David Graeber’in ismi geçince birçok şeyi birden düşünmek gerekiyor. Çünkü öyle öğrendi, öyle yaşadı ve öyle de öğretti. Eyleyen ve sürekli kendini yenileyen bir hayat süren entelektüel kıtlığı yaşanıyor kaç zamandır. Bir yerden sonra birilerini duyarız ve yakınlık hissederiz. Ne yazsa okunacak, nereyi işaret etse bakılacak türden biri. Çünkü yaşamıştır düşündüklerini ve bunları saklamanın yersiz olduğunu bize göstermiştir.
Yakın zamanda David Graeber’in ‘Anarşizm-Lafın Gelişi’ kitabı Aryen Yayınları (Weşanên Aryen) tarafından yayımlandı. Çevirmenliğini Bengü Bade Baz’ın üstlendiği kitap, Graeber’in anarşist ahlak üzerine düşündüklerinin birçok alan üzerinden örneklerinden oluşuyor. Anarşizm-Lafın Gelişi Mehdi Belhaj Kacem, Nika Dubrovksy ve Assia Turquier-Zauberman ile Graeber’in konuşmalarından oluşuyor. Sohbeti de desek olur aslında.
Kitabın ilk sayfasını okumaya başladığınızda geçen konuşmalar, yapılan beyin fırtınaları sizi de dahil ediyor sohbete. Pek tabi kitabın ana konusu her ne kadar anarşizm ise de gündelik hayattan yakın dönemde gerçekleşen isyan ve eylemlere dek uzanıyor. Evet mevzu derin ama Graeber daha ilk sayfadan uyarıyor: “Kaçınmaya çalıştığım şey, anarşi üzerine bir tür otorite olarak röportaj yapmak.” Bunu dedikten sonra yapılacak konuşmaların ve düşüncelerinin anarşist ilkeler üzerine örgütlenmiş gruplara katılarak deneyimlediği anarşist uygulamalar hakkında bilgi paylaşmak olduğunu belirtiyor.
Graeber’in deneyimleri
Türkiye’de daha çok ‘Tırışkadan İşler’ kitabıyla bilinen Graeber aynı zamanda bir antropolog. Aslında beşikten politik de diyebiliriz. Nitekim babası İspanya’da Enternasyonal Tugay gönüllüsü olarak faşizme karşı mücadele etmiş. Kendisi de işgal hareketlerinde yer almış ve sokak eylemlerinden ABD’deki Wall Street’i İşgal Et Hareketi’nin önde gelen isimlerinden. Sarı Yelekliler hareketinden Rojava Devrimi’ne kadar birçok alanda bulunmuş ve teoriler geliştirmiştir. Tabi hem akademisyen olup aynı zamanda entelektüel birikimini isyanların merkezinde kullanmak kolay değil. Nitekim bu yüzden akademiden de sürgün edilmiştir ve kendi deyimiyle hep fakir yaşamıştır. IŞİD’in barbar saldırıları karşısında tüm dünyaya Rojava Devrimi’nin savunulması çağırısında da bulunan Graeber, bu kitapta isyanları masaya yatırırken, güncel siyasetten örnekler vererek görme biçimimizi etkiliyor.
Anarşizm üzerine düşüncelerini ifade eden Graeber’e eşlik eden konuşmacılar hem başka konulara değiniyor hem de konular arasındaki bağlantıları kopuk olmayacak şekilde dahil ediyor. Özellikle Graeber’in Madagaskar’da yaşadığı deneyimleri aktarması ve burada kurulan yönetim şekline tarihten örnekler vermesi ufuk açıcı. Roma tarihinden güncel teknolojik gelişmelere, cinselliğe, aşka ve sanata dair düşüncelerini keyifli bir sohbetle ifade eden Graeber, Marshall Sahlins’in öğrencisi olduğunu sık sık dile getirir. Wallerstein’le dostluğundan aralarında süren tartışmalara ve dünya devrimlerinden çıkarsamalar yapması okuru bildiklerini yeniden sınamaya davet ediyor.
Feminizm ve anarşizmin bağı
Demokrasinin devletle uyumsuz olduğu üzerinde duran Graeber, dünya devrimlerinin gündelik hayat içinde etkileri ve beklentileri hakkında geçmiş yaşantısında dahil olduğu yapıları ve oradaki işleyişleri aktarırken, sohbette yer alan konuşmacılar da okudukları kitaplar üzerinden tartışmayı yoğunlaştırıyor. Hiç de sıkıcı olmayan bu konuşmacıların müdahalesi ana konuyu saptırmıyor. Antropolojiden sık sık örnekler, farklı filozofların öngörü ve çıkarsamaları yine konuşma esnasında fikir tazeliyor.
Alt başlıklar halinde süren bu kitap, hem Graeber’i ve iletişim halinde olduğu filozofları hem de onun hayatı boyunca içinde yer aldığı oluşumların işleyişini aktarıyor. Kitabın en başında anarşizme dair otorite olmadığını belirten Graeber, anarşizme dair belirli bir çerçeveyi de sunuyor. Kitabın bir yerinde anarşizmi şu ifadelerle dile getiriyor: “Benim için anarşizm, bir tanım topluluğu olmayan bir amaç topluluğudur.” Burada anarşizmi belirli kalıplara sığdırmaktan kaçınsa da anarşizmin her daim eylem olduğunu ve eyleyen olduğunu belirtiyor. Yer yer mizaha başvurup insan alışkanlıklarını, avcı-toplayıcı toplulukları, anarşizmin feminizmle kopmaz bağını ve birbirini beslediğini belirten Graeber, palyaço kavramından hareketle kral-tebaa, tanrı-insan ilişkisine farklı bir bakış sunuyor.
Faşizmden özgürlüğe, mülkiyetten insan doğasına pek çok soruyu gündemine alan bu kitap Graeber’i tanımak için de önemli bir eser. Okurken, kitabın kapağında yer alan fotoğraftaki forumda Graeber’i dinlerken yakalayabilirsiniz kendinizi. İyi okumalar.