Hicri İzgören
Çok kültürlü bir toplumda kültürel yaşamın demokratikleşmesi, en başta bu farklı kültürlerin varlığının kabul edilmesi ve onlara gelişimlerini sürdürebilecekleri olanakların tanınmasına bağlıdır. Bu yüzden çok kültürlülük, çok kimliklilik ve çoğulculuk gibi kavramlar günümüzde gelişmiş bir toplum olabilmenin ve birlikte yaşayabilmenin kilit kavramlarından sayılıyor.
Bir insanın kültürü, içinde yaşadığı toplumun coğrafyasına, yaşam tarzına, kişilik özelliklerine ve daha birçok özellikleriyle ilintilidir. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade etme olanaklarının engellenmesi, doğanın tuvalindeki farklı renklerin ayıklanması anlamına gelir.
Ancak renk körü bir yönetim hala kavrayamadı bu gerçekliği. Kürtler ve Kürtçe bu toprakların gerçeğidir. Gerçeklerle yüzleşmek yerine hala yasaklar konuşuyor, türküler susturulmaya çalışılıyor.
Her dilde şarkı söylemek serbest fakat Kürtçe şarkı söylemek yasak. Sanatçıların konserleri ve tiyatro oyunları keyfi bir şekilde iptal ediliyor, dahası gözaltına alınarak korku salmaya çalışılıyor.
Oysa çoğulculuk esasına dayalı demokratik bir sistem, kültürel farklılıkları merkezileştirip kendi potasında eritmeye çalışma yerine, onları koruma, geliştirme ve tanıtmayı öngörür. Toplumsal kutuplaşma ve bunalımın yaşandığı bir ortamda en akılcı yol, farklı kimliklerin birbirlerini karşılıklı olarak kabul edebilecekleri yeni bir yapılanma gerçekleştirmektir.
Her insanın anadilini konuşması, anadilinde türkü söylemesi, ana sütü kadar helal bir haktır…Gibi bir cümleyi hala kurmak zorunda olduğumuz bir dönem bu.
Bu konudaki, demokratik ve evrensel tutum, kültürel çeşitliliğimizi toplumun ve bireylerin zenginliği olarak görmek ve değerlendirmektir. Böylesi bir tutum, bir arada yaşama bilincimizi de besleyip geliştirir.
Katı hale getirilmiş, merkezci tutumlar ırkçılığı palazlandırıp yayılmasına, toplum arasında anlaşmazlıklara ve çatışmalara zemin hazırlar.
Bu noktada bireylerin yeri geldiğinde bu tür devlet politikalarına eleştirel bir tavır takınması ve ‘öteki’lerle empati kurabilmesi, ulus-merkezci kültür anlayışını aşıp, demokratik, eşitlikçi bir anlayışa ulaşmayı kolaylaştırır.
Bu tür bir yaklaşım, farklı yaşam tarzları, farklı dünya görüşleri ve bunların adalet talepleri arasında herhangi birini yüceltmeyen ya da dışlamayan nötr bir adalet anlayışına ulaşmakla mümkündür.
Buna karşı duran bildik çevreler ise o köhnemiş yaklaşımlarıyla, insanların birbirlerini anlama umutlarını boğmaya çalışıyorlar.
‘Dil varlığın evidir.’ Bir insanı evinden süremezsiniz. Aslolan; ‘Bu toprakların hiçbir dili yasaklanamaz. Ana dilimin dışında bu ülkenin her dili benim de dilimdir’ diyebilmektir.
Değişik kültürler, çok kültürlü bir yapılanmada birbirlerini karşılıklı olarak zenginleştirir, yeni boyutlar ve nitelikler kazandırır. Ayrıca kültürlere birbirinden bağımsız ve serbestçe gelişebilmeleri, demokratik bir birliktelik, ortak bir gelecek oluşturabilmeleri için, sorumluluk ve olanak verilmesi gerekir. Çok kültürlülük kavramı çok kimliklilik ve çoğulculuk gibi tamamlayıcı kavramlarla bütünleştirildiği ölçüde anlam kazanacaktır.
Farklı olanın saklandığı, istenmediği ve ezildiği bir yapı yerine, farklılığın zenginlik sayıldığı ve bu yüzden korunması gerektiği gerçeği zihinlerde yer bulmadıkça, sosyal barışı ve hayatı tehdit etmeyecek bir çözüm gerçekleşmedikçe yara kanamaya devam edecektir.