiz bir konu. “Kürtlerin aslen Türk olduğu” ya da “Türklerin Türk olmadığı” anlamsız tartışması zaman kaybından başka bir şey değildir. Hem bilim, hem de dinsel anlatılara göre insan soyu küçük bir topluluktan yeryüzüne yayılmıştır. Genetik ve sosyal davranış benzerliği inkâr edilemez durumdadır.
Yıllarca Kürtlerin varlığını yok sayan ırkçı Türkçüler, dinsel, kültürel benzerlikleri öne çıkararak Kürtçeyi “kuşdili” olarak adlandırdılar. Belki abartılı kabul edilebilir ama “Kürt yoktur” diyerek inkârcılık yapanlar, “bin yıllık kardeşiz” diyerek Kürtleri susturmak isteyenlerden daha tutarlı durumdaydı. Kürt yoksa Kürdün hakkı da olmaz. Bin yıllık kardeş olan Kürt nasıl olur da hiçbir ulusal, kültürel hakka sahip olamaz? Dünün inkâr ve imhacıları varlığı kabul edilmiş bir ulusun hakları olacağını bilerek Kürtleri inkâr ettiler. Negatif anlamda tutarlıydılar. Dünyadaki gelişmeler ve verilen mücadele sonucu Kürtleri yok sayamaz duruma gelenler “Kürtler var ama hak isteyen bölücüdür” diyerek tutarsızlığın dibini boylamış durumdalar.
Tüm bu tartışmalar sürerken Türk kimliği üzerine yeni bir tartışma açma zamanı geldi, beki de geçiyor. Irkçı, inkârcı ve faşist olmayan Türk kimliği toplumsal alanda kendini var edebilir. Egemenler “Kürde dokunma yanarsın” dediklerinde, yanacaksak birlikte yanalım diyerek Kürt halkıyla kucaklaşan Türk kimliği kendini daha üst perdeden örgütleyebilir. Her ulusun eşit, onurlu biçimde birlikte ya da ayrı yaşama hakkını savunan, özgürlük ve demokrasi mücadelesini temel ilke edinmiş Türk kimliği, savaşsız, sömürüsüz ve özgür yaşamak için yeni yol açmanın anahtarından biri olacaktır. Barış tek taraflı olarak gelmez, çatışmanın sebeplerini ortadan kaldırdıktan sonra insanlığın ortak değerlerini yükselten her iki ulusun ortaya çıkardığı dinamikler üzerinden barış örgütlenebilir. HDP’ye demokratik bir ülkede yaşamak için oy veren Türkler; kayyumlar, siyasi cinayetler, köy boşaltmalar, kent boşaltmalar, militarist zorbalığın egemen olduğu siyasi atmosfere de hayır dediler. Ayrıca HDP’ye oy vermemekle birlikte demokrasi ve barış isteyen milyonlarca Türk ve çeşitli uluslardan vatandaşların varlığı bir sır değil. Egemen medya üzerinden sürekli şovenist propagandayla zehirlenen insanları uyarıp, uyandıracak Türk kimliğini egemenlerin çizdiği sınırların dışına çıkararak demokratik temelde yeniden oluşturmak Kürt ve Türk halkının eşit ve özgür olarak geleceği şekillendirmesi için yeni yollar açılmasını sağlayacaktır.