Bazen mızrak çuvala sığmıyor. Tüm yalan-dolana rağmen,devletin tüm aygıtlarının tek ses olup bir olayı,bir katliamı,bir trajediyi örtbas etmeye yönelik çabalarına rağmen 26 yıl sonra da olsa gerçek ortaya çıkmış oluyor.
26 yıl sonra Anayasa Mahkemesi’nden tarihi bir karar çıktı: 1994’te Şırnak’ın iki köyünün askeri uçaklarca bombalanmasını yaşam hakkı ihlali saydı ve ekledi:“Zamanında müdahale edilse benzer yaşam hakkı ihlalleri önlenebilirdi.”
26 yıl önceki bir katliamdan söz ediliyor. 26 Mart 1994’te, TSK’ye ait uçakların bombalaması sonucunda Şırnak Uludere’ye bağlı Kuşkonar köyünde 25, Koçağılı köyünde 13 kişi olmak üzere 38 kişi yaşamını yitirdi. Birçok kişi yaralandı.
Ölen 38 kişiden, 24’ü çocuk, (Onlardan 7’si henüz bebekti.) Diğerleri ise-erkekler tarlada olduğu için-kadınlar ve yaşlılardı.
Köylerdeki tüm yerleşim birimleri yıkıldı, yardıma gelen kimse de olmadı. Köylüler ölülerini kendileri bulup defnetmek zorunda kaldı. Bombalamalar devam ettiği için Kuşkonar köyündeki cenazeler dinî vecibeler yerine getirilmeden toplu bir mezara gömüldü.
Cenazeden sonra köylüler, uzun yıllardır yaşadıkları köyleri zorunlu olarak terk etti.
O bebeler yaşasaydı en küçükleri 26 yaşında olacaktı… O çocuklar ki “Devlet dersinde öldürülmüştür.”
Sonrası, birçok olayda olduğu gibi mahkemelerin dar alanda paslaşmaları gibi gel-gitlerle olayın üstü kapatılmaya çalışıldı. Soruşturmada ilk kez 2 yıl sonra tanıklar dinlendi. Tanıklar, köye bomba atıldığını açık biçimde anlattı ancak benzer davalardaki gibi gerçeği saklayan, olayın üstünü örtmeye çalışan mahkemeler belgeleri saklayarak, davayı uzatarak zamanaşımına uğramasına çalıştılar.
26 yıl süren ve mahkemelerin türlü ayak oyunlarıyla oyaladıkları dosyanın serencamını anlatmak kitaplara sığmaz.
Dosya ile ilgili 1997’den 2004’e kadar hiçbir işlem yapılmadı. Katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, o dönemde dosyanın takipçisi oldu, davayı AHİM’e taşıdı. Elçi’nin öldürülmesinden sonra da avukat Neşet Giresun mücadeleyi sürdürdü.
Birçok aşamadan sonra geçenlerde Anayasa Mahkemesi köylerinin 1994’te askeri uçaklar tarafından bombalandığına, yaşamını yitiren 38 kişi ile yaralananların ve yakınlarının yaşam haklarının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verdi.
AYM, AİHM’nin 2014’te olayla ilgili verdiği ağır ihlal kararına rağmen, soruşturmada gerekli özenin gösterilmediğini, bu nedenle sorumlular cezalandırılmadan dosyanın zamanaşımı nedeniyle takipsizlikle kapatıldığını da belirledi.
Yüksek Mahkeme, bu durumun, benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesi açısından yargıya ait rolün zarar görmesine yol açtığına hükmetti ve kararına; “Zamanında müdahale edilse benzer yaşam hakkı ihlalleri önlenebilirdi” ibaresini de ekledi. Bu ibare en az gerçeklerin ortaya çıması kadar önemli bence. Adalet mekanizması bu cümleyle buna benzer daha birçok katliamın olduğunu söylemiş ve kabul eymiş oluyor. Cezasızlık olmasaydı benzer olaylara cesaret edilemezdi.
*
Bu olayda gerçekler ortaya çıktı ama sorumlular cezalandırılmadan dosya zamanaşımına uğrayarak takipsizlik hararı verildi.
Bu tür davalarda beklenen adalet de katlediliyor ceza alması gerekenler meçhullere karışıyor.
Cezasızlık insan hakları alanında kronik hastalıklardan biri haline dönüşüyor.
Böylece ‘zamanaşımı’ da yargı eliyle uygulanan bir cezasızlık yöntemi oluyor.
Bu türden olayların toplum tarafından doğru şekilde bilinmesi ve kavranabilmesine ihtiyaç var.
Gerçekleri örten örtülerde her an emre amade medyanın da ipliği var, sahibinin sesi kalemşorların da mürekkebi var.
İşte Roboski olayı orta yerde duruyor hala.
Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek bir yere varılamaz.
Geçmişle hesaplaşma, geçmişin eteğindeki taşları bir bir dökmesine tanık olma sürecidir. Bu süreç içtenlik ve ahlaki bir duruş gerektirir. Bu duruşu gösteremeyen ülkeler gerçek bir demokratik düzen kuramazlar.