Cumhurbaşkanı Erdoğan, gıda ve temel tüketim maddelerinin fiyatlarında gözlenen artışı ‘fahiş’ olarak tanımladı ve sorumlusu olarak da beş zincir marketi işaret etti. Erdoğan’a göre söz konusu marketler ürün fiyatlarını suni şekilde yükselterek enflasyonu tırmandırıyorlar.
Konu kaçınılmaz olarak tüketiciye yaranamamanın bedelini çok ağır ödeyen sosyalist ekonomiyi anımsamama neden oldu. 1986 yılında Sovyet Ermenistan’a ilk gidişimde bu konuda birçok örnek gözlemleme fırsatım olmuştu. Bunlardan biri çamaşır suyunun tüketiciye ulaşma haliydi. 500 litre kapasiteli tanker römorklarda satılan ürünün adı ‘Javel ispirtosu’ydu. İhtiyaç sahipleri evden getirdikleri şişe ve sair kap kacakla ihtiyaçları kadar çamaşır suyunu birkaç kuruşluk ücretle temin ediyorlardı. Türkiye’de benzer bir ürün ise, kendi değerinin çok üzerinde dört renk ofset baskılı bir ambalajla ve yine kendi değerinin çok üzerinde bir reklam kampanyasıyla, çok daha pahalı bir fiyatla tüketiciye sunulmaktaydı.
Tüketime şartlandırılmış toplumlarda ürünlerin satış fiyatı salt ürünün maliyetiyle değil, tüketicinin o ürünü satın alabilme kapasitesiyle belirleniyor. Yani 60 kuruşluk bir ürün maliyeti olan deterjan veya diş macunu gibi maddeler, devasa reklam kampanyalarıyla, cicili- biçili ambalajlarıyla gerçek değerinin çok çok üzerinde fiyatlarla tüketiciye ulaşıyor. Bu süreçte tedarik zincirinin son halkası olan marketlerin kârını tartışmaya açmak, soygunun gerçek boyutunu ıskalamaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
İşin bu açıdan ele alınması ise oldukça ciddi bir mesele. Küresel olarak kabul gören, daha doğrusu tüm ülkelere dayatılan iktisadi model ‘Serbest piyasa ekonomisi’ olarak tanımlanır. En yalın tabiriyle ‘satılabilirlik’ bu iktisadi modelin kilit ifadesidir. Fiyatlar, ancak insanların satın alabilme gücünü aştığında gerileyecektir.
Aynı denklemi konut veya işyeri kiraları için de kurmak mümkün. Mal sahibi mülkünü emlak komisyoncusunun önerdiği fiyat üzerinden kiralıyor veya satıyor. İstediği kadar fahiş olarak değerlendirilsin, eğer bu kirayı kabul eden kiracı bulunuyorsa, söz konusu meblağ artık fahiş değil rayiç bedeldir. Sürekli olarak gerçek değerleri pahalılaştıran bir sarmaldan söz ediyoruz. Talep sürdükçe arz edilen ürünün fiyatını denetim altında tutmak mümkün değildir.
Şu sıralar marketlerdeki fiyatların gündem olması tümüyle medyanın bu yöndeki yayınlarının sonucu. Oysa emeğiyle geçinen insanları kuşatan acımasız sömürü yaşamın her alanında kendini hissettiriyor. Geçmişte kamusal hizmet olarak değerlendirilen elektrik enerjisinin veya telekomünikasyon hizmetlerinin halka ulaşması artık özel teşebbüsün kâr dürtüsüyle sağlanıyor. Örneğin ödeme gecikmelerinde uygulanan ‘açma- kapama bedeli’ denen kalemin ikiye katlanmasının ne gibi bir gerekçesi olabilir?
Neoliberal kapitalizmin, yani vahşi sömürü düzeninin henüz hüküm sürmediği yıllarda Avrupa’da sendikal güç, orantısız zamlara karşı boykot çağrısı yapar, yapılan zammın geri alınmasını sağlayabilirdi. Şimdi ise sınıf bilincinin alabildiğine törpülendiği bir dönemde silkinmek için kuru ekmeğe muhtaç kalacağımız günleri beklemekten başka bir yol görünmüyor.