2019 yılının ilk günlerini yaşıyoruz. Yılın yoğun, mücadele dolu üç haftasını geride bıraktık. Dünyada ve Ortadoğu’da gelişmeler hız kesmeden devam etti. Egemenler toplumları, halkları boyunduruk altında tutmak için saldırılarını sürdürürken, halklar büyük bir direniş içerisinde yeni dönemi karşıladılar. Bu konumda yer alan halklardan biri Kürtler oldu. Geçtiğimiz yüzyılda dili, kimliği, kültürü, iradesi, bir bütün varlığı yok sayılan halk olan Kürtler bugün direnişin başını çeken halk konumuna geldiler. Başta Kürt halkı olmak üzere toplumsal kesimlerin yeni süreci direnişle karşılamaları anlamlıdır. Kapitalist modernitenin, sömürgeci faşizmin tüm saldırılarına, uyuşturma ve unutturma operasyonlarına rağmen toplumun direngen kesimlerinin varlığı anlamlıdır. Bunun bölgesel ve küresel düzeyde toplumsal ve siyasal sonuçları olacaktır. Mücadeleyi ve onun geleneğini bilenler açısından bu durum açıktır.
Türkiye’de faşizm kaçınılmaz sonun önü alınmak için geliştirildi. Ulus-devlet ve onun eski bölgesel dengelerinin varlığını korumaları artık mümkün değildir. Ulus-devleti ve onun küresel ve bölgesel düzeyde dengelerini oluşturan, koruyup yakın döneme kadar taşıyan güç kapitalist sistem ve onun hegemonik güçleri olmuştur. Şimdi kraldan daha kralcı kesilen sömürgeci güçlerin durumları bu bakımdan anlaşılmaktadır. Çok çırpınıp bağırıyor olmaları, sağa sola her yere koşacakmış gibi görüntü vermeleri bu durumun sonucudur. Eski ulus-devlet sistemleri artık bir çözüm modeli olmaktan çıkmıştır. Belki içerisinde bulunan zamanın koşulları itibariyle, demokratik kesimlerin yeni dönemin mücadele tarzını, onun gerektirdiği politik birlikteliği geniş tabanlara yayma görevini yeterince geliştirememesinden ötürü istenildiği ölçüde demokratik bir devrim bugünden gerçekleşmeyecektir. Ama bir dönüşümün gerçekleşeceği aşikârdır. Bu dönüşümün egemenlikçi zihniyetin, onun uygulamalarının sınırlandırılması şeklinde olacağı anlaşılmaktadır. Bu durum eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve kurtuluş ütopyaları açısından önemli bir adım olarak okunmaktadır.
Yakınçağda Fransız devriminden Bolşevik ve diğer devrimlere kadar gelişen süreç devrimin aleyhinde olmuştu. Hep geriye gidiş olmuştu ve süreçler çözülme ve yıkılmayla sonuçlanmıştı. Fransız devriminde eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin sağlandığı varsayıldı, süreç bu olguların sınırlandırılması şeklinde gelişti. 1871 direnişinde Paris şehrinin kurtarıldığı varsayılmıştı. Bolşevik devriminde sınıfların ve dolayısıyla sömürünün sona erdiği ilan edilmişti, süreç bu konuda gerileme ve dibe ulaşmayla sonuçlandı. Bu tarz bir gelişme diğer tüm irili ufaklı mücadele ve devrimler için de gerçekleşti.
Şimdi tüm bu süreçlerden çıkarılacak bir sonuçla tersi yönde bir gelişmenin gerçekleşmesi sağlanabilir. Gittikçe kendini genişleten bir formata ihtiyaç var. Suriye’de Rojava-Suriye denkleminde bunun somutluk kazanacağını şimdiden öngörmek mümkündür. Aslında bunun daha ileri bir aşaması Türkiye’de Bakur Türkiye denkleminde yaşanmaktadır. Fakat sistemin hegemonik güçlerinden destek alan AKP-MHP bloğu bunun görünür bir düzlem halini almasını engellemektedir. Böyle olunca mevcut durum Suriye’ye taşınmış gibi oluyor. Fakat bu taşınma gerçekleşirken denklem değişmektedir. Dengeler daha farklıdır ve Suriye’de devlet zemini daha zayıf bir durumdadır. Buna karşın demokrasi zemini, yani halkın öz yönetim iradesi daha güçlüdür. Türk devleti de esasında Suriye’de devlet zeminini güçlendirme çabasındadır ve tüm saldırı girişimleri bu amacı gütmektedir. Fakat halkların direniş eğiliminin ve bunda ısrarın esas alınması Türk devletinin bu amaçlarına bir set çekmiştir. Dikkat edilirse işgalin serenatlarını yapan bir durumdan dengelerin hesaplarını yapan bir duruma geldi. Oysa gerçekte dengeler değişmemiştir. Türkiye ABD’nin varlığını kendine bir engel olarak görüyordu. Oysa şimdi ABD Suriye’den çekileceğini beyan etmektedir. Demek ki esas olarak özgürlük güçlerinin sağladığı gelişme mevcut denklemi değiştirmiştir.
Türkiye’de ise faşizmin sınırları belli olmuştur. Mevcudun ötesinde bir gelişme yaşaması olası değildir ve zayıf bir konumda olduğu anlaşılmaktadır. İçeride siyasal anlamda yapacağı çok bir şey kalmamış gibidir. Sınırlar belli olunca saflar da görünür olmaya başladı. Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde Fazıl Say’ın konserine katıldı. Yakın bir döneme kadar Fazıl Say ülkeden ayrılacağını söylemekteydi. Ülke daha iyi bir konumda değildir, ama kişilerin, kesimlerin konumu değişmiştir. Gerçekler açığa çıkmakta, maskeler düşmektedir. Mozart’ın Hitler faşizmi karşısındaki yaklaşımından ne de çok geriye düşmeler olmuş. Çok yazık diyecektik eğer direniş olmasaydı. Ama her yerde direniş sürmektedir. Leyla Güven ve mevzi yoldaşlarının zindanlarda başlattığı direniş sürmektedir. Devletin çeşitli oyunlarla, formalite görüşmeler gerçekleştirerek eylemi kırmaya dönük hamlesi direnişçiler tarafından boşa çıkarıldı. Toplumsal güç henüz yeterince açığa çıkmamış olsa da Leyla Güven ve yoldaşlarının talebinin milyonların talebi olduğu bilinmektedir. Bu kararlılıkla faşizm kesinlikle yıkılacak, halklar kazanacaktır. Büyük bir toplumsal güç vardır. Bu güç mutlaka açığa çıkacaktır ve faşizmi yenecektir.